Gıda Toplululukları sitesinde Mayıs ayında yayınlanmaya başlanan ve her hafta farklı bir yazarın konuya dair makalesinin yer aldığı [Gıda Güvenliği ve Bağımsızlığı] yazı dizisine Yeşil Gazete Haftasonu ve Kitap eki‘nde ilk yazıdan başlayarak yer veriyoruz.
Yazılara bugday.org/ adresi üzerinden de ulaşabilirsiniz.
**
Bu yazı gidatopluluklari.org/ dan alınmıştır
3 – Gıda güvenliği ve bağımsızlığında tohum açmazı
İnsanlık, teknolojiyi bilime değil, bilimi teknolojiye ve ilgili sektörlere hizmet eder şekilde konumlandırdığından beri kısır bir kriz içinde. “Gıda”, “toprak” ve çok telaffuz edilmese de en gizli ve en temel bileşen olan “tohum”, günümüzün sorunundaki anahtar kelimelerden bazıları…
Verimli tohum ihtiyacı
1940’lı yıllarda dünyayı beslemek amacıyla tarım politikalarının mekanize edilmesi, verimin artırılması ve tarımsal arazilerin endüstriyel ölçekte işlenmesi ve işletilmesi için atılan sanayi adımlarının önemli bir kısmını, yüksek verimli tohum çeşitlerinin geliştirilmesi için yapılan araştırmalar ve ıslah çalışmaları oluşturuyordu. Verimli buğday çeşitleri ile başlayan değişim; Meksika’dan sonra 1950 ve 1960’larda tüm dünyaya ihraç edilen bir tarım politikası haline gelmişti. Söz konusu gelişmeleri; birçok devlet organının yanı sıra Rockefeller ve Ford aileleri de 1963 yılında “Uluslararası Mısır ve Buğday Geliştirme Merkezi (CIMMYT)”nin kuruluşunu fonlayarak desteklemişlerdi. Bu değişen düzende insan ve hayvan gücü ile doğal girdilere dayalı küçük ölçekli üretim modelinin yerine; petrole dayalı, her adımında makinaların kullanıldığı, sentetik kimyasal gübre, sistemik sentetik ilaçlar ve en önemlisi, ıslah edilmiş ticari tohumlukları bir bütün olarak ele alan yeni bir anlayış ortaya koyulmuştu. Tohumlar sürekli olarak “birim alanda elde edilen ürünün tonajı” üzerinden birbiri ile rekabete konu ediliyordu.
Üretici ıslahı
Tüm dünyada olduğu gibi, kuruluşundan beri ABD’deki üreticiler (bilge tarımcı olan yerliler de dahil) bir tür “katılımcı ıslahçı” durumunda oldular. Bu süregelmiş olan katılımcı ıslah kazanımları modern anlamdaki bilimsel ıslah çalışmalarının temelini oluşturuyordu ve bu çalışmalara hazır bir kaynak olarak sunulmuştu. Çünkü yerel tohumların farklı coğrafyalara, toprak yapılarına, iklimlere, hastalıklara ve kültürlere adaptasyonu, direnç göstermesi ve evrilmesi zaman alan ve kontrol / gözlem gerektiren değişimlerdi. Çiftçiler, kendi tohumunun geleceğini korumak adına sürekli olarak, en sağlıklı ve verimli tohumlardan tohumluk ayırarak ve bu seçilmiş tohumları bir sonraki sezon ekmeye devam ederek, tohumdaki genetik değişim ve adaptasyon sürecine büyük katkı sağladılar.
Tohum çeşitleri ve bağımlılık
İnsanlığın tarım hayatına geçtiği günün öncesinden beri doğada tohumlar var ancak bu dönemden sonra seçici ıslah ile sadece fayda getiren, dayanıklı ve verimli türler seçilerek, ekilerek ve çoğaltılarak bir çiftçi ıslahı dönemi başladı.
Doğadaki açılımı, yayılımı ve değişimi halen devam eden nitelikte ve yerel şartlara adapte olmuş; o bölgede uzun süredir tarımı yapılan tohumlara yerel tohum, köy çeşidi, köy popülasyonu, atalık tohum vb. isimler veriliyor. Bu tohumlardan elde edilen ürünler aynı hasat sezonu içinde şekil, renk, koku, tat vb. özelliklerinde farklılıklar gösteriyor. Yerel tohumlar; bulunduğu ortamdaki hastalık, zararlılar ve coğrafi koşullara göre evrilmekte olan bilge ve dirençli tohumlar. Söz konusu genetik geçmişin gücüyle birlikte bu tohumların -o üretim sezonunda toprakta az besin varsa veya bir sele maruz kalsa bile- hayatta kalma olasılığı yüksek. Sürekli olarak bu tür olumsuzluklardan hayatta kalan tohumları seçerek devam eden çiftçiler, geçmişten bugüne bu biyogenetik mirasın oluşmasına önemli katkı sağlıyor.
