Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Geleceğin hayaletleri ile oyun olmaz

0

İstanbul Havalimanı‘nin üçüncü pisti 20 Haziran’da törenle hizmete açıldı. 2019 yılında bu havalimanını kullanan yolcu sayısı Atatürk Havalimanı‘nı 2018 yılında kullanan yolcu sayısının bile altında kalmıştı, THY‘nin bütün kalkışları buraya alındığı halde.

Pandemi koşullarında, Mayıs ayında ise bu havalimanını kullanan yolcu sayısının yüzde doksandokuzdan fazla düştüğü görülüyor. Normalleşme koşulları içinde ise, iyimser tahminlerle kullanıcı sayısının geçen yılın yarısını bulamayacağı konuşuluyor. 

Yolcu garantisi verilmiş olduğu için, konsorsiyumun zararını devlet ödüyor, anlaşma koşullarına göre. Aynı yeni yapılan köprülerdeki, araç tünelindeki gibi. Buna karşılık havalimanı için tahsis edilen arazinin Atatürk Havalimanı’nın altı misli olduğu ve asıl gelirin burada kurulacak yeni yerleşim alanı üzerinden sağlanacağı tahmin ediliyor. Benzer şekilde, köprülerden sonra yeni yerleşim alanları yaratmak için akla gelen Kanal İstanbul Projesi‘nin çevresindeki arazinin de bir bölümünün imar planları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanmış…  Bunlar büyük bir bütünün içinden göze çarpan yalnızca bir kaç örnek.

Pandemi hiç şüphesiz beklenmedik etkiler yarattı. Ancak büyümeci gelişme modeli kendi kendisini yeniden üreten bir yapı. Sanki her şey eskiye dönmeye çalışıyor. Şehir kaynakları üzerinden gerçekleşen büyüme modeli, koşulları dikte ediyor. Kriz küresel olarak bastırılmak zorunda. Bir tür “geleceğin kolonileştirilmesi” söz konusu, Antony Giddens’in dediği gibi (1). 

Henüz olmadığı için yokmuş gibi yapılan: İstanbul depremi

Bu küresel durum bizi insan-merkezci dünyanın sürekliliğine ve sorunların üstesinden gelebileceğine inanmaya zorluyor. İktidarın bunlarla başa çıkamayacağını düşünmek bile ürkütücü. Hastalıklar, şiddet, yoksulluk, felaketler, savaşlar artsa bile geri dönüş yok. 

Ancak elbette ki bizi dürten, dürtmekle de kalmayan hayatımızı alt üst etmeye çalışan bilmediğimiz, belirsiz olan bir şeyler var. 

Bunlar geleceğin, “henüz olmayan”ın hayaletleri.  Kapitalizm geçmişin, “artık olmayan”ın hayaletlerini ehlileştirdi. Ama geleceğin hayaletlerini ehlileştirmekte zorlanacağa benziyor. Sorunların üstesinden geleceğine inandırmaya çalıştığı kadar, kendi sonunun dünyanın sonu olacağını kabul ettirmeye çalışıyor. Bu şekilde pandemi şimdiden, gelecekten sanki geçmişe doğru itiliyor.

Bu durum bana Mark Fisher‘in geçmişin yani “artık olmayan”ın hayaletleri gibi, “henüz olmayan”ın da bir hayalete dönüştüğünü söylemesini hatırlatıyor (2). Örneğin gelecekte gerçekleşmesi muhtemel değil, kesin olan İstanbul Depremi: O belki şehirdeki yüzbinlerce insanın beton altında ezilmesine yol açacak, aynı zamanda şu anda ne pahasına olursa olsun asla ödün verilmeyen gayrımenkul yatırımlarının önemli bir bölümünü bir anda değersiz hale getirecek olan tuhaf bir hayalet. 

Henüz olmadığı için varlığı da yokmuş gibi yapılan.

Tıpkı “artık olmayan” gibi, “henüz olmayan” da bir hayalete dönüşüyor. Böylece her zaman yapıldığı gibi artık olmayan (geçmiş) ile henüz olmayan (gelecek) arasında bir fark kalmıyor.

Fisher’in söylediği gibi günümüzün hayaletleri arasında yalnızca geçmişten izler, “artık olmayanlar” değil, gerçekleşmemiş olanlar, henüz var olmayanlar var.  Ancak şu farkla: Henüz var olmayanların hayaletleri geçmişin hayaletleri gibi ehlileştirilmiş değiller. Bunların, yani “henüz olmayan”ların hem hayalet, hem de hayalet olmama ihtimalleri var. “Henüz olmayanlar” olarak ehlileştirilemeyecek kadar vahşiler. Onlar yalnızca travmatik bir geçmişin hayaletleri olarak değil, olanlar olarak dünyamıza dahil olabiliyorlar. Pandemiler,  ekonomik çöküşler, savaşlar, depremler, küresel felaketler… Geçmişin hayaletleri nasıl dünyayı yıkımlara, soykırımlara, savaşlara götürmeden varlıklarını gösteremedilerse, geleceğin hayaletleri de dünyayı felaketlere götürmeden varlıklarını gösteremiyorlar.

Mark Fisher.

“Artık olmayan”ın varlığı ya da izleri olarak kapitalizmin içinde yeni vücutlar buldular. Onların travmatik yoklukları sayesinde hayaletler var olmadıkları, ölmüş oldukları için muhafazaya alınmış ve ehlileştirilmişlerdi. Kimlikler, ulusdevletler kapitalizmin bastırdığı, yok ettiği geçmişti. Günümüzün egemenleri, otokratları ise bu alışkanlıkla ne buldularsa onları hayaletlere dönüştürmeye giriştiler. İlk bakışta çevresel koşullar üzerinde tam bir hakimiyet kurulmuş gibi gözüküyordu.  Üstanlatılar devlet aklını oluşturan eylemsellikler içinde ruhani bir işleve sahiptiler. Bürokratik alandaki güçleriyle bu hayaletlere meydan okuyorlardı. Ancak neoliberalizm onları da “artık olmayan”ın hayaletleri olarak yeni kimliklerine kavuşturdu.

Burada üstanlatılar hem geçmişin, artık olmayanın hayaletleri ile hem geleceğin henüz olmayanın hayaletleri arasında bir yerde duruyorlar. Geleceğin hayaletleri insanın özne olmadığını ispatlamak üzere fırsat kolluyorlar.

Henüz olmayanın hayaleti

Bu yazının da düğüm noktası burada: Üstanlatılar, insanı özne olduğuna inandıran bilimsel pratikler, devlet gücünü kullanan bir imtiyazlı toplumsal tabakaların anlatılarına, yani inançlara benzediler. Sorgulanmadıkları, her seferinde yeniden üretilmedikleri ya da canlı olarak hayatta kalmadıkları için hayaletlere dönüştüler. Sorun şu: Üstanlatılar iktidardan nasıl ayrışabilir? Onunla örtüşmekten, neyin doğru veya neyin yanlış olduğunu iktidar üzerinden söylemekten vazgeçebilirler?

Sorun üstanlatıları yeniden üreten sermaye sahibi sınıfların neoliberal koşullarda kendi kamu yararlarını temsil eden bir sınıfa dönüşme eğiliminde olmalarında olabilir. Üstanlatıları üretenlerin seküler olmayan bir sınıfa (ruhban sınıfı) dönüşmeleri gerçeklikle temasın rahatsız edici ve bastırılması gereken bir dürtüye dönüştürüyor. Tıpkı deprem, iklim krizi, pandemiler gibi. Onların iktidar üzerinden konuşmaları ne yaptıklarını görmelerini engelliyor. Üstanlatıları anlatıya çeviriyor. Böylece üstanlatılar ehlileştirilmiş geçmişteki gibi kimlik temsiline dönüşüyor. Ne söyledikleri değil, ne yaptıkları öne çıkıyor. İstanbul’un Çevre Düzeni Planları‘nda olduğu gibi 500 uzmanın bir üniversite kuracak kadar bir bütçeyle hazırladıkları çalışmalar bir kenara atılıyor. Hayaletlere hayaletlerle karşı çıkılamıyor. Hayaletlere karşı tek çare bilginin sınırsız ve sonuçsuz bir şekilde gerçeklikle temas arayışında olması, tıpkı küresel planda pandemi koşullarında sağlıkbilimcilerin yaptıkları gibi.  Mesele üstanlatıların kendi mantıklarını, ağlaşma ilişkilerini koruyacak yetkinliğe sahip olması, iktidardan ayrışması.   

Neoliberalizm üstanlatıların üzerine bir çizik attı.  Ama aynı zamanda nesneleştirdiklerinin tekrar eyleyenler olarak insanın dünyasına girmelerine yol açtı. Bu hakimiyet biçimi henüz olmayanın varlığını belirsizleştirdi. Bu nedenle riskler adı verilen şeylerin hem hayalet olma hali, hem de olmama hali aynı anda gerçekleşti.

Benden söylemesi: 

Henüz olmayanın hayaletleri ile oyun olmaz. Hem hayalet, hem gerçeklik olarak karşımıza çıkabilirler. Bir gün bir beton parçası gibi başımıza düşebilirler. Onların ne yapacakları belli olmaz. Cin gibi çarparlar!

*

  1. Antony Giddens, Modernite ve Bireysel Kimlik. Ümit Tatlıcan (Çev). Say Yayınları, Ankara 2010
  2. Mark Fisher’den aktaran Koray Kırmızısakal, İstikrarlı Nostalji Kapitalist Gerçekçiliktir.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.