Eyvah eyvah! Siyasal karmaşa, petrol krizi ve yoksulluk kapıda mı?

Artik 1 kalori gida uretmek icin 10 kalori petrolun harcanabildigi (tarim ilaci, suni gubre uretmek, ciftcilik islemleri, gida isleme, ambalaj uretimi, gida tasima icin gunumuzde petrol sarttir) zenginlik donemi geride mi kaliyor? Petrol ulasilamayacak kadar pahali olursa, ozellikle sehirlerde yasayan ve islenmis hazir gidalar yemege alismis buyuk bir kitle acliga mi suruklenir?

Son aylarda Kuzey Afrika ve Ortadoğu’ da alevlenen isyan dalgası halkları despot yönetimlere karşı ayaklandırıyor. Ne oldu da yıllardır aynı şekilde yönetildiği halde isyan edemeyen halklar bir anda ardı ardına iktidarları devirebilmeye başladı? Sadece internetten yazışıp da organize olabildikleri için mi isyan edebildiler; yoksa ortada 1789′ daki Fransız ihtilalini hazırlayana benzer sebepler de var mı?

Petrol fiyatları artıyor. Bu artış Ortadoğu’ daki karmaşa sebebi ile mi oluyor yoksa gerçekten sonunda İngilizce “Peak Oil” denilen ve petrolün artık üretim maliyetinin tüketebilmek için ödenen fiyatın çok üzerine çıkmaya başlayacağı zirve aşıldı mı?

Ve yine bu minvalde artık 1 kalori gıda üretmek için 10 kalori petrolün harcanabildiği (tarım ilacı, suni gübre üretmek, çiftçilik işlemleri, gıda işleme, ambalaj üretimi, gıda taşıma için günümüzde petrol şarttır) zenginlik dönemi geride mi kalıyor? Petrol ulaşılamayacak kadar pahalı olursa, özellikle şehirlerde yaşayan ve işlenmiş hazır gıdalar yemeğe alışmış büyük bir kitle açlığa mı sürüklenir?

Yoksa tehlike yok da ben mi abartıyorum?

Belki de siyasiler sistemdeki mevcut mekanizmalar vasıtası ile sorunları çözebilirler ne dersiniz?

Siyaset

Dünya’ da demokrasi ile yönetilen veya yönetildiğini sanan tüm ülkelerde insanlar kendi kendilerini yönettiklerini düşünüyorlar. En azından Türkiye için bunun böyle olmadığının farkındayız. Aslında yönetimde sadece 2 grup insan var: Tüccarlar ile teknokrat/bürokratlar

Tüccarlar en iyimser bakışla hayatları boyunca para alıp vermek gibi aslında manasız bir iş yaptıklarının farkına varıp, dişe dokunur şeyler yaparak biraz itibar ile daha kolay para kazanmak, yakın çevresindekilere fırsat yaratmak ve adlarını tarih kazımak amacı ile siyasete girebiliyor. Ancak siyasi partiler hayır kurumları değil. Siyasi partilerin çok fazla paraya ihtiyacı var ve ülke çapında % 10 barajını geçene kadar üye aidatları ve bağışlar hariç siyasi partilerin devletten tek kuruş alması mümkün değil. Oysa bir siyasi partinin sadece seçimlere katılmak için bile 41 ilde örgütlenmesi zorunlu. Çalışanları olacak, toplantılar yapılacak, ziyaretler vb. bin bir masraf yapılacak… Nereden bakarsanız bakın bir siyasi partinin sadece seçime katılması için bile milyonlarca lira lazım. Bu parayı aidatlarla toplamak mümkün değil. Derdi olan ve siyasi partilerden beklenti içinde olan insanların zaten parası yok. Bu durumda bir siyasi parti ne yapmak zorunda? Mutlaka ve mutlaka bol parası olan kişi, kurum ve hatta devletlere yeşil ışık yakmak zorunda. Bunu biraz düşünen herkes anlayabilir.

Türkiye’ de siyasetçilerin para bulması gerekiyor da ABD’ de de gerekmiyor mu? ABD’ de bir seçim kampanyası yapmak için sadece halktan bağış toplamak yeterli olur mu sanıyoruz?

Nasrettin Hoca biliyor gerçeği “Parayı veren, düdüğü çalar”

Kısacası ne olursa olsun bizi yöneten siyasi partiler, sermayeyi düşünmek ve sermayenin yanında olmak zorunda.

Diyeceksiniz ki “iyi de sadece tüccarlarla olmaz, fikir de üretmek ve bir şeyler ortaya koymak lazım.” İşte bu noktada da siyasi partiler teknokrat/bürokratlara başvuruyor. Akademisyenler, uzmanlar, bürokratlar siyasi partilere girip fikir üretiyor. Bu fikirler elbette sermaye nasıl istiyorsa o şekilde üretiliyor. Aksi halde bir şehirden diğerine seyahat etmek bile mümkün olmaz. Yine bu sebeple böyle bir mekanizma asla “tasarruf edin, israftan kaçının. Daha az tüketin, daha az üretin.” demez, diyemez. Çünkü üretim ve tüketim yoğunlaştıkça insanların temel ihtiyaçları dışındaki faaliyetlerin yapılabileceği artı değer artar. Siyasiler bilimsel olarak şiddetle karşı çıkıyor da olsalar firmalar halkın GDO tüketmesinin karlı olduğunu söylüyorsa, siyasiler de GDO’ ya izin vermek zorundadır. Bir artı bir eşittir iki kadar nettir bu.

Sonuçta tüm hayatını ya para kazanmak için harcamış tüccarlar ya da kariyer uğruna feda etmiş akademisyen, bürokrat, askerler büyük partilerden aday olur ve seçilerek milletvekili olurlar. Böylece yine tüccarların ve teknokratların genel olarak ticari haklarını korurlar. Gerçek anlamda halkı temsil edecek pek kimse bulunmaz mecliste. Bu tip kişiler ancak küçük siyasi partilerde olur. Küçük siyasi partiler de ya para kaynaklarına yeteri kadar güven vermediği ya da bu şekilde bir kaynağı asla kabul etmeyecekleri için hep küçük kalırlar. Bir partinin büyüyebilmesi için cebren ve hile ile para kaynaklarına ulaşması ve sermayeye hizmet etmesi mecburidir.

Ben hayatım boyunca neden küçük partilere, bağımsız adaylara oy verdiğimi şimdi anladım. İyi bir vatandaş gibi çok araştırıp inceledim ve her zaman en uygun olduğunu düşündüğüm küçük partilere oy verdim. Ve bu sebeple hiç temsil edilemedim. Oylarım hep o temsil edilemeyen “diğer” hanesinde kaldı. Ve benim oylarımla seçmediğim kişiler vekilim oldu.

Reklamlar

Reklamlar her zaman her yerde karşımıza çıkıp, aslında hiç ihtiyacımız olmayan şeyleri yalanlar dolu içeriklerle gözümüze sokuyor. Öyle bir kara mizah ki reklamlar, bazen ne diyeceğimi, düşüneceğimi şaşırıyorum.

Mesela margarin reklamlarında “kolesterol içermez” diye mutlaka belirtilirken hiç bir şekerleme reklamında “nişasta bazlı şeker içermez”, “genetiği değiştirilmiş hiç bir gıda maddesi ve türevini içermez” gibi bir ibare olmuyor. Neden mi mizah gibi? Çünkü margarinler zaten bitkisel kaynaklıdır ve bitkisel kaynaklı ürünlerde kolestrol doğal olarak yoktur zaten. Oysa ürünler içerisindeki GDO’ yu, şekeri bilmek asla bu kadar basit değildir.

Özellikle televizyonlardaki reklamlar insana dünyayı bambaşka hissettiriyor ve bir çok kişiyi de kandırıyor. Dünyadan habersiz biri iseniz reklamı yapılan kredi kartının size para kazandırdığını, bir gofretin sizi süper güçlü hale getirdiğini, bir meşrubatın sizi çok sosyal, mutlu, onlarca arkadaşı olan biri haline getirebileceğini; en iyi çorbanın kesinlikle marketten alınmış bir ambalaj içerisinde kurutulmuş olarak bulunduğunu; bahsedilen çocuk bezi kullanılmadığında bebeklerin ağlamaktan sinirli psikopatlara dönüşeceğini anlatıyor.

Para

Sadece para birimlerini birbirine çevirerek para kazanan kişi ve kurumlar var. Para ne demek hiç düşündük mü? Bakınız yanlış değilse internet sözlüğünde şöyle bir bilgi var:

Para: karşılığında mal ve hizmet almaya ve vermeye; bunların ekonomik değerlerini takas etmeye yarayan üzerinde rakamsal değerler taşıyan kâğıt.Para genel kabul gören değişim aracına verilen isimdir ve Farsça pare ( parça) kelimesinden türemiştir. Malların birbiriyle değiştirilebilmesini sağlar.

Rakamsal değerler atfedilmiş kağıtları birbiri ile takas eden kişiler nasıl artı değer kazanabilir ki? Üretilen nedir? Değer nedir burada? Neden gereksiz olduğu halde farklı farklı para birimleri var? Tüm ülkeler bir araya gelse ve tek bir para biriminde anlaşsa ne kadar büyük bir zenginliğe kavuşabileceğimizi hayal edeniniz var mı?

Elektrik – Enerji

Ne alaka demeyin, çok bağlantılı. Çevreciler sürekli “hidroelektirk santral de istemeyiz, termik santral de istemeyiz hele nükleer santral hiç istemeyiz” diye bas bas bağırıyorlar. Bu beyanların karşısında çok aklı selim sahibi olduğu görülen kişiler de iyi bir savunma olarak şöyle diyor “Onu istemeyiz, bunu istemeyiz diyorsunuz. Nasıl kalkınacak bu ülke. Nasıl evlere elektrik gidecek?” Çok güzel, bunu da açıklayacağım.

Tarımsal Nüfus

Yine alakasız bir bilgi vereyim: Tarım politikalarını belirleyen yetkililer Türkiye’ de % 25 civarında bulunan tarımsal nüfusun hala yüksek olduğunu, bu oranın Avrupa gibi % 5′ lere düşmesi gerektiğinin şart olduğunu belirtiyorlar. Tamam, bu bilgiyi de bir kenara koyduk.

Sağlık Sistemi

Düşününüz ki bir sektörün para kazanması için birilerinin sağlıksız olması şart. İnsanların tümünü bir anda hiç hastalanmaz kılan basit bir ilaç olsa, sağlık sektöründe çalışan milyonlarca insan aç kalır. Yani maalesef sistemin kuruluşu gereği sağlık sektörü sağlık arayana sadece ölmeyeceği hizmeti vermek zorundadır.

Hukuk Sistemi

Birden bir sihir yapılsa ve kimse suç işlemese…Bir anda suç ve suçlu ortadan kalksa. Yasalar mükemmel hazırlanıp kusursuz yorumlansa ve hiç suç olmasa… Böyle bir durumda avukat, hakim ve savcılar işsiz kalır. Yani bu ekonomi de var olmak için soruna ihtiyaç duyar ve sadece mevcut durumun sürdürülmesine çalışır.

Güvenlik Sistemi

Yine bir anda tüm ülkeler barış ilan etse. Herkes en az benim kadar şiddetsizliği savunsa… Bu durumda ordular ve polislere de büyük oranda gerek kalmaz. Yani silah sektörü, askerlik ve polislik mesleği de aslında ancak sorun varsa mevcut olabilir ve soruna bağımlıdır. Yoksa milyonlarca kişi işsiz kalır.

Daha da hayatımız içerisinde böyle birçok konu var.