Tohum firmalarının; aynı bitki familyasından iki çeşidi seçerek ve bu çeşitlerin özelliklerini birleştirerek elde ettikleri çeşitlere “melez çeşitler” adı veriliyor. Yerel tohumlardaki doğal melezlemenin aksine bu melezleme sürecinde kontrollü ortamlarda el ile müdahale ve yoğun denetim/gözetim gerekiyor. Melezleme sonucu elde edilen yeni çeşit, ana ve babasının özelliklerini taşımakla beraber; genetik açılımın doğasından ötürü, bir sonraki sene tohumu ayrılarak tekrar ekildiğinde aynı özellikleri göstermek yerine, anaya veya babaya geri dönme potansiyeli taşıyor. Söz konusu yeni çeşidin melezleme sonrası nesillerde ıslah edilerek standart ve ari bir yapıya kavuşturulması durumunda ise bahsi geçen geriye dönüş riski azalıyor ancak kontrolsüz tarımda; aynı veya yakın arazilerde aynı familyadan diğer türlerle tozlaşıp, istenmeyen bir türe doğru melezlenmesi olasılığı yüksek.
Tohum firmaları genellikle verimli melezi elde ettikleri ilk sene, tohumu ana ve babanın özelliklerinden uzaklaşması için bir standardizasyon sürecine sokmadan ve bu işleme kaynak ayırmadan satışa sunmayı tercih ediyor. Bu tohumlara F1-Hibrit adı veriliyor. Çiftçi de özellikle büyük arazilerde bu tohumun karışıp açılım göstermesi riski ile beraber, istenmeyen ürün ve düşük verim risklerini göze almadığı için, her sene yerel tohumu ürünün en iyisinden seçip ayırmak yerine, sıfırdan tohum satın almak için tohum firmalarının kapısını çalıyor. Bu durumda; hangi tohumun ekileceğini, tohumun satış fiyatının ne olacağını, hangi tohum için hangi dönemde hangi sentetik ilaç ve gübrelerin kullanılması gerektiğini tohum firmasının kararına bırakıyor; ki işte tam da bu noktada gıda güvenliği ve bağımsızlığı tehlikeye giriyor.
Günümüzde gıda güvenliği ve bağımsızlığına dair tehditlerin dışında bir diğer bilinmez ve büyük risk de; patentlenerek fikri mülkiyet yasaları ile korunan genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) içeren tohumlar ile bu tohumların ihtiyacı olan, o geliştirilen çeşide özgü kimyasal ilaçlar ve gübreler bütünü. Bu zorunlu bileşenlerin tümü, çiftçi üzerinde tohumdan ilaca kadar mecburi bir ekonomik ve politik bağımlılık yaratıyor. Bu sene paketi 10 liraya satın alınabilen bir domates tohumunun bir sonraki sene tüm firmalarda sözbirliği yapılarak 500 lira fiyatla satışa sunulmayacağının güvencesini kim verebilir?
ABD’de yasal durum
1930 yılında ABD’de kongreden geçen “Bitki Patent Kanunu (Plant Patent Act)” ile özel sektör tarafından gerçekleştirilen tüm ıslah ve tescil işlemleri patent koruması altına alınarak bir ticari meta haline dönüştürüldü. Söz konusu 40 sene içerisinde çiftçilerden gelen baskılarla 1970 yılında kabul edilen “Bitki Çeşitliliği Koruma Kanunu (Plant Variety Protection Act)” ile ABD tarım birimi USDA; ıslahçı kurum ve kuruluşlara; üzerinde çalıştıkları tohum çeşitleri ile ilgili 18 ila 20 yıl süreyle ayrıcalıklı pazarlama ve ticari faaliyetle ilgili haklara sahip olmasını sağladı. Ancak bu kanunun iki özel maddesi ile, ticari ıslahçılar ile çiftçiler arasındaki gerilimin bir ölçüde dengeye kavuşması hedeflendi:
1- Çiftçiler kendi üretimleri için tohum alma ve saklama haklarına sahiptir.
2- Patentli çeşitlerin akademik araştırmalarda kullanılmasına izin verilir.
Bu kanun sayesinde, tarihte tohumların gerçek hamisi olan çiftçiler; kendi üretimi için tohumluk ayırmanın yanı sıra kendi tohumlarının verimini artırmak için ıslah çalışmalarına da devam edebildiler. Ancak 1970 yılında kanunda verilen; “çiftçinin bu tohumları başka üreticilere pazarlayabilmesi hakkı”; 1994 yılında kanuna yapılan bir ilave düzenleme ile kaldırıldı ve söz konusu tohumların çiftçiler arasındaki ticareti engellendi. Bu kanun aynı zamanda tohum ıslahçısı firmalara; tohumun diğer rakip firmalar tarafından çoğaltılıp ıslah çalışmalarının yapılamaması güvencesini ve ayrıcalığını kazandırdı.
