Ülkemizin bir bölgesinde can alan, can acıtan bir savaş durumu yaşanıyor. Sorumluluk kime ait olursa olsun, barış çağrısı yapıyoruz, tek çare müzakerelere dönmek diyoruz. Hiçbir tehdit, sindirme, susturma çabası bu sesi boğmayı başaramamalı, bu çağrıda ısrarcı olmalıyız.
İlk zayiat
Devlet/iktidarın “terörle savaş” adına yürüttüğü siyaseti sonuna kadar eleştiri konusu yapmamız gerekiyor. Ancak bir hususu açıklığa kavuşturmakta ve artık samimi bir şekilde tartışmakta fayda var; bu bir “silahlı isyan hareketi” midir, yoksa demokratik mücadele midir? Kürt siyasi hareketi, her ikisi birden diyor ama daha ziyade isyan siyaseti yürütüyor; özyönetim ilanlarını ve hatta bu mevzileri silahla koruma girişimini “direniş” diye selamlıyor. Silahlı mücadeleyi benimseyen bir hareketin veya örgütün isyana kalkışması kendi açısından anlaşılır olabilir, ama bu koşullar altında ilk zaiyat her zaman demokratik siyaset alanının boğulması olur, nitekim öyle oldu.
Kanlı pazarlık
“Zaten bu ülke hiçbir zaman demokratik olmadı” mı? “Bu iktidar zaten barışçı çözümü samimiyetle istemedi” mi? Ama yakın zamana kadar, aynı çevreler, “Barış süreci iyi gidiyor” diyordu. “Bu barış sürecinde bazı sorunlar var, demokrasi olmadan barış olmaz, oysa bu ülke giderek daha az demokratik hale geliyor” diyenlere bir yandan iktidar çevreleri yüklenirken, diğer yandan Kürt siyasi çevresi “pişmiş aşa su katmayın” demeye getiriyordu. Veya “Bizim liderimizin bir bildiği vardır, fazla kurcalamayın” , “Neden Kürtlere güvenmiyorsunuz?” deniliyordu. Madem aklınızda, “olmazsa savaşırız, sorun değil” gibi bir fikir vardı, akan kan durmayacaktı, neden demokrasicilik oynandı ve bu oyunu daha fazla sürdürmek mümkün mü? Her iki tarafta da zaman zaman seslendirilen, “iki taraf da birbirini zayıflatıp öyle masaya oturacak” analizleri, insan hayatı üzerinden kanlı bir pazarlık değil mi? O halde, bu ülkenin barış ve demokrasiden yana olan insanlarını kanlı pazarlığın tarafları yapma girişimi, ne taraftan gelirse gelsin, sessizce geçiştirilecek şey değil.
Velev ki, önce mevcut iktidar barış sürecinden vazgeçti, savaş siyasetine döndü, sonuçta Kürt siyasi hareketi de aynı yolu izlemeye karar vermedi mi? Böylece demokratik siyaset rafa kalkmadı mı? Bu koşullar altında, barıştan, demokrasiden yana olanların, tam bir emrivaki olan “fiili özyönetim inşası ve bunun için gerekirse silahı direniş”i, hiç sorgulamadan desteklemesi nasıl beklenebilir? Bakın, bu iş ciddi, devrimcilik oyunu oynamıyoruz/oynamamalıyız, buna hakkımız yok, demokrasi ve barışa inanan hiç kimse, sadece sivillerin ölmesine karşı çıkmakla yetinemez. Hakkaniyet hissimiz önce güçlü olana karşı ses vermeyi gerektiriyor diye, Kürt siyasetinin isabeti kendilerinden menkul çatışma siyasetine sonsuza kadar sessiz kalamayız. Dahası, bu siyasetin Türkiye’de siyasetin daha da otoriterleşmesine zemin hazırladığını görmemek için kör olmak lazım. En kötüsü, bu siyasetin sonucu, insani çağrıların sesinin meşruiyetini yitirip cılızlaşması oluyor.
Ahkâm kesmek
Ben Türkiye Kürtlerinin siyasal statü talebinin özgürce tartışılması gerektiğini, dahası sorunun çözümünün demokratik federalizm türü bir formül olduğunu düşünen biriyim. O başka, özerklik adına yaratılmaya çalışılan “fiili durum”a destek çıkmak başka. Diğer taraftan, Kürtler buna “isyan” diyorsa, hâlâ barış ve müzakere çağrısı yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Ama o başka, silahlı unsurlar ile yürütülen bir mücadeleye “demokrasi mücadelesi” demek başka.
Artık, birileri bunları açıkça söylemeli, Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesine bedeli ne olursa olsun destek vermekten vazgeçmemek başka, Kürt siyasetinin her yaptığına sesli veya sessiz arka çıkmak başka. Silahlı mücadeleye inanan varsa, önce kendi canını ortaya koymalı. İsyancıların böyle bir tercihi olabilir; ama o başka, rahat evlerimizden başkalarının canı üzerinden ahkâm kesmek veya Kürt arkadaşlarımızın sempatisini yitirmek kaygısı ile sessiz kalmak başka.