Özet olarak uygarlığımızın geldiği mevcut durumda:

  • Demokratik seçimlerle yönetilseniz bile büyük ihtimalle gerçekten temsil edilemezsiniz. Bizi temsil edenler sistemin ekonomik koşulları neyi dayatıyorsa ona uymak mecburiyetindedir. Birey kendi kendini yönetiyor sansa da aslında kararı ekonominin çarkları verir.
  • Sistem gereği ihtiyacınız olan olmayan mal ve hizmetlerin reklamı yapılarak tüketimi karlı olanlar bireylere zorla tükettirilir. Burada bireyin pek seçim şansı yoktur.
  • Para bir rakamsal değerdir ve şeylere atfedilmiş değerlerin değiştirilmesi ile ekonomi oluşur. Genel olarak atfedilmiş değerler reklamla belirlenir, siyasilerce desteklenir.
  • Dünyada aslında tek gerçek enerji güneş kaynaklı enerjidir. Gıda, rüzgar, kömür, petrol hatta jeotermal kaynakların da ana kaynağı güneştir. İnsanlık, mevcut israf düzeyini bu şekilde devam ettirebilmek için kendi öz kaynakları dışındaki enerjileri kullanmaya mecburdur. Sistem, yapısı gereği kurumların bu enerjinin kurumlar tarafından bol miktarda üretilmesini ve bireylerce satın alınmasını zorunlu kılar. Aksi halde ekonomi çarkları işlemez.
  • Sistem bireyin büyük bir organizasyonda genel yapıya müdahil olamadığı tek ufacık bir şey üretmesini ve genel tüketici olmasını ister. Böylece ekonominin çarkları dönecektir. Bu amaçla mesela Toros’ larda yaşayan ve tam olarak kendi kendine yeterli göçebeler gibi insan grupları sistemde istenmez. Sistemin istediği, bağımlı şehir insanıdır. Ve bu sebeple sistemi işleten tüm kişi ve kurumlar, insanların şehirlerde bağımlı yaşamasını talep etmek zorundadır.
  • İnsan hastalık, suç ve sorun ürettikçe ekonomi çalışır. Hastalıklar, savaşlar ve suçlar olmayan bir dünya mevcut sistemde doğrudan açlık ve yoksulluk üretmek zorundadır. Sistemin matematiği bunun üzerine kuruludur.

Gelecekte Açlık, yoksulluk ve Yoksunluk Kaderimiz mi?

Binyıllardır insan toplulukları sürekli devinerek, bilgilenerek ve bir yönde gelişerek günümüz uygarlığını oluşturdu.

(Hala kaldıysa) iflah olmaz iyimserlere sorarsanız bu durum , mevcut sorunlarına rağmen yavaş yavaş düzelecek ve sonunda insanlığı refaha ulaştıracak bir oluşum.

Oysa sistemin matematiği gereği mevcut uygarlığımız hem insanlığı hem de dünyayı aslında yokuş aşağı sürüklüyor. Şehirlere toplaşıp insanları uzmanlaştırarak onları çeşitli kurumların küçük mekanizmaları haline getirmek, sorunları çözüme değil çözümsüzlüğe sürüklüyor.

Önümüzdeki süreçte bu sorunları aşmada temel en önemli çıkışın, şu şartları yerine getirerek olabileceğini düşünüyorum:

Çözüm önerileri

  1. İnsanlar herkesin birbirini tanıyabileceği, belki 500 kişilik komünlerde (köy, mahalle, sınırları belirli alanlar) yaşamalıdır.
  2. Bu komünlerde doğrudan demokrasi olmalı ve her birey taleplerini komün çapında duyurabilmelidir.
  3. Bireyler hane bazında kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmeli, karşılayamadıkları ihtiyaçlarını komün içerisinde yardımlaşarak tedarik etmelidir.
  4. Komünler kendi kaderleri ve gelecekleri hakkında tam bağımsız karar verebilmelidir. Bu kararı hiç bir dış güç ve dış baskı sınırlayamamalıdır.
  5. Komünler arası göç mümkün olabilir. Komünden ayrılmak tam serbest olmalıdır. Yeni bir komüne girmek için komünün üyelerinin onayı olmalıdır. Gezginler, komünün kurallarına uymak şartı ile belirli sürelerde tüm komünlere kabul edilebilmelidir.
  6. Komünler aralarında temsilciler vasıtası ile bölgesel, kıtasal görüşmeler yapmalı ve global konularda ortak kararlar alınarak uygulanabilmelidir. Temsiliyet anlamında yerel tiranlığın oluşmasını engelleyici mekanizmalar kurulmalı ve doğrudan demokrasi ve tam temsiliyet temel amaç olmalıdır.
  7. Komünlerde kapalı ekonomi olmalı, tüm temel ihtiyaç maddeleri komün içinde üretilebilmeli; komünler arası sadece bilgi akışı (sanat, bilim, sohbet, felsefe) olmalıdır. Genel olarak komünler arası madde (meta) alış verişi olmamalı, ancak kıtlık ve felaket dönemleri gibi özel durumlarda komşu komünler birbiri ile madde değiş tokuşu yapıp azami şekilde (hatta tek bir komünmüş gibi) yardımlaşmalıdır. Komüne giren her maddenin komün birimleri tarafından üretilebilecek know-how’ ı (nasıl yapılabilir bilgisi) mevcut olmalıdır. Bir komün, kendi imkanları ile üretemeyeceği bir insan ürününü komün içerisine kabul etmemelidir.