Söz konusu ayrıcalıklarla tatmin olmayan özel sektör; pozisyonunu ve gıda üzerindeki hâkimiyetini perçinleştirmek adına agresifleşti ve son yıllarda kurulan büyük sermayeli firmalar ile gıda ve tohum üzerine tam bir hâkimiyete kavuşmak için bütün adımları attı. Bu adımlar sırasında; özellikle genetiği değiştirilmiş organizmalar ve diğer yüksek verimli bitki çeşitleri üzerinde söz sahibi olma ve araştırma yapmanın bir “buluş” niteliğinde olduğunu kamuoyunda yaygınlaştırmaya ve pozisyonlarına itibar katmaya çalıştılar. Bu sayede de aslında sadece teknolojik buluşlar ve yenilikler için verilen “Buluş Patenti”nin tohumlar için de verilmesini talep etmeye başladılar ancak ABD kongresi; buluş patentinin bitki ve tohumlara uygulanamayacağı kararını aldı.
2013 yılı itibariyle dünyadaki tescilli/patentli tohumların yüzde 53’ü üç firmanın tekelinde bulunuyor. Dünyadaki tohum piyasasının yüzde 73’ünü on firma kontrol ediyor. [1]
Türkiye’de yasal durum
2006 yılında çıkan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu ile; ABD’de 1930-1994 yılları arasında yapılan tüm hukuki değişimler Türkiye’de tek bir kanun ile bir seferde tesis edildi.
Söz konusu kanun ile, binlerce yıldır bu topraklarda özgür olarak üretilen; bakanlığın listesinde kayıt altına alınmamış köy çeşitlerinin ticari tohumluk olarak üretilmesi yasaklandı. Kanunu yorumladığımızda, bu çeşitlerin bakanlık envanterine kaydedilmesi ve sonrasında da yeni çeşitlerde ana-baba yani gen kaynağı olarak kullanılmak üzere firmalar, kurumlarca ıslahına izin verilmesi ve sonrasında elde edilen yeni çeşitlerin o tüzel kişiliğin adına tescil edilmesi üzerine onyıllardır geliştirilen global politikaların son yasal ayaklarından biri olarak hayata geçirildiğini söyleyebiliriz. Bu durum; çiftçilerin ticari amaçla tohumluk üretmesini engellemenin yanı sıra yerel tohum ticaretini de yasakladığı için, gıda egemenliğinin, tıpkı ABD’de olduğu gibi firmaların eline geçmesi için zemin hazırladı. Söz konusu kanun; çiftçilerin yerel tohumları yalnızca kendileri arasında ve kendi ihtiyaçları ile sınırlı kalmak üzere ve miktarda veya deneme üretimi amaçlı takas edebilmesine izin veriyor. [2]
Çeşitlilik azalıyor
Yerel çeşitlerin firmaların kontrolüne geçtiği son yüzyılda maalesef biyoçeşitlilik adına insanlığın ve tüm doğanın çok ciddi kayıpları oldu. Ticari ıslah zihniyeti ve tohuma bir patent/buluş metası olarak bakan politikalar; verimli olmayan türlerin ıslahı ve devamı ile uğraşmayıp söz konusu nesillerin sona ermesine dolaylı olarak neden oldular. Örneğin; 1903 yılında ABD’de toplam 544 farklı türde lahana varken; bugün bu sayı yalnızca 28. Yine aynı şekilde mısır çeşitleri bu dönemde 307’den 12’ye inmiş durumda. Kabak 341’den 40’a; domates 408’den 79’a indi. [3]
Bugünkü durumda büyük üreticilerin tamamı; küçük üreticilerin veya aile çiftçilerinin büyük çoğunluğu (neredeyse tamamı), piyasada kalabilmek için verimlilikten vazgeçebilme şansları olmadığı gerçeğiyle, en verimli türlerin peşinde giderek yerel tohumlarını kaybetti veya kaybetme sürecinde. Söz konusu olumsuz gidişte bir umut ise; yerel tohumun yaygınlaşması amacıyla bu konunun savunuculuğuna soyunarak ortaya çıkan çok sayıda grup, sivil toplum kuruluşu, yerel yönetim ve inisiyatif; sürekli olarak farklı coğrafyalarda tohum takas etkinlikleri düzenliyorlar. Ancak bu şenliklere katılanların büyük çoğunluğunun çiftçiler değil, belirli bir entelektüel birikimde ve durumun aciliyetinin farkında olan şehir kökenli insanlar olduğunu düşündüğümüzde; söz konusu kayboluşun devam edeceğini söyleyebiliriz. Ancak sonradan çiftçiliğe giren/girecek olan bilinçli üreticilerle ve bu ürünlerin yerelde pazarlanabileceği gıda topluluklarına ulaştırılması ile bir dönüşümün mümkün olabileceği ihtimalini de unutmamak gerek.
Özgür tohumlu günlerin umuduyla…
[1] ETC Group, Who will control the Green Economy? (Ottowa: ETC Group, December 2011), 22
[2] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/11/20061108-1.htm
[3] Uluslararası Kırsal Gelişim Vakfı (RAFI)
Fotoğraflar: Buğday Arşivi, www.gdoyahayir.net
Mehmet Gürmen