Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Sen de yalnız mısın Lenin? – Ümit Aykut Aktaş

0

“Alaca karanlık yerini güneşin kızıllığına bırakmakta direniyordu,” gibi bir cümleyle açılış yapmak pek de gerçekçi olmayacak. Çünkü güneş, yüzünü göstermemekte bir saray cariyesi kadar başarılı bu topraklarda. Sürekli koyu gri bir gökyüzü tepenizde.

Yurt dışı iş seyahatlerine nedense hep Kiril Alfabesi kullanılan ülkelere gittim. Ve nedense hep yalnız başıma. Bu sefer çocukluk arkadaşım Metin’i de davet ettim bana yarenlik etsin diye. İş anlaşmasını imzalamam topu topu yarım günümü alacaktı, ondan sonraki üç günde hem Selin’i unutmaya çalışacak hem de Metin’le eski anılarımızdan dem vurup kentin altını üstüne getirecektik.

Metalist Kharkiv. Bu kentin adını dahi duymadan önce futbol takımının adını duymuştum. Karkiv… Karkov… Harkov… Havalimanından kente adım atıncaya değin telaffuzu değişip durmuştu. Bizi otele getiren taksiden indikten sonra Metin, kendi hattını yurtdışı konuşmaya açtırmadığı için benim telefonumla, karısıyla konuşurken, ben de simple past tense’ten öteye gidemeyen, devlet okullarında öğrenilmeye çalışılmış İngilizcemle, resepsiyonda görevli Charlize Theron’la, Jessica Biel arası kızdan gözlerimi ayıramayarak oda anahtarlarımızı istedim. Asansöre doğru yürürken Metin, sadece burada kullanacağı yeni hattın sim kartını telefonuna yerleştiriyordu. Bana dönüp “Bir kaç ay önce Skype’den çok şirin bir kızla tanıştım sen iş anlaşmanı imzalarken ben de onunla bir şeyler içmeye gideceğim, bizim hatun ararsa akşamüzeri buluşacağız, o otelde kaldı dersin. Pahalı olduğunu bildiği için oteli aramaz, merak etme,” deyip yeni numarasını kaydetmemi istedi. Belli etmemeye çalışsam da, bozulmuştum. Alengirli işler çeviriyor ve bana yeni haber veriyordu. Ben bordrolu yaşamın sıkıcı ama garantili patikasından ayrılıp ciddi riskler içerse de kendi işimi kurmuştum. Metin ise tüm çağrılarıma rağmen bu riske girememiş, bordrolu çalıştığı işinden ayrılamamıştı. Benim banka hesabımdaki bakiye ile onun hayatındaki kadınların sayısı aynı hızla artmıştı. Hayat böyleydi işte, her şey aynı anda olamıyordu. İlk başlarda sanki olacakmış gibi görünüyorsa da, olamıyordu.  Metin, iş hayatında alamadığı riskleri aşk hayatında sıkça alır olmuştu. Hem de karısını kuşkulandırmamayı başararak. Karısına yalan söylemeye doğal bir yatkınlığı vardı. Ben bile kaçamaklarını bildiğim halde çoğu zaman ona inanıveriyordum.

İş anlaşmasını kısa ve acısız bir şekilde imzaladıktan sonra yeşil ve sarı balgamlı tükürüklerin süslediği kaldırımlarda yürürken Metin’i aradım. Telefonu sürekli meşguldü. Tükürükler, Slav diyarındaki Türk izleri miydi? Yoo… Her şeyi de Türklerin üzerine yığamayız yaa… Kuru soğuğun hâkim olduğu bu kentte yaşayan insanlar üst solunum yolları enfeksiyonlarından mustaripti büyük olasılıkla. Güneş, burada Tanrı gibi, hiç görünmüyor ama bir gün görünebileceği umudunu bir sonraki güne taşıyordu.

Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA3

Saat dörtte hava kararıvermişti. Akşamüzeri, dışarıdan lezzetli yemekleri olduğunu hissettiren bir kafeye gittim. Çat pat İngilizcem pek işe yaramıyordu çünkü buradakiler simple present tense kadar bile ilerleyememiş görünüyorlardı. İngilizce menüden siparişlerimi verdim. Tüm personel kadındı. Sokaklarda gördüğüm kadınlar ve buradakiler bir manken kadar çekiciydiler. Önce yerel bir salata geldi. Burada salata ile açılış yapılıyordu. Ardından yerel yemekleri borç çorbası; baharatı tuzu yağı az olan, haşlama pancar, lahana, havuç ve patatesli lezzetli bir çorbaydı. Yolda yürürken görmüştüm, pek çok yerde kadınların işlettiği küçücük dükkânlarda bataklık gibi kapkara bir toprakta yetiştiği belli olan garip şekilli kumlu patatesler ve havuçlar satılıyordu. Çorbamı iştahla kaşıkladım. Hiç bir şifre olmadan her yerden internet erişimi mümkündü. Bir süre şirketten gönderilen e-postalarıma baktım.  Hazır doymuş ve rahatlamışken Metin’i bir kez daha aradım. Telefonunu kapatmıştı. Yaptığı domuzluğa sinirlenip kendimi yemeğe verdim. Menüden parmağımla red wine ve grilled pork’u işaret ettim. Çatlayıncaya kadar yedim. Kadehteki şarabımın en tatlı yudumlarını içtikten sonra hesabı istedim. Bahşişle birlikte yüz elli grivna ödedim. Burada vergilerden dolayı yiyecek, içki, sigara muazzam ucuzdu. Moskova’da olsam en az beş katı hesap öderdim.

Otele döndüğümde yorgunluktan ölüyordum. Metin’in karısı aradığında endişeyle iş toplantısında olduğumu, Metin’in çok yorgun olduğu için odasında uyuduğunu söyledim. Cümleyi kurarken vurguyu “iş toplantısı” kısmına yükledim. Telefonu halen kapalıydı. “Uçkur düşkünü”nden daha nazik bir sözcük aradım ama başarılı olamadım. Uyduruk otel şampuanlarını kullanmak yerine yanıma aldığım medikal şampuan ile uzun, gevşetici bir duş aldım ama gevşeyemedim.

Keyfimi kaçırdıkları için sırasıyla Metin’e, karısına, taharet musluğu olmayan tuvalete okkalı küfürler savurdum. Buradaki kafe ve otellerde sigara yasağı bizdeki kadar katı değildi. İstanbul’da, ziftlenmek için paketine 8,5 lira saydığınız sigaraya burada 2,5 lira karşılığı 10 grivna toka edip, helalleşebiliyordunuz. Ucuna bastırdı mı nane kapsülü çıtlayanlarından bir tane sigara yaktım. Televizyonu açtım. Kanal ayarları yapılmış sadece beş kanal vardı. 1+1 kanalında karşımda Hürrem Sultan ya da onlara göre Roxelana endam gösteriyordu. Koridordan farklı farklı kıkırdamalar, gürültüler geliyordu. Kapıyı açtığımda farklı odalara girip çıkan genç kızlarla karşılaştım. Sahte olmayan sarışınlar, sahte gülücükler saçıyorlardı. Zannedersiniz ki koridorda Victoria’s Secret defilesi düzenleniyor. Metin’in telefonunu bir kez daha çaldırdım halen kapalıydı. Acaba başına bir şey mi gelmişti? Tarantino’nun Hostel’ine benzer gerilim senaryoları gece boyunca zihnimde dolandı durdu. Gürültüler gece ikiye doğru azaldı sanırım o aralıkta sızmışım.

Sabaha karşı gelen mesajda küçük harflerle özensizce “seni arıcam” yazıyordu. Rahatlığına ifrit olmama rağmen en azından başının dertte olmadığına sevinmiştim. Sabah otelin kahvaltı salonunda pek çok Türk’ün konuşmasına kulak misafiri oldum. Para karşılığında vücut sıvılarının değiş tokuşu niyetiyle kente gelen, sevgili yurttaşlarımın konuşmalarından Ukrayna hakkında önceden roket atarlı ön yargı bombardımanına tabi tutulmuş oldukları anlaşılıyordu. “Beraber duj elli dölar,” imgelemiyle sınırlı bu sohbetleri daha fazla dinlemek istemedim. İlla sevgili bulmak istiyorlarsa gece kulüplerine, barlara da gidebilirlerdi. Kaç grivna verirlerse versinler bir tenin gerçek sıcaklığını satın alabilirler miydi sanki?

Kahvaltı için dışarıda güzel bir yer aradım. Gotik caddelerde gezindim. Flatron binasının benzerlerinin arasından geçtim. Caddelerde seksenli yıllara ait kaportası her an dağılacakmış hissi veren üç otomobile karşılık bir son model jeep gezinmekteydi. Buz gibi ıssız sokaklara saptım. Ayaküstü bir kafeden çikolatalı kruvasan ve filtre kahve aldım. Tam kahvenin yanına bir sigara yakmayı planlıyordum ki; Metin telefonumu çaldırıp kapattı. Sigaramı kulağımın arkasına koydum. Metin efendiyi aradım. “Oğlum, nerelerdesin yaa… Meraktan öldüm. Karın sürekli arıyor ne diyeceğimi bilemiyorum artık… Beni çok zor durumda bıraktın,” der demez sevişme sonrası bir sesle karşılık verdi. “Söz yarın geliyorum. Altını üstüne getireceğiz şehrin.” Yüzünü göremesem de, yatakta yanında yatan kıza doğru göz atarak, üç numaralı sahte Bruce Willis gülüşünü yüzüne yerleştirdiğine yemin edebilirim. Adam Antepli tabii ne de olsa Kharkiv’le kardeş şehirli, kendince ülkesini tanıtacak elbet!

Kıçımda yaşlıların giydiğine benzer yün bir içlik olmasına rağmen yine de donuyordum. Soğuktan ellerim, dudaklarım çatladı. Keşke sırt çantama askerdeyken kullandığım yağlı küçük Arko tüplerinden atıverseydim. Bunlar yetmezmiş gibi bir de kesik kesik öksürüyordum. Pastil almak yerine küçük bir cep kanyağı aldım. Yakıtı alınca yol daha katlanılır olmuştu. Yola devam ederken bir Metalist forması satın alıp attım sırt çantama.

  Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA 1 Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA2

Sonraki iki gün boyunca geceli gündüzlü katedrallerin tümüne girip çıktım. Ayinlere katıldım. Aynı kiliseye bir kaç kez girip çıktığımdan pederle de ahbap gibi olduk. Birbirimize gülümseyip duruyorduk. Hatta buralarda biraz daha kalsam baş piskopos seçilme şansım bile olabilirdi.  Doğrusunu söylemek gerekirse kendimi kımıldayan her şeyin fotoğraflarını çeken Japon turistlere benzetiyordum. Telefonumu da kapatmıştım. Metin’de, karısı da umurumda değildi artık. Bulmak isteyen beni bulurdu, nasıl olsa kaldığım otel belliydi. Hem karısının oteli arayıp, Metin’e ulaşamayınca önüne geleni haşlamayacağı ne malumdu.

Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA5 Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA4

Yaş ortalaması 60 olan kadınların çalıştığı Tarih müzesinin dört katını da hatmettim. Müzede neredeyse fotoğrafımı çekeceklerdi, sergilemek için olsa gerek… Çıkarken müzeye en son beş yıl önce bir Türk’ün ayak bastığını söylemeden edemediler.

Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA6 Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA7

Arka sokaklarına girmeden, metroya, tramvaya, otobüse binmeden o kenti tanıyamazsınız. Metroya, cırtlak renkli yerel minibüslere, müzelik tramvaylara bindim. Girilmedik sokak, gezilmedik anıt, heykel bırakmadım.

Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA8 Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA9

Bilinmeyen bir şehrin sokaklarında kaybolmak kadar güzeli var mı? Diye düşünüken; Kayboldum. Asosyal medyada habire nerede olduklarını etiketleyenlere öykünerek “I’am at kayboldum lan!” yazmak istedim bir yerlere. Cep telefonumun şarjı bitip navigasyonu kullanılamaz hale geldi ama sorun etmedim. Elmalı votka alıp içe içe gezdim. Bizdeki vergilere, sırasını hatırlamamakla birlikte yaşama, yürütmeye, ön yargıya küfrettim. Elimde 200 grivna bahşiş atacak sokak müzisyeni aradım ama bulamadım. Aç karnına içince kafayı bulmaya başlamıştım. Aslında kafam güzelken eski sevgilimi aramak geliyor içimden her seferinde. Ansızın. “Hadi gel Selin, o seyredemediğimiz Lost’un 5. Sezonunu izleyelim mi?” diyebilmek için belki de… Kafanız sürekli onunla meşgulken, zihin alkolün etkisiyle esir tuttuğu ayrıntıları serbest bırakıveriyor hemencecik. Kamufle edilmiş arzular kompartımanım kapılarını ardına kadar açmıştı, üstelik inilecek istasyona henüz ulaşmamıştım, votkam daha yeni yarılanmıştı. Mutluluk bir istasyon değil ve yanınızda olmasını istediklerinizin hep daha mühim işleri var. İlk ankesörde durdum ve kredi kartımı soktum deliğe. Çevirdim aklımdan hiç çıkmayan numaraları. Dakikalarca aramama rağmen telefonu sürekli meşguldü. Yeni sevgili bulmuş dedim içimden, iyi bilirim annesini iki dakikada paketleyiverir yoksa.

Aşk meşk olaylarını elimin tersiyle itip tek yolun devrim olduğunu düşündüğüm üniversite zamanlarıma dönmeye başladım votkam dibine yaklaşırken. Üniversitede dernek başkanıyken şimdilerde yurt dışında asortik yerlerde çektirdiğim fotoğrafları facebook’a yükleyerek mastürbasyon yapanlardan oluvermiştim. Kafamda kızıl renkli bir şimşek çaktı. Parasız dönemlerimin kahramanı Lenin’e gitmeliydim. Bir tek o anlardı beni. Özgürlük Meydanı yakınlarda olmalıydı. Son kalan beş Lenin heykelinden birine doğru emin adımlarla ilerlemeye başladım.

 Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA10

Asitli içecek reklam panoları arttıkça Özgürlük meydanına yaklaştığımı hissediyor, arada bir elimdeki şişeden kuvvetli yudumlar almaya devam ediyordum. Aniden üstüne bastığım meşrubat kapağı dengemi bozdu. Lağım ızgarasına doğru pis burun vurdum kapağa. Logosu Kiril harfleriyle yazılmış meşrubat kapağı şandelden girdi kaleye. Üç puan Metalist’e. Nefes nefese kalmıştım ama Frenklerin Freedom Square dedikleri meydana doğru yaklaşıyordum.

Sen de Yalnız Mısın Lenin - ÜAA11

İşte Lenin karşımdaydı. Bir yakını ölmüş gibi bakıyordu gerçi ama havadandır dedim, üstelemedim. “Sinirlerim çok bozuk, bildiğin gibi değil,” dedim ve boş votka şişemi mozoleye bıraktım. “Çirkin Sosyalizm yoktur az votka vardır,“ dediğimde şaçmalamaya başladığımı anlamıştım ama anlayışlı adamdı beni anlardı. “Bi de sana ne zamandır söylemek istiyorum,”dedim, cümlenin sonuna bir de sigara ekleyerek; “Sosyalizm, eşitlik vaadediyor özgürlüğün ucunu gösteriyor. Kapitalizm ise konfor ve özgürlük vadediyor ama kıçını gösteriyor ,” dedim. “Neyse bunların artık bi önemi kalmadı,” derken yanan sigara elimden düşmüştü.

“Ben çok yalnızım… Gerçekten çok yalnızım… Sen de yalnız mısın Lenin?”

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.  

41-Ümit-Aykut-Aktaş

 

Öykü ve Fotoğraflar: Ümit Aykut Aktaş

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.