Köşe Yazıları

İklim değişikliği ile mücadele Türkiye’de lüks mü?

0

Bilim insanları, küresel ısınmanın etkilerinin yıkıcı sonuçlarının yaşanmaması için 1.5 derecenin sınır olduğunu söylüyor. Ancak ülkelerin niyet beyanları(küresel ısınma ile mücadele için her ülkenin yapacağını beyan ettiği emisyon azaltımları) tam olarak yerine getirilse bile hesaplara göre artış 2.7 – 3 derece aralığına ulaşıyor[1].

Emisyon azaltım hedefindeki bu yetersizliğe, emisyon açığı(emmisions gap) deniyor. Bonn’da, UNFCCC görüşmelerinde, emisyon açığının kapatılması ve niyet beyanlarının arttırılması için iki eylem yapıldı.

UNFCCC Konferansı, Bonn.
(Fotoğraf: Arthur Wyns)

Emisyon açığı ve 1.5 derece talebi gibi soyut bir konu üzerine eylem yapmak, bizim için şu aralar biraz lüks gibi görünüyor.

Neredeyse hepimiz, bir şekilde direniş halinde, direnişin içindeyiz. Ama küresel ısınma ile mücadele, verdiğimiz yaşam mücadelesinde, daha acil, daha somut sorunlarımızın yanında her zaman yer bulamıyor.

Pek çok araştırma kuruluşuna göre 1.5 derece hedefi, acil önlemler alınırsa, hala mümkün. İklim değişikliğinden daha fazla etkilenen kırılgan ülkeler ve sivil toplum kuruluşları, ülkelerin niyet beyanlarını 1.5 dereceyi hedefleyerek yeniden düzenlemeleri için çalışıyorlar.

Peki 1.5 derece hedefi tutturulamazsa ne olacak? Ya da sıcaklık artışı 1.5 dereceyi geçmezse küresel ısınmadan etkilenmeyecek miyiz?

Her koşulda etkileniyoruz. Aslında en özet hali ile 1.5 derece kötü, 2 derece ve 3 derece daha kötü.

Konuştuğumuz sınır değer 3 derece, çünkü 3 derece geri dönülemez nokta olarak tanımlanıyor. 3 derece sıcaklık artışı, insanlığın daha önce karşılaşmadığı farklı bir gezegene geçiş anlamına geliyor. 3 derece sınırına ulaşılırsa, gezegendeki pek çok türün yok olacağı öngörülüyor[2].

2-3 derece arasındaki artış durumunda(şu anki beyanlar sonucu beklenen 2.7), dünyadaki fotosentezin %10’unu sağlayan Amazon Ormanları’nın yangına dayanıklılığı yok olacak. Mega yangınlar sonucu çöle dönüşecek ormanda, yanan ve çürüyen ağaçlardan çok ciddi miktarda karbondioksit açığa çıkacak ve küresel ısınma hızı daha da artacak[2].

Bonn, UNFCCC’de emisyon açığı için eylem[12]

2.5 derecede, bitki ve hayvan türlerinin yüzde otuzunun yok olması ihtimali var[3].

2 derece artışta, Avrupa’da, 2003 yılında 22 ile 35 bin arasında insanın ölmesine neden olan sıcak hava dalgasının iki yılda bir tekrar yaşanması bekleniyor. Akdeniz’de ise yağışların %20 düşmesi ile kuraklık ve kontrol edilemeyen yangınlar yaşanacak[2].

Küresel sıcaklık artışı talep ettiğimiz gibi, endüstri öncesi dönemlere oranla, 1.5 derecede kalsa bile(şu anda 0.8 derece), günümüzde nadir görülen aşırı sıcak hava dalgaları, beklenmedik kuraklıklar, aşırı yağış gibi olağanüstü doğa olayları, sıradan olaylar olacak[4].

Türkiye’de durum nasıl?

42 yıldır Türkiye’nin her yerinde sıcaklıklar artıyor. Son 50-60 yılda, dağ buzulları yaklaşık 10 metre geri çekimiş. Türkiye’de sıcaklıkların daha da artacağı ve ülke genelinde Akdeniz İklimi’nin hakim olacağı görülüyor. Türkiye’yi çevreleyen denizlerde deniz seviyesi yükseliyor. Doğal afet sayıları da sıcaklıkla benzer şekilde artıyor[5,6].

