Hafta SonuKitapManşet

Bahar geliyor ama gecenin bundan haberi yok – Özlem Kiper

0

“Nilgün o kadar güzel ve o kadar iyi yazılmış ki, gözlerim doluyor.”

Atmıyorum, tüm heyecanımı bu mektup yansıtsın istiyorum.

Hatta bir başlangıç olayım, okuyan ve isteyen herkes sana mektup yazsın,

sana yazdıklarını hissederek…

 

Pek Kıymetlim,

 

Kitabın elime ulaşır ulaşmaz başladım okumaya. Kalbimde nasıl bir çarpıntı. Oğlanı Nepal’e yollamıştık aynı gün, biraz da onun tedirginliği üzerimde. İlk cümleyi okudum altını çizdim: Bahar geliyor ama gecenin bundan haberi yok. Sanki tüm kitabın söyleyeceklerinin altını çizmişim gibi geldi, yanılmadım galiba… ama hâlâ tam olarak da anlamlandırabilmiş değilim. Düşünmeye devam ediyorum. Hafta sonu oğlan olmayınca evde pek oturamadık, elli sayfaya gelmiştim ki bıraktım kitabı, pazartesi sabahını bekledim.

Bombaların patladığı akşamın sabahında aynı kalp çarpıntısı ve mide bulantılarıyla bitirmek üzere oturdum koltuğa. Kaç saat okuyacağımın hiç önemi yoktu. Vaktim vardı, başım ağrımıyordu, aç da değildim. Okudum… Üsluptaki akıcılık olmasaydı bu mümkün olmayabilirdi sanırım ya da bir süre sonra eyvallah diyebilirdim, demedim.

Senin tanıdığın ve Vural’ın tutkunu olduğu İnci’yi çok sevdim. İnci’nin sevdiği adamı da benimsedim. Tanımakta zorlandığım bir yabancıya dönüşebilirsin ya da saklandığın derinliklerden su yüzüne çıkarsın en acınacak hallerinle. Alınacak risk değilmiş arkadaşım, ne senin için ne de İnci Abla için. Hatırlarsan Akasya’da yemek yerken konuştuğumuzda kurgusunu uzun uzun anlatmıştın bana. Heyecanın şu an gözümün önüne gelen ilk şey. Anladığımı sandığım hiçbir şeyi anlamamışım. Okudukça şaşırdım. Kafanın ters çalışmasına, Burcu vasıtasıyla kendine uzaktan bakışına, bir elbise gibi İnci’yi üzerine giymene, Vural’ın hep toprak attığı canına can vermene şaşırdım kaldım. Hem yazanın, hem yazdıranın kendine dışarıdan baktığı ve yetmiyormuş gibi kendini okuyanda bulması tüyler ürpertici.

Kurgudaki evvel ve sonra olanların geçişi, Vural’ın zihin akışındaki dalgalanmalar gibi. On yıllar öncesinde kalmış bir sahnenin, düşüncede benzer duyguları çağrıştıran başka başka resimlerin üzerindeki perdeleri kaldırması gibi.

kesin ki seni seviyorum3 kesin ki seni seviyorum1

Ben İnci Ablayı tanıdığımda ve onu o dar zamanlarda anlamaya çalıştığımda, bana kendini, Vural’ın yoğun egosu ve entelektüel birikimi altında biraz hırpalanmış bir kadın olarak hissettirmişti. Oysa okudukça ve sona yaklaştıkça Vural’ı çoğaltan hatta onu düşünceleri ve iç dünyasıyla asıl var edenin İnci olduğunu anlamak hiç de zor değil. İnsanlar etten ve kemikten değil elbet. Düşünce ve duygularından ibarettir ki gittiklerinde kalan sadece bıraktıkları hisleridir değil mi arkadaşım? Sürekli iyi adam olmam hazırlıyor bu kötü adamı. İşte hayatımızın ironisi.

Sayfa 158’e şöyle bir not düşmüşüm: “Nilgün, şu an utanıyorum inan. Sana her ‘nasıl gidiyor kitap’ diye sorduğum anlardan.” Aslında hiçbir sözcük telafi edemez onların yitik duygularını ve hatta roman anlatamaz yaşananları, o iki kişinin hissettikleri kadar. Birlikte ördükleri duygudan ziyade, ötekinden habersiz tekil, bencil düşünceleri ne kıymetli.

13 Mart 2016 – 11.24 – pencere önü – Singapur

 

Vural’ın okuma yordamını mektuplarında izliyoruz. Her cümle okuduğu yazarlara verilmiş sözler gibi. Alıntılar yazara her zaman büyük sorumluluk yükler. Okur o alıntılardan yola çıkarak değerli vaktini ve duygusunu bir başka yazara yönlendirmek isteyebilir. Bu yüzden her bir yönerge bilinçle ve titizlikle yapılmalı. Başka başka kitaplara yelken açar okur ve romanın bir amacı da bu değil midir? Tarih, yaşanmışlık ve edebiyat üçü bir arada ve okuru ezmeden bir araya getirmek büyük meziyet ve bana şunu hissettiriyor. Edebiyat maceran asıl şimdi başlıyor arkadaşım. Okudukların nihayet bir hizmet taşıyacak.

Malatya, hiç görmediğim bu şehir, ben de çocukluğumdaki bitmek bilmez, uzun öğle sonralarını anımsattı. Uyur uyanık gündüz düşleri, akşamüstü çayına eşlik edecek fırındakilerin kokusu ve can sıkıntıları… artık çocukluğumdaki gibi canı sıkıntılarım yok. Sıkılacak canımız gitgide azalıyor. Malatya Eczanesi’ndeki bitmeyen uzun ve kuru öğle sonlarını hissettim. Simit kokulu akşamüstlerini. Hatta bir ara acıktığımı düşünerek bir iki atıştırmalık yemek için ara verdim okumaya ama aynı his hep içimdeydi.

Egoizmandan, kaprislerinden yıkılıyorum. İsyan ediyorum. Sen hariç her şeye lanet olsun! Büyük lanet! Bana bunu neden yapıyorsun? Milena! Şeytanları tarafından işkence edilen insan farkında bile olmadan öcünü en yakınından alır. Vural, İnci ve Milena üçgeni nasıl da harmanlandı ve maharetle nasıl da böylesine birleşti. Ya senin kafan Nilgün, sen nasılsın şimdilerde? (Bu soruyu belki de son noktayı koyduğunda sormalıydım.)

Nilgün Şimşek kesin ki seni seviyorum2

İnci’nin İstanbul’unu okurken ve İstanbul’a yıllar sonra bu kadar uzakken, özlediğim şehrin, aslında edebiyatta bulduğum ve izini sürdüğüm İstanbul olduğunu fark ediyorum. İstanbul yazılanlarda mı güzel oluyor bu kadar ya da başkası yaşayınca mı cazip geliyor. Bununla birlikte karlı, trenli, istasyonlu tüm sayfaları yeniden yeniden okuyorum. Bir tarafım İstanbul derken bir tarafım Anadoluluğumu ele veriyor.

Birinin tek imkânı olmanın kimine şeytani bir güç verirken, İnci’ye sorumluluk yüklemesine şaşmıyorum. Vural kendini bulmak yolunda, yoğun ısrarcı sevgisini tereddütsüz kabul ettirmek için yumuşak; çözemediği ve altından kalkmakta tereddüt ettiği sorunları çözmesi içinse zeki bir insanı seçmişti. İnci’nin tüm bu kişilik özelliklerine sığınmışken zaman zaman da aynı kişilik özelliklerinden dolayı, onu ezmekten ve hırpalamaktan geri kalmıyordu. İstediğin baştan sona kaybolup sen olmam mıydı? Hâlbuki biz olmak diye bir şey yok, güçlü olanın hücrelerinde kendi hücrelerini yok ediyorsun ve ortaya çıkana biz diyerek kendini avutuyorsun. Taviz, fedakârlık, kabul etme, anlayış gösterme, daha çok sevilme ihtiyacı… işte topunun sonucuna biz diyorlar. O boğuntu anlarında ben sana olan sevgimi tek başıma taşıyabiliyorum ancak ne yazık ki ikimizi birden taşıyamıyorum.

Bu aralar elimizdeki telefonlarla fotoğraf çekmemize kızıyorum. Karta bastırdığımız netliği hiç biri veremiyor. Onca yere gidiyoruz, muhtemelen bu gördüğümüz güzellikleri bir daha göremeyeceğiz ve biz bu anları sonradan hatırlamak üzere kalıcı hale getirmiyoruz. Ardımızda bir sürü çöp bırakacağız gibi geliyor. Bizimkiler bitpazarına düşmez gerçi, havadaki bulutta bir çöp oluruz layığıyla. Yine de İnci’nin yaktığı resimlere çok hayıflanıyorum. Kitap boyunca gözüm hep fotoğraf aradı. Bu eksikliği hep taşıyacağım. Bir çare bulabilir miyiz?

Sen yazarken hislerini Burcu’ya, Burcu ise İnci’ye emanet etmiş. Düşününce karışık gibi görünüyor ama okurken çok daha etkileyici. Mektuplarımız olmasa dağınık muhayyilemin aktardıklarını sıraya sokması neredeyse imkânsızmış. Öyle olsun bakalım. Ne beklemişti ki! Azgın bir girdaptan nehir bir roman çıkmasını mı? Bu çok acemice bir beklenti. Yazarın, yazarken sonunu getiremeyecek gibi hissettiren kalemine inançsızlığı ve çareyi, sığınmayı yine kaleminde araması bunu metnine taşıması tüm inancını yitirmiş kalemlere çaredir.

Ve romanla ilgili, konuşma cümlelerinin az olduğuna dair bir eleştiri gelecektir. Konuşmalar, metinlere dinamizm katan öğelerdir. Karakterlerin alış verişlerini net görmemizi sağlarlar ve böylelikle onları söylemleriyle daha iyi oturtabiliriz kafamızda. Kimi zaman diyalog kimi zaman monolog olarak çıkar karşımıza. Roman, İnci’nin Vural’a hitaben yazdıkları ve Vural’ın mektupları olarak yoğunluk gösteriyor ki, mektuplar da monologlardan oluşur ve aynı dinamiği hatta çok daha fazlasını, başka hiçbir yazma üslubundan beklenmeyecek samimiyette metne kazandırırlar ve bu gerçekleşmiştir romanda. (Çok mu otorite oldum. Aman herkes çok biliyor ya zaten, acık da ben bileyim.)

nilgün ve özlem

Çok sevilirdin ama etrafın düşünceni ulaştıramayacağın kısır insanlarla doluydu. Hastalar, bakkal, manav, terzi… Ne gariptir ki bir insanın, kendini ifade ve anlatma isteği diğerinin kaderini derinden etkiliyor. Sonrasında o anlatmak istedikleri kitap oluyor ve kendini ifade etmeye çabası olan diğer insanlar tarafından okunuyor.

Tutku bir bencillik midir? İnci! Genel manada kıskançlık denen şeyi ben hiç bilmiyorum. Seni kıskanmak mesela. Bunu hiç bilmem. Bir başka adam? Nasıl anlatılmalı? Ben, benden esirgenmiş bir dikkatin, bir başkasına sarf edilmesini kıskanabilirim. Evet, bencilliktir.

Sayfa 228’de dual pikabımız var diye devam ediyorsun, bir önceki sayfada verdiğin tüm yönergeleri Youtube’tan açıp dinliyorum. İçimden bir söz veriyorum kendime daha çok müzik, daha çok duygu… tam o arada heyecanlanıp sana mesaj atmak geliyor içimden. “Nilgün o kadar güzel ve o kadar iyi yazılmış ki, gözlerim doluyor.” Atmıyorum, tüm heyecanımı bu mektup yansıtsın istiyorum. Hatta bir başlangıç olayım, okuyan ve isteyen herkes sana mektup yazsın, sana yazdıklarını hissederek…

Vural’ın gidişiyle taze toprak atıyorum yeniden tüm ölülerime. Nefesimi yeniliyorum, bilgisayarın yeniden başlat tuşuna basar gibi.

16 Mart 2016 – Singapur

25-özlem-kiper

 

Arkadaşın

Özlem Kiper

Kesin ki Seni Seviyorum, Nilgün Şimşek, Yitik Ülke Yayınları, Roman, 316 Sayfa

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.