Elveda İnsanlık – Ragıp Duran

Bu yazı artigercek.com sitesinden alındı

Benim izlediğim yayınlarda, sadece solcu, alternatif dergilerde değil, Batı’nın egemen medyasında da son dönemlerde ciddi ve nispeten sıkı bir kapitalizm eleştirisi dikkat çekiyor.

Fransa’da 10-15 yıldır aylık olarak yayınlanan ‘’La Décroissance’’ (BüyümeKarşıtı) dergisinin son sayısının kapak konusu ‘’İlerlemeyi durduralım!’’. Reklamkırıcılar tarafından çıkarılan bu ‘’Yaşam Sevinci Dergisi’’, politik ekolojinin ve ‘’zihinsel çevrenin’’ yayın organı olarak tanıtıyor kendini. Büyümenin, gelişmenin sıkı muhalifi. Doğal yaşamın taraftarı.

Artık neo-liberal dünyanın sosyal-demokrat görünümlü gazetesi haline düşen Le Monde’da bile zaman zaman kapitalizmin güncel çıkmazları üzerine yazılar çıkıyor. Neo-liberal düzene muhalefet eden aylık Le Monde Diplomatique ise ‘’Büyümeyi Yargılayan’’ inceleme ve makalelere yer vermeye devam ediyor.

Akademik dünya ise bu konuda medyadan çok daha ileride. Ekonomide, siyasal bilgilerde, sosyolojide, antropolojide, kültürel çalışmalarda, ekolojide ‘’kapitalist medeniyetin’’(?) olumsuzluklarını, çelişkilerini ve karanlık geleceğini araştıran, yorumlayan, deşen çok sayıda kitap yayınlanıyor.

Bunlardan, benim gözüme takılan sonuncusu, iktisat profesörü Daniel Cohen’in çalışması: ‘’Zamanın değiştiğini söylemek lazım/ Kaygı verici bir değişimin (ateşli) kroniği’’ (Albin Michel, 270 s.).

Libération gazetesi, Cohen’le kitabı hakkında yaptığı söyleşiye şu başlığı koymuş: ‘’Bizim için hazırlanan bu insansızlaştırmaya yönelik algortimalı topluma karşı mücadele etmek gerek!’’.

Cohen, özellikle Batı’da kapitalizmin son 50 yılını irdelerken, 68 Mayıs’ıyla gündeme gelen sol ütopyanın da, buna karşı tepki olarak doğan muhafazakar sağcı neo-liberal zihniyetin de amaçlarına ulaşamadığını, her iki düş kırıklığının da bugünkü Trump-Putin-Erdoğan türü ırkçı popülist akımlara zemin hazırladığını saptıyor. İlginçtir, yukarıda elitlere ve aşağıda yoksullara, özellikle de yabancı işçilere ve mültecilere karşı tepki hatta nefret temelinde gelişen bu popülist akım, 70lerin anti-kapitalist solu ile 80’lerin neo-liberal sağının ‘’aldattığı’’ kesimlerde kendine kitle buluyor.

ABD’de Trump, işte bu sağcı popülizmin tipik bir örneği: ‘’Önce Amerika!’’ sloganıyla sınırlara duvar örecek kadar mültecilere karşı. Yabancı ülkelerle ticari ilişkilerde vergi oranlarını yükseltirken içeride kendi zenginlerini sevindirmek için bazı vergilerde indirim yapıyor. Ama ABD’de çoğunluğun mutlu ve müreffeh olabilmesi için eski ve mevcut sistemi hiç sorgulamıyor hatta gerici uygulamalarını de bu sistem sayesinde gerçekleştirebiliyor.

İtalya bu konuda ilginç bir örnek. Çünkü soldan gelen Beş Yıldız Hareketi ile aşırı sağdan gelen Liga, iktidara konmak için hükümet koalisyonu kurdu. Beş Yıldızcılar, kamu harcamalarını artırmak istiyor ayrıca yoksullar ve dar gelirler için ‘’Evrensel Gelir’’ uygulamasına geçmek niyetinde. Ligacılar ise vergi indirimi tasarlıyor ve mültecileri engellemek niyetinde. Her iki kanat da kendi politikalarını hangi mali kaynaklarla hayata geçirebileceklerini açıklayamayacak durumda.

Almanya’da da tehlikeli bir gelişme: Sol Partinin (Die Linke) kurucularından, eski başkanı şimdiki Parlamento grup başkanı Sahra Wagenknecht, 4 Eylül günü Aufstehen (Ayağa Kalkalım) adlı yeni bir ‘’sol’’ hareketin kuruluşunu ilan etti. Wagenknecht, yeni hareketin Almanya’da sol partilerin genelde olumlu mülteci politikalarının değişmesi gerektiğini bildirdi. Sağ söylemle ‘’sol’’ politika! Bir yerden kulağınıza çalındı mı?

Türkiye’de de bugünkü sağcı popülist iktidar, eski elitlere (Kemalistlere ve onların politikalarına) karşı hınca dayanarak yükseldi. AKP iktidarının yabancı düşmanlığı ise kendi yurttaşı olan Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Yahudilere karşı kendini gösteriyor. Bizde İnsansızlaştırma girişimleri ise, siyasetçilere siyaseti, gazetecilere gazeteciliği, akademisyenlere akademiyi, işçilere işçiliği, avukatlara avukatlığı nihayet insanlara insanlığı yasaklamaya çalışmakla uygulanıyor.

İktisat profesörü Cohen, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin özellikleri ile bugünkü sanayi sonrası toplumdan dijital medeniyete geçişin özelliklerini incelerken, toplumu bir arada tutabilecek parametrelerin eksikliği nedeniyle kutuplaşmanın yoğunlaştığını yazıyor.

Cohen, Yapay Zeka’nın da önümüzdeki dönemde gerek toplumsal ve kültürel gerekse siyasal yaşamda tayin edici bir konuma geleceğini öngörüyor. Aslında daha şimdiden yurttaşların İnternet’le ilişkilerinde, zaten en çok hangi siteye girmelerinin gerektiği, en çok hangi reklamları görmesinin yararlı olacağı, genelde en çok ne tür mesajlara muhatap olmasının lazım geldiğini algoritmalar saptıyor. Bir yerde yavaş yavaş teknolojinin köleleri olmaya başladı yurttaşlar. Orwell’in 1984’ü ile Huxley’in Cesur Yeni Dünyası arasındaki farklar inceldikçe inceliyor. Robotların insanların yerine geçip geçemeyeceği tartışmaları, aslında insanların giderek robotlaştırılmaya başladığı gerçeğini gölgeliyor. Post-modern, post-truth’dan sonra şimdi dolaşıma sık giren kavram post-human! Modernliği geçtik, gerçeği atladık, sıra insanı ortadan kaldırmakta!

Durum pek içaçıcı değil. Fransa’da yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, gençlerin sadece %13’ü geleceğe umutla bakmaya hevesli! Oysa ki 1968’den bu yana kişi başına düşen milli gelir neredeyse iki misline çıktı.

Artık, 68 Mayıs’ı sanayi toplumuna nasıl esaslı bir alternatif yaratma girişiminde bulunmuşsa, bugün de bu algoritmalı insan sonrası, bir başka deyişle insansızlaştırılmaya çalışılan topluma bir seçenek, insani bir yanıt aramak bulmak zorunlu hale geldi.

Biz tabi memlekette arkadