Dış Köşe

Hukuk diye bir şeyi sevme mecburiyeti – Ümit Kıvanç

0

Bu yazı gazeteduvar.com.tr sitesinden alındı

Önümüzdeki yılları nasıl geçireceğimiz aşağı yukarı şekillenmeye başlıyor. Bugünkü gidişatın güçlü ihtimal olarak önümüze koyduğu büyük global kıyım ve yıkımı şimdilik kenara koyup -ama kenarda unutmadan- daha kısa vadeli gelecekten söz edelim.

Türkiye’nin de bir nevi öncülük ettiği yeni tür rejimlerin başlıca karakteristiği, öyle anlaşılıyor ki, belirsizlik olacak. Eğer birileri anahtarını, silahını elinde tutabiliyorsa, o belirsizliğe keyfî iktidar denmeli. Belki bazı alanlarda serbestlikler, göz yumulan protestolar, hoşgörülen itirazlar mümkün olacak. Örgütlenme ve protestoya bile belki bazen alan tanınacak. Fakat hiçbir özgürlük ve hak güvencelere bağlanmış olmayacak. “Yasa” kavramı, bugüne kadarki tarafgir ve baskıya dayanak olmaya müsait karakteri yüzünden yaşadığı itibar kaybının da kolaylaştırmasıyla, tılsımını yitirecek. Sınıflı toplumların hukukuna haklı gerekçelerle güvenmeyenlerin dahi aslî mücadele konularından biri, yasa ve hukuk diye bir şeylerin ortadan kalkmamasını hedefleyecek. Aslına bakarsanız durum şimdiden böyle.

Eline iktidar geçirmiş, kitle desteğine sahip yeni-otokrasi odakları -ki bunlar otoritesi-gücü genellikle “lider”de yoğunlaşan tek adam rejimleri- ilk adım olarak, herkes için geçerli, herkesin uymak zorunda olduğu konusunda üzerinde toplumun geniş kesimlerince anlaşma sağlanmış, yaptırımlar ve kurumlarla güvence altına alınmış hukuk rejimini ortadan kaldırmaya girişiyorlar. Mevcut hukuk rejimlerinin gerçekte -alacak-verecek, kira, vs. davaları dışında- kimleri kayırıp kolladığı hususunda uzun tecrübelere dayanan izlenimleri ve yargıları olan, ayrıcalıksız kesimler, hukukun hor görülmesinden şikâyetçi değiller. Oysa coşkuyla katıldıkları, en başta kendilerini mahva sürükleyen bir meşum yolculuk.

Yeni otokrasilerin ortadan kaldırmaya çalıştığı, yalnız eşitlik düşmanı mevcut hukuk rejimi değil. Farklı çıkarları, talepleri ve imkânları olan insanların bir arada yaşayabilmesi için ön koşul niteliğindeki hukuk kavramı. Bu da aslında pek basit mesele. Güç kimdeyse onun dediği mi olur yoksa herkesin üzerinde anlaştığı birtakım kurallar olur ve herkes iyi kötü bunlara uymaya mı çalışır? İkincisini kabul etmeyecekseniz, güç kimdeyse onun boyunduruğu altına girersiniz.

Asgarî bir hukuk-kurallar sistemi var olmadığında hiçbirimizin hayatının hiçbir ânı güvence altında bulunmaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi yönünde karar alır, pat!, birtakım numaralar çevrilir, Demirtaş hapisten çıkamasın diye yapılan numarayla Sırrı Süreyya Önder de demir parmaklıklar ardına atılıverir. “Ayazda yağmurda dağ başında servis bekletmeyin, tarihi geçmiş yiyecek vermeyin, yatağımda tahtakurusu olmasın” diyen işçi kendini cezaevinde bulur. Ertesi gün salıverilecek mi, terörden üç sene mi yatacak, kimse bilemez. Ortada hiçbir kanıt yokken Osman Kavala’nın ömründen aylar, yıllar gasp edilir. Hepimiz, ne zaman gelip alacaklar diye kurbanlık koyun gibi bekleriz.

Başka bir düzeyde, mikro diyebileceğimiz bir çerçevede, yaygınlığı nedeniyle en az bunlar kadar vahim işler olur. Hukukun kalmadığı, cezasızlığın kural haline geldiği ortamda herkes kendi hesabını görmeye başlar. İriyarı olan zayıf ve güçsüzü, eline bıçak alan iriyarıyı, tabanca edinen bıçaklıyı alt etmeye kalkışır. Ev sahibinin arkası sağlamsa kiracının, borçlunun eniştesi partidense alacaklının hayatı kararır.

Bir nevi işgal kuvveti hukuku yürürlüğe girer. Kim nereyi ve başka kimlerin hayatını nereye kadar işgal edebiliyorsa eder, kuralları gerekli gördüğünde ve gerekli gördüğü şekilde değiştirir. Herkes gücü yettiği ölçüde kendinden menkûl işgal kuvveti haline gelir. Böyle bir ortam gaspı da kolaylaştırır, yaygınlaştırır, tecavüzü de, başka her türlü musibeti de.

Bunları böyle kelimelere dökerken, içimden menfur bir ses o uğursuz soruyu fısıldayıp duruyor: “sanki şimdiye kadar çok mu farklı yaşadık?” Doğru, bir bakıma. Biz yasanın, hukukun en üst yargı kurumlarınca iğfal edildiği diyardayız. Ancak geçmişle bugünün önemli farkı var: Geçmişte yine de var olduğu iddia edilebilecek hukuk alanı bugünkünden genişti, bir; mış gibi yapılıyordu, iki; mış gibi yapılması birçok durumda dolambaçlar icat edilmesini, kılıfına uydurma yollarına sapılmasını mecburî kılıyordu, o yollarda yürünürken yere hukuk kırpıntıları serpilmesi icap ediyordu; birtakım kurumların görünmesi, sayılması, kimi yetkilerinin tanınması, bunların da bu yetkileri kimi zaman sahiden hukuka uygun şekilde kullanması gerekiyordu.

En büyük fark, pek kimse takmasa da, en azından söylem düzeyinde “hukuk” diye bir şeyin var olması gerektiğine itiraz edilemeyişi, böyle bir durumda, ister istemez, bunun bir tür ideal halinde bir yerlerde -devletin âlî menfaatleri icabı boğdurulmadığı hallerde- yaşamayı sürdürmesiydi.

Şimdi bulunduğumuz evredeyse, dünyanın birçok ülkesinde, genellikle toplumlarının aşağı yukarı yarısının desteğine sahip liderler, hukuka gerek olmadığını açıkça ilan ediyorlar. Hukuk yoksa neye göre hüküm verilecek? Bunu biz düşünmeyeceğiz. Karar ve yaptırım yetkisi kimdeyse o verecek hükmü. Birilerine danışıp danışmayacağını da o kararlaştıracak. Vereceği kararın uyması gereken bir norm, bir yasal zemin vs. var olmayacak. Kimse onu denetleyemeyecek.

BEKÂ MEKÂ HİKÂYE

Geleceğimize kaba kuvvete dayanarak hükmetme hedefi güdenler elbette umursamıyor, ancak bu girilen yol, iktidar aracı olarak toplumları düşman kamplara bölüp kutuplaştırmanın benimsenmiş oluşuyla birleştiğinde, birçok ülkenin bütünlüğünün yok olacağı, zamanla ülkelerin, sınırların, o sınırlar içinde hükmü geçen iktidar yapılarının, devletlerin ortadan kalkacağı bir parçalanma süreci. Yani bu yolun sonunda bekâ mekâ hikâye.

Ve öbür yönüyle de bir dönem sonrasının global zenginler-güçlüler iktidarının kuruluş süreci. Öyle bir iktidarın bugünkü anlamda, iktidara uzak, ayrıcalıksız kesimlere tanınacak hakları da kapsayan bir hukuk rejimine ihtiyacı olmayacak. Bugün dünyanın “insan toplumu” diye bir varlığı tanıyan, insanların hakları, özgürlükleri, ortak saptanmış yaşama kurallarıyla, birbirlerine ve başka canlılara saygı, çevreye ve gezegene özen göstererek, eşitlik içerisinde yaşamasını isteyenler bir şekilde yeni bir gelecek perspektifiyle birleşip engel olabilirlerse ne âlâ; yoksa kendisine doğru -hiçbirimizin tahayyül edemediği bir hızla- yol alınan aşama, aşağıdan hiçbir şekilde denetlenemeyecek bir global oligarşi rejimi.

Uluslararası bile diyemeyiz, çünkü çok yakın gelecekte ulus, kıymeti harbiyeye sahip birim olmaktan çıkacak. Hâlihazırda, pürüzsüz bir zenginler iktidarı için ayakbağı olan “fazla” insanlardan kurtulmuş olmadıkları ve dünyanın her yerindeki kalabalıklar tamamen uysal koyunlar haline getirilemediği için bizleri zaptırapt altına alacak mekanizmalara ihtiyaç var, ulus-devletler de bu işi görmek için eldeki en mükemmel araç. Şimdi onları, hükmedenleri aracılığıyla koordine edilebilir dümdüz denetim mekanizmaları halinde yeniden örgütlemeye çalışıyorlar. Putin’le Muhammed bin Selman’ın beşlik çakması öyle basit bölgesel politika jesti diye görülüp geçilemez. Bunun olabilmesinin anlamı hukukun iptaliyle birebir ilişkili. Söz konusu iptal işleminin Türkiye’yle, Macaristan’la, Rusya’yla sınırlı olmayışının da global anlamı var, çözsek anlasak iyi olacak olan.

Herkes tarafından kabul edilmiş, güvence altına alınmış bir kurallar bütünü olarak hukukun içeriği şüphesiz kavga konusu olacaktır, olmalıdır. Ancak nezaket gibi, diğerkâmlık gibi, sanat gibi, kitap gibi bize yabancı bir nesne olan bu hukukun asgarî toplumca beraber yaşama şartı olduğunu şu son düzlükte de kavrayamazsak keyfî otokrasilerin kapkaranlık âlemine doğru koşuda ipi ilk biz göğüsleyebiliriz. Hukuk otoritenin keyfî kullanımının önüne çıkarılabilecek en ciddî engel. Tabiî arkasında, bugüne kadar, hasmının zararına diye desteklediği hukuksuzlukların bedelini kavramış, şimdi ona sahip çıkan bir toplum varsa.

Ümit Kıvanç – Gazete Duvar

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.