Köşe YazılarıManşet

Güle Güle Pete Seeger

0

Pete Seeger konserde

Yaklaşık on yıl önce, ABD’nin Irak saldırısının hararetli dönemlerinden birinde, New York’un yaklaşık 100 kilometre kuzeyindeki 15 bin nüfuslu Beacon kasabası yakınlarından geçen 9 numaralı otoban kenarında 1.90 boylarında yaşlı bir adam dondurucu soğukta, sulu kar altında tek başına duruyordu. Yaşlı adam, elindeki karton kutudan kesilmiş bir parçadan yapılma basit pankartı periyodik olarak 180 derece dönerek otobandan geçen otomobillere gösteriyordu. Pankartta tek bir kelime yazıyordu: “Barış”. Yoldan geçen araçların bazıları korna çalarak bu korkulukvari figüre destek veriyor, bir kısmı ise ayıp el hareketleri ile tepki gösteriyordu. 84 yaşındaki bu yalnız ve ıslak barış aktivisti, geçtiğimiz hafta yitirdiğimiz Amerikalı halk şarkıcısı Pete Seeger’dan başkası değildi.[1]

Pete Seeger’ı tanıyanlar veya kendisinin nefret ettiği tabirle “kariyerini” (Seeger, “kariyer” kelimesi yerine “hayatımın amacı” kullanmayı tercih ediyordu) takip edenler için artık hayrete yol açmayacak kadar olağan bir durumdu bu. Bahse konu adam, 92 yaşında Occupy Wall Street hareketiyle birlikte yürümüş biriydi neticede. Ancak, Seeger ayrıca, yerelde gerçekleştirilen aktivizmin önemine de inanıyordu. Alec Wilkinson tarafından kaleme alınan ve Seeger’in talebiyle “’insanların bir oturuşta okuyabileceği” uzunluktaki biyografisi The Protest Singer’da dile getirildiği gibi, yereldeki sorunlarla mücadele için cesaret göstermek onun için son derece önemliydi. Bir sorun varsa kaçmak yerine üç kişi, iki kişi veya tek başına da olsa dik durup karşı çıkmak gerekiyordu. Dolayısıyla, 84 yaşında otoban kenarında barış pankartı tutmak onun için son derece normal bir eylemdi.

Ancak, bu yaklaşım, Seeger’in hayatının ilk yarısında naiflikle ve orta sınıf hassasiyetleriyle hareket etmekle suçlanmasına yol açtı. Doğru, repertuarının büyük bölümü madenci, çiftçi, köle vb. gibi grupların direniş veya özgürlük şarkılarından oluşuyordu ama yine de kendi orta sınıf aidiyeti orada duruyordu. Sonuçta, soyağacını iki yüz sene geriye kadar sayabilen iyi eğitimli, New England’lı Kalvinist bir ailenin (ki geniş ailesi içinden New York’a belediye başkanı bile çıkmıştı) mensubuydu. İdealist müzikolog babasının peşinde oradan oraya göçebe olarak geçen çocukluğu esnasında çok yoksulluk yaşadığı dönemler olsa da ailesi çeşitli bağlantılarını kullanarak onu iyi okullara ve son olarak Harvard’a sosyoloji okumaya gönderebilmişti. Gerçi Seeger, okulu ikinci sınıfın sonunda terk edecek; Woody Guthrie’nin de tavsiyesiyle “hayat okulu” okumak üzere ülkeyi bisiklet, otostop ve trenlere kaçak binerek gezecek ve gördüğü hemen her hak mücadelesi için konser verecekti ama bazı halk müziği püritanlarına göre hala New England’lı, naif fikirleri olan orta sınıf bir aktivistti.