1961-1990 ve 2080’ler Türkiye Sıcaklık Haritaları [5].

Türkiye’de nüfusun büyük kısmı kıyı bölgelerinde, İstanbul ve çevresindeki illerde yaşıyor. Bu bölgelerde yaşam alanı deniz seviyesinin yükselmesi ile daralacak. Akdeniz iklimini görülmeye başlanacak. Hem sıcaklıkların hem de yağışın artacağı bölgelerde sıtma gibi salgın hastalıklar artmaya başlayabilir. Ayrıca yüzeyin aşırı ısınması sonucu oluşan sağanaklar, kentsel su baskınlarına neden olarak kentsel yaşamı tehdit edebilir[5].

Deniz seviyesi yükselmesi nehir deltalarının (Çarşamba, Bafra, Çukurova gibi) ve kıyı kentlerinin düşük kotlu alanlarını etkileyecek. İklimdeki değişimler (artan sıcaklık ve azalacak yağış) Türkiye’de su stresi çeken alanları artıracak ve Doğu Karadeniz bölgesinde artacak yağış heyelan riskini artıracaktır[6].

Bütün bu değişimler sonucunda, iklim değişikliğinin Türkiye’de 21. yüzyılda gıda güvenliğini giderek daha çok tehdit edeceği söylenebilir[5].

Gıda güvenliği tehdidi ile köyden kente göç oranları daha da artacak, doğal afet ve salgın hastalıklarla sosyal problemleri daha fazla görüyor olacağız. 2012 yılında, dünya genelinde, yaşam alanlarını terk edip başka yerde yaşamaya başlama zorunluluklarının %98’i iklim değişikliği ve hava olayları kaynaklıymış[7].

Türkiye’de başka sebeplerin yanında, insanların değişen iklim şartları yüzünden tarımla hayatta kalamaması sonucu köyden kente göç etmesi veya mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmak zorunda kalması düşünülünce iklim değişikliği yüzünden göç bize yabancı bir kavram değil.

Çok uzak olmadığımız bir sonraki aşama için maalesef önümüzde çok açık bir örnek var, Suriye. İklim değişikliğinde son gelişmeler: IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change – İklim Değişikliği için Hükümetler arası Panel) 2013 raporu:

“William Polk anlatıyor: 2006’da başlayan büyük kuraklık, ülkede kıtlığa ve gıda fiyatlarının yükselmesine yol açtı. Kitleler kırsaldan şehirlere göç etti ve varoşlarda seyyar satıcılık, çöpçülük yapmak, Filistinli ve Iraklı göçmenlerle rekabete girmek zorunda kaldı. Sonunda, Deraa’da küçük bir protestoyu Esad yönetimi hunharca bastırınca olanlar oldu [Polk, 2013]. Dante’nin Cehennemi’nin iç halkasını andıran yıkım sürecini başlatan “şey”, işte bu kadar “basitti.””[6]

Köyden şehre göç eden kitleler, kitleler arası rekabet, hatta saldırılar bizim için maalesef çok tanıdık. Türkiye’de yaşanacak olan küçük bir protestonun nasıl bastırılacağını ise sanırım hepimiz biliyoruz.

1.5 derece ve küresel ısınmayı ikinci plana koyabileceğimizi sanıyorken, Türkiye’de şimdiden gezici tarım işçisi sayısının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, fiilen kayıt dışılar ve çocuklar ile birlikte en az bir milyonluk bir nüfusu kapsadığı tahmin ediliyor[8].

Gezici tarım işçilerinin maruz kaldığı saldırılar bir yana, yaşam şartları için Hayata Destek Derneği’nin raporuna bakarsak: “Araştırmaya katılan ailelerin yüzde 80’inin çadırda yaşadığı; yüzde 56’sının elektriğe erişimi olmadığı; yüzde 62’sinin içme suyunu çeşmeden temin ettiği ve zor banyo ve tuvalet koşullarında yaşamlarını sürdürdükleri tespit edilmiştir.”[9]

Bütün bu insani olmayan şartlara rağmen iklim mücadelesi ve sınıf mücadelesinin birbirinden ayrı tutabilmemiz mümkün mü?

Evrensel’in haberi ise 9 yaşından beri, 18 yıldır gezici tarım işçisi olarak çalışan Gülistan’ı anlatıyor : “Bizim de normal hayatımız olsa” diyor Gülistan, “Rahatça oturabileceğim bir ev istiyorum. Ateşi yakacağım, yemeği koyacağım diye bir sürü zorluk çekiyoruz. Bütün hayatım çadırda geçti. Bu hayattan kurtulmak istiyorum” diye anlatıyor dertlerini.”[10]

Fotoğraf: Evrensel Gazetesi

Nereye gidiyoruz konusunda bir dönem örneğimiz olan Mısır’ı, yine IPCC raporu’nda Ömer Madra anlatıyor:

““Mısır’daki askerî darbe ve ardından gelen soğukkanlı katliama gelince. Yazar Chris Hedges, katliamın hemen ardından yazdığı makalede olayı sıcağı sıcağına şöyle analiz ediyordu: “Mısır’da olup bitenler, dünya elitleri ile dünya yoksulları arasındaki daha geniş kapsamlı küresel savaşın habercisi: Azalan kaynakların, müzmin işsizlik ve eksik istihdamın, nüfus fazlalığının, iklim değişikliği yüzünden mahsul verimindeki düşüşün ve yükselen gıda fiyatlarının yol açtığı bir savaş bu… İnsanlığın gezegen üzerindeki ikametinin son merhalesine mührünü vuracak olan şey, ölüm kalım savaşlarıdır. Bu savaşların neye benzeyeceğini merak edenler varsa, Kahire’deki şehir morglarından herhangi birini ziyaret etmeleri yeterli olacaktır.” [Hadges, 2013] (vurgular bizim – ÖM)””[6]

1.5 dereceyi sağlarsak yaşamak ve mücadeleye devam etmek  için biraz daha vaktimiz olabilir.

Küresel ısınma 1.5°C dereceyle sınırlı kalırsa Türkiye’de deniz seviyesinde tehlikeli artış riski önemli ölçüde azalacak; ancak, ısınma 2°C  derece olursa 1.3 milyon kişinin yaşam alanı sular altında kalacak. Küresel ortalama sıcaklıkların 3°C  derece artması durumunda ise, deniz seviyelerinin 6 metreye kadar artma riski bulunuyor. Türkiye’de ise 1.9 milyon insanın yaşadığı yerlerin su altında kalma riski olduğu  belirtiliyor[11].

Küresel ortalama sıcaklık artışının 1.5° derecede sınırlandırılması, 2°C derece ile karşılaştırıldığında, Türkiye’de uzun vadede birçok kentsel alanda riskleri yarıdan fazla düşürüyor[11].

İklim değişikliği ile mücadele, yaşam mücadelesi ve sınıf mücadelesi ayıramayacağımız bir bütündür. 1.5 derece talebi ve bunun için mücadele etmek bizim için ne lüks ne de bunu erteleme, ikinci plana koyma şansımız var.

1.5 derece talebi, diğer bütün taleplerimizin çok somut, çok acil  bir parçası ve daha insani yaşam koşulları için bütün platformlarda bu talebi dile getirmek hem hakkımız hem de zorunluluğumuz.


[1] http://www.asiasentinel.com/econ-business/global-climate-change-goals/
[2] http://www.climatecodered.org/2010/09/what-would-3-degrees-mean.html
[3] https://earthobservatory.nasa.gov/Features/GlobalWarming/page6.php
[4] Implications of the 1.5 limit in the Paris Agreement for climate policy and decarbonisation
[5] http://climatechangeinturkey.com/tr/c3.html
[6] İklim değişikliğinde son gelişmeler: IPCC 2013 raporu
[7] http://www.businessinsider.com/terrible-effects-of-climate-change-2014-10
[8] Mevsimlik İş Göçü İletişim Ağı(MİGA),Tarımda Mevsimlik İş Göçü Türkiye Durum Özeti
[9] Hayata Destek Derneği, Mevsimlik Gezici Tarım İşçiliği 2014 Araştırma Raporu
[10] https://www.evrensel.net/haber/320467/milyonlarca-mevsimlik-tarim-iscisi-unutuldu
[11] https://zete.com/yarim-derecelik-sicaklik-farki-yalnizca-turkiyede-1-3-milyon-insani-etkileyecek/

[12] https://yesilgazete.org/blog/2017/05/15/yesil-gazete-bonndan-bildiriyor-iklim-muzakerelerinde-soz-genclerde-fiji-bogulmasin/


 

Elif Cansu İlhan

You may also like

Comments

Comments are closed.