Sonsöz

Önümüzde zorlu zamanlar var. İnsanlığın neredeyse tamamen sırtını dayadığı ve büyük miktarda enerjisinden faydalandığı petrol azalıyor. Petrol azalırken gitgide tüm ihtiyaçlar, en çok da en yoksul kesimin yaşamını sürdürmesi için bile şart olan gıda, giyecek, yakacak gibi temel ihtiyaç malzemelerinin fiyatları artacak. Dolayısı ile taşıma su ile döndürülmeye çalışılan değirmenlerin sırtındaki bu sistem ilk olarak fakirleri sırtından atacak. Şu anda fakir olmasalar da şehir ve kasaba insanları hızla fakirleşecek. İsyanlar olacak ve halkın sorunlarına da kolayca çözüm bulunamayacak.

Bu sorunlara tek çözüm kendi kendine yetebilen tam demokratik insan topluluklarına adapte edilmiş bir yaşam olabilir. Böyle bir sistemde bireylerin sorunları kolayca çözülebilir olacak, çeşitlilik doğal olarak artarak üretilen bilgi de artacak ve çok daha güzel ve makul bir hayat söz konusu olacaktır. Böyle bir sistem hastalık, savaş, şehirleşme, endüstrileşme ve çevre kirliliği gibi insan dışı kavramlara ihtiyaç duymayacaktır.

Bu sisteme bugünden adapte olabilmek için bireyler ve gruplar olabildiğince “yerel üretim, yerel tüketim” mantığında yaşamalı; endüstrileşmeden uzaklaşarak yaşadıkları bölgelerde yavaş şehir (Citta Slow) yönetimleri talep etmelilerdir.

Şu an her şey mevcut sistem gereği alabildiğine makul ve mantıklı görünebilir. Ancak gerçek resmi görebilmek için biraz çerçevenin dışından bakabilmek gerekir. Şu kızılderili atasözü konuyu güzelce özetlemektedir:

“Aslanlar kendi tarihçelerine kavuşuncaya kadar, kitaplar avcıyı övecektir.”

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Kardan Kadın da Roma Bostanı’nda

İstanbul’da kar yağınca hayat yavaşlar. Okullar tatil olur, araçlar...

ABD’de seçimi izlemek: Korkuların cisimleştiği gece – Göktuğ Taner

Bizim evin geleni gideni bitmez, sağolsunlar. Amerika’daki seçim gecesi...

Bir “teferruat” hikayesi değil: Kaz Dağları, Termik, Baraj, HES!

Çanakkale’nin Yenice ilçesi geçtiğimiz günlerde siyanürle altın arama izni...

İklim Forumu ilk gününden izlenimler – Didem Usluca

Bundan bir yıl önce çalışmalarına başlayan #IklimIcin Hareketinin düzenlediği...

“G 20 Krizler ve Alternatifler” toplantısı ile benim krizim – Fatoş Çırnaz

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinin Yeşil Sol buluşma G2O...

EN ÇOK OKUNANLAR