Pete Seeger HUAC karşısında

Bu kısmi algı Seeger’in 1955’de ABD’de sol görüşlü insanlara karşı yürütülen cadı avı sırasında, Harvey Matusow kendi sorgusu esnasında Seeger’ın ismini verdikten sonra, ifade vermek üzere ABD Temcilciler Meclisi Amerikan Olmayan Faaliyetler Komitesi (HUAC) önüne çağrılmasına kadar devam etti. Seeger, 1949 yılına kadar Komünist Parti üyesiydi. 1949’da–hayatının sonuna kadar kendisini “küçük ‘k’ ile komünist” olarak tanımlamaya devam etse de–partiden ayrılacak, bu kararını daha sonra “hayatımın hiçbir döneminde gizli bir örgüte üye olma fikrinden hoşlanmadım” şeklinde açıklayacaktı.

Seeger, komite önünde de benzer bir tutum sergiledi. ABD Temel Haklar Bildirgesi’nin 5. Değişiklik maddesine göre kişilerin hükümet önünde kendilerini suçlu duruma düşürecek açıklamalar yapmaktan kaçınma hakları mevcuttur. Komite önüne çağrılan ve konuşmamayı seçen bir çok kişi bu hakkı kullanıyordu. Ancak, Seeger bu seçeneğin aslında suçlu olduğunu ima etmesinden hiç hoşlanmadı. Gizli saklıyı sevmese de açık konuşması halinde başka insanların başını belaya sokabileceğini de biliyordu. Dolayısıyla, komite önüne çağrıldığında başkalarına bela açabilecek hiçbir soruya cevap vermedi. Komite’nin kime konser verdiğine ilişkin ısrarlı sorularına sabırla, arzu ettikleri takdirde aynı şarkıları onlara da söylemeyi teklif ederek cevap verdi. Bir ara komite ısrarı artırınca ise her zamanki saygılı ve yumuşak üslubuyla “hiçbir iştirakim, felsefi veya dini görüşlerim veya siyasi inançlarım, herhangi bir seçimde nasıl oy kullandığım veya bu özel şeylerin herhangi biriyle ilgili hiçbir soruya cevap vermeyeceğim. Herhangi bir Amerikalıya böyle sorular sorulması, hele ki böyle bir baskı altında, son derece uygunsuzdur”[2] diyerek nokta koymuştu.

Pete Seeger ve "nefreti sarıp teslim olmaya zorlayan" banjosu

Seeger’in komite önündeki bu dik duruşu ona bir yıl hapis cezası olarak geri dönecek; cezanın infazı ertelenecek ve ancak, temyiz sonucunda nihayet 1962 yılında hapis yatmaktan kurtulabilecekti. Tabii bu arada kara listeye alınmıştı. Radyolarda parçaları çalınmıyor, televizyonlara davet edilmiyor, konserleri sağcı gruplar tarafından engelleniyordu. Yine de bu dönemde gospel kökenli eski bir parça, Pete Seeger’in yorumladığı şekliyle “We Shall Overcome[3] (dinleyenleri nasıl söylemeye teşvik ettiğine dikkat!), ABD’de vatandaş hakları mücadelesinin en önemli sembollerinden biri haline gelecekti. Sözleri eski bir Kazak halk şarkısından ilham alarak yazılan “Where Have All The Flowers Gone” ve sözleri büyük ölçüde Eski Ahit’in Vaiz bölümünden alınan “Turn, Turn, Turn[4] sırasıyla The Kingston Trio ve The Byrds grupları tarafından meşhur edilecek ve tüm zamanların en bilindik barış şarkıları arasına girecekti.

Pete Seeger - Bob DylanAynı dönemde, kendisinin de kurucuları arasında olduğu Newport Halk Müziği Festivali’nde Bob Dylan ile yaşadığı olay çok konuşuldu. Efsaneye göre, Dylan sahnede Maggie’s Farm’ı elektrikli enstrümanlarla icra ederken Seeger baltayla elektrik kablolarını kesmeye teşebbüs etmişti. Seeger ise yıllar sonra verdiği mülakatlarda kabloları baltayla kesme tehdidi savurduğunu ama meselenin elektrikli enstrümanlar olmadığını söyleyecekti. Zira bir gün önce festivalde Howlin’ Wolf da elektrikli bir set çalmıştı. Seeger’a göre sorun berbat ses sistemiydi. Dylan’ın söylediği parçanın sözleri anlaşılmıyordu.

