Hafta SonuManşet

Ferzan Özpetek ile “Kemerlerinizi Bağlayın” uçuşa geçiyoruz

0

Şarkının(*) da dediği gibi ‘insan bazen kaybolmak ister’ bir şarkının, bir filmin, bir şiirin içinde. Dünyanın onu bulamayacağı başka bir dünyaya sığınmak ister. Bu hissiyata kapıldığım bazı zamanlarda bazı yönetmenlerin bazı filmlerine ya da bazı filmlerin bazı sahnelerine saklanırım. O hissiyata göre hangi yönetmene sığınacağımı bilirim. Geçenlerde de bir Ferzan Özpetek filmi izlemek istedim. Epeydir ihtiyaç duymamış olmalıyım ki bu sığınağa, Mart 2014’de vizyona girmiş “Kemerlerinizi Bağlayın(Allacciate le Cinture)” filmini ancak şimdi izlemiş oldum.

kemerlerinizi baglayin

Yazının devamının film izlendikten sonra okunması tavsiye edilir.

Aniden bastıran bir bahar yağmurunun kaldırıma düşen damlalarını ve kaçan insanların  adımlarını ağır çekim ile göstererek başlayan film kapılarını yalın bir yağmur sesi ile aralıyor. Bu sahnelerin güzelliği ile tereddüt etmeden giriyorum bu dünyaya. Ancak birkaç dakika sonra durağa sığınan insanlar arasında çıkan bir  gerginlik başlangıçtaki huzurun yerini dolduruyor.

Sonradan anlıyorum ki filmin tamamı zıtlık olarak tanımladıklarımızın aslında birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmadığını birbirleri ile sarmaş dolaş olduğunu ve bu “zıtlık”lar arasında geçişin çok kolay olduğunu göstermek üzerine kurulmuş. Huzur aniden yerini gerginliğe bırakabildiği gibi nefret ettiğimiz birine aşık olabiliriz, işler çok iyi gider ve zengin olabiliriz, ortada bir şey yokken tesadüfen hasta olduğumuzu öğrenir ve tüm düzenimizi değiştirip hastanede tedavi sürecine başlayabiliriz, güven duyduğumuz arkadaşımızı aldatabiliriz ya da o bizi aldatabilir vs vs.. Bazı sahnelerde bu geçiş çok güzel verilmiş. Gündüz başlayan sahne bir saniyede güzel bir geçiş ile geceye dönüyor mesela.

Hayat bazen ettiğimiz kocaman lafları başımıza gelenlerle un ufak eder ve ortaya çıkan her neyse onun da hayata dair olduğunu öğretir.  Filmin sahnelerinin çoğunda bu düşüncenin izlerini görürken filmde geçen hikayeyi  birbirlerine “zıt” iki insanın aşkı olarak sınırlamak filme haksızlık olur. Hikaye, kişileri ve mekanı umursamadan her yerde her zaman herkesin başına gelecek türden. Yönetmen kişileri ve mekanı çok iyi seçmiş o ayrı. Başrol oyunculukları, karakterler muazzam ve ayrıca seçilen mekanlar hikayeye eşsiz güzellikte bir fon oluşturuyor.

Filmin müziklerini de es geçmemek gerek. Müzikler sahnedeki duyguları derinleştirecek şekilde seçilmiş. Aynur Doğan’ın sesi, çıkılan motosiklet yolculuğuna ve yolculuk sonunda birbirlerine “zıt” bu kadın erkeğin ilk temaslarındaki o heyecana, sarhoş edici bir derinlik katıyor.

İşin güzel yanı bu filmi, başka bir sığınak olan Pedro Almodovar filmlerine benzetmem. Bu iyi bir şey midir bir yönetmen için bilemiyorum. Ama bir izleyici olarak bu benzerliği görmekten mutlu oldum; yoğun duygu, canlı renkler, şaşırtan sahneler…

Film toplamda ne kadar sürede geçti? Zaman doğrusal mı ilerliyor filmde yoksa başı ve sonu aynı sahnede kesişen bir döngü mü oluşturuyor? O güzel, güneşli günde kaçamak yaptıkları o deniz kıyısı başlangıç, o dalgaların dövdüğü deniz kenarı son mu? Yoksa hayat ara sıra güneşli ara sıra fırtınalı mı? Peki biz hayatımızın ne kadarını yaşadık ne kadarını hayal ettik?

Film bitti, sığınaktan çıkma vakti.. Şairin(**) dediği gibi ‘Hayat kısa kuşlar uçuyor’

* Keyifli bir gün /Redd

** Cemal Süreya

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.