Dış Köşe

Gündelik hayatta yabancılaşmayı aşma – Halil Turhanlı

0
Henri Lefebvre, 1939 yılında Diyalektik Materyalizm başlıklı kitabı yayınlandığında komünist partinin genç teorisyenlerinden biri olarak tanınıyordu. Bu kitapta formel mantık ile diyalektik arasındaki karşıtlığını ele alıyor, Hegel’in fenomenolojisindeki diyalektiği alıkoyuyor, beri yandan onun felsefesindeki idealist yapıyı eleştiriyor Marx’ın, diyalektik materyalizme geçişinde Feuerbach’ın katkısını vurguluyordu.

Sekiz yıl sonra, 1947’de Gündelik Hayatın Eleştirisi’nin birinci cildi yayımlandı. Parti içinde görünürde olumlu karşılandı. Parti entelektüellerinden Jean Kanape, “Bundan böyle felsefe gündelik hayatı, somut ve sıradan olanı küçümsemiyor” diyordu. Ama bu kitaptaki düşünceler partinin resmi görüşlerine pek de uymuyordu. Kitap parti dışındaki radikal, anarşist toplulukların daha fazla ilgi göstereceği tezler içeriyordu.

Felsefe ile gündelik hayat bir karşıtlık içinde düşünülmüştü. Daha doğrusu, felsefe gündelik hayat karşısında hep üstünlük iddiasında bulunmuş, gündelik hayatı küçümsemişti .İşte şimdi, Lefebvre bu karşıtlığı ortadan kaldırma giriminde bulunuyor ; gündelik hayattan, sıradan olandan, sıradan insanların günü yaşama tarzlarından yola çıkarak dünyayı dönüştürecek bir felsefe öneriyordu.

Marx dünyayı yorumlamakla yetinen, düşünce ve eylem arasında sınır çizen felsefeye son verme görevini üstlenmişti. Lefebvre de gündelik hayatı ve elbette sonuçta dünyayı değiştirmeye katkıda bulunacak bir meta-felsefeyle, özgürlük üzerine yansıma olan bir felsefeyle bu projeye katılıyordu. 1844 Elyazmaları’ndaki yabancılaşma nosyonunu gündelik hayata, modern şehir deneyimlerine uygulamıştı. Modern kapitalist toplumda gündelik hayatın her düzeyinde hayatı anlamdan yoksun bırakan, hayatı sığlaştıran yeni yabancılaşma biçimlerinin yayıldığına dikkat çekiyordu. Bu nedenle, gündelik hayatın eleştirisiyle yetinmiyor, gündelik hayatta devrim öneriyordu .

Yabancılaşmanın, bölünmüşlüğün üstesinden praksis yoluyla gelinebileceğini, insanın böylelikle bütünlüğüne kavuşabileceğini ve kendini gerçekleştirebileceğini vurguluyordu.

Gündelik Hayatın Eleştirisi (Cilt 1)’nın “Bir Pazar Günü Fransa Kırsalında Yazılmış Notlar” başlıklı bölümünde Antik Yunan ve Roma’daki festivalleri, Dionysuos (Bacchus) festivallerinin ortaçağlardaki izlerini, kapitalizm öncesi kır topluluklarındaki köy şenliklerini özlemle anlatır. Kapitalizm öncesi toplumlarda hayatın döngüselliğini yansıtır ve duyurur bu şenlikler. Kapitalizm, döngüsel zamana bağlı bu şenlikleri de yok etmiştir. Ancak şunu belirtmek gerekiyor: Modern hayatın da ele avuca sığmaz bir, denetlenemez bir karmaşası vardır. Modern gündelik hayatta yapılanmış, önceden düşünülmüş ve düzenlenmiş olanı aşan, temsil edilemeyen ve ele geçirilemeyen bir fazlalık söz konusudur. Modern hayat tekrara dayalıdır, ama aynı zamanda yönsüz ve kaotiktir.

“Gündelik hayat bir sanat eseri olsun” der Lefebvre. Gündelik hayatın estetize edilmesi günün kopuk anlarını ve deneyimlerini birbirine eklemleyerek, yeniden birbirine bağlayarak gerçekleştirilebilirdi. Aslında modernist edebiyat ve estetik de bunun ardındaydı: Bir yönüyle tekrarlara dayalı olan, ama aynı zamanda bin bir ayrıntı içeren modern gündelik hayatın içine yayılmış ve orada kendini gizlemiş olan şiirselliği, büyülü anları, hayatı dönüştürme ve sıradan bir günü unutulmaz kılma potansiyeli taşıyan ayrıntıları bulup bunlara birbirine eklemlemek. Aşkınlığa yönelmeden gündelik olanda gizli bulunan olağanüstünü yakalamak. James Joyce, Ulysses’da, kahramanı Leopold Bloom’un geçen yüzyıl başında sıradan bir yaz gününde yaşadığı ayrıntıları bir araya getirerek modern bir epik yaratmıştı. Gündelik hayatın içine gizlenmiş şiirselliği bulmuş, bir yaz gününü sıradanlığından kurtarmıştı. Yine bir yaz gününde Lefebvre’in “Gündelik hayatın zenginliği karşısında keskin bir duyarlığa sahip” olduğunu söylediği Virginia Woolf, kahramanı Bayan Dalloway’i o gece vereceği parti dolayısıyla alış veriş yapmak için Londra sokaklarına çıkardığında aynı zamanda gündelik hayatın içindeki büyülü anların da peşine düşmüştü. Deniz Feneri’nde de sanatçı Lily Briscoe paradoksal algının ardındadır. Sıradan olanı, nesneleri hem tanıdık biçimleriyle, hem de bir mucizenin öğeleri olarak görmek ister.

İlginç olan, modernist yazarların gündelik hayat deneyimini, modern hayatın kendini kolay ele vermeyen karmaşasını anlatabilmek için natüralist ve gerçekçi romanı reddetmiş ve düşlere, iç konuşmalara, bilinç akışına dayalı yeni anlatı tekniklerine ihtiyaç duymuş olmalarıdır. Bunun bir nedeni gündelik hayatı donukluktan kurtarmaya, şeffaf bir deneyime, Woolf’un deyişiyle “parlak bir hale”ye dönüştürmeye çalışmalarıdır.

Modern hayatın deneyimlendiği mekan şehirdir, metropoldur. Söz konusu deneyim çelişkileri, barındırır, birbiriyle çelişen algılar, çağrışımlar doğurur. Georg Simmel metropol insanının dış dünyaya zihniyle tepkiler verdiğini, zıt uyarımlar aldığını, metropol hayatında uyarımların hızla değiştiğini ve bu hızlı değişimin bezginlik, blasé yarattıgını, bireyde içsel çalkantılara yol açtığını belirtmişti. Bu ruh hali para ekonomisinin öznel yansımasıdır. Şehir para ekonomisinin doğduğu, yayıldığı ve yerleştiği mekandır. Lefebvre de bu nedenle şehirde deneyimlenen gündelik hayatın eleştiriyle yetinmiyor, gündelik hayatı köklü biçimde dönüştürmeyi, gündelik hayatta devrim yapmayı öneriyordu.

Radikal politikayı ve devrimi Dionysiuscu bir şenlik, Rabelaiscı bir karnaval olarak düşünüyor, Paris Komünü’nü ve Mayıs 1968’i bunun iki tarihsel örneği olarak öne sürüyordu. Ekstatik bütünlüğün, otantik varoluşun yaşandığı, sanatsal yaratıcılığın patladığı, devletin ve bütün diğer kurumların meşrutiyetinin sorgulandığı an’lar. Şehirde ve gündelik hayattaki devrimi de böyle tahayyül ediyordu. Böylesi bir devrim anlayışı günümüzün radikal şehircilik akımlarında etkisini duyurmakta. Durumcular’dan başlayan ve Sokakları Geri Al (Reclaim the Streets) hareketine uzanan bir etki bu.

Günümüzde alternatif bir şehir hayatını savunan yeni toplumsal hareketler, mutenalaştırma projelerine direnen şehir yoksulları Lefebvre’nin 1960’larda ortaya attığı “Şehirde Varolma Hakkı”nı bir slogan olarak benimsiyor ve bu hak için mücadele ediyorlar.

Halil Turhanlı – Birgün

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.