Bu anektod aslında Seeger’ın müzikle ilişkisinin kısa bir özeti sayılır. Seeger, müzikolog babasının yıllar önce kaleme aldığı ilkeleri yaşamının sonuna kadar savundu. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir: 1. Müzik, diğer sanatlar gibi kendi içinde bir amaç değil, daha büyük amaçlara ulaşmak için bir araçtır. 2. Bir grup faaliyeti olarak müzik, bireysel başarı getiren müziğe yeğdir. 3. Müzik yapmak esastır, müzik dinlemek teferruattır.[5] “İnsanlar bazen diğerlerinden daha fazla inandığın bir kelime var mı diye soruyor. Evet var: Katılım… katılım sağlamak hep benim hayatımın amacı oldu”.[6] Dolayısıyla, herhangi bir parçanın sözlerinin işitilememesi, parçaya eşlik edilememesi Seeger için kabul edilemezdi. Belki de bu nedenle, 1973’de yazdığı My Rainbow Race (Benim Gökkuşağı Irkım) parçasının 2012’de Norveç’te onbinlerce kişi tarafından Anders Behring Breivik’in yargılanması sırasında ülkedeki pek çok meydanda eş zamanlı olarak söyleneceği haberini aldığında haberi veren Lillebjørn Nilsen’e sesi titreyerek sadece “Amanın, aman efendim. Size iyi şanslar dilerim”[7] diyebilmişti.

1962’de Rachel Carson’un meşhur kitabı Sessiz Bahar’ı okuduğunda oluşmaya başlayan çevre bilinci, yaşadığı Hudson nehri kıyısında yaygın çevre kirliliğine şahit olmasıyla yaklaşık bir asırlık hayatının son çeyreğinde, yukarıda bahsi geçen yerellik ve katılımcılık ilkeleriyle uyumlu olarak bir çevre aktivistine dönüşmesine yol açmıştı. Hudson nehrinin temizlenmesi için 1960’lı yılların sonlarında bir kampanya başlatılmasına önayak olmuştu. Bu öyle yarım yamalak yapılmış bir kampanya değildi. İnsanları nehrin temiz olduğu zamanları hatırlamaya teşvik etmek için 25 metrelik bir şalopa inşa ettirilip nehirde yüzdürülmeye başlandı. Aradan geçen sürede kurulan Clearwater örgütünün çalışmaları sayesinde bugün Hudson nehrinde tekrar yüzmek dahi mümkün.

Clearwater Şalopası

Seeger’in çevreciliği yerelle sınırlı değildi elbette. İklim değişikliği meselesine de kafayı takmıştı. “Bugünlerde hayatımın amacı derin anlaşmazlıklarımız olan insanlarla konuşma yöntemleri bulmamız gerektiğine dikkat çekmek. Aksi takdirde yüzyıl sonunda insan türü diye bir şey olmayacak”[8] diyordu.

Sadık dostu ve hayat arkadaşı Toshi’yi yaklaşık altı ay önce kaybettiğinde bile mücadele gücünden bir şey kaybetmeyen bu asırlık dev çınara güle güle. Yolu açık olsun. Tevazusu yüzünden ülkesi dışında müzik dünyasının büyük kesimi bile kaybını dolaylı yaşıyor. Onun gibisi kolay gelmez.

Elveda Pete


[1] The Protest Singer, Alec Wilkinson, Alfred A. Knopf, New York, 2009, s. 119

[2] http://www.peteseeger.net/HUAC.htm

[3] Bu düzenlemenin Joan Baez tarafından icra edilen mükemmel yorumuna da yer vermesek içimizde kalır: http://www.youtube.com/watch?v=lnFwR8G6u2g

[4] http://incil.info/kitap/Vaiz/3

[5] The Protest Singer, Alec Wilkinson, Alfred A. Knopf, New York, 2009, s. 53

[6] a.g.e, s. 106

[7] http://www.dailykos.com/blog/BOHICA/

[8] The Protest Singer, Alec Wilkinson, Alfred A. Knopf, New York, 2009, s. 117

You may also like

Comments

Comments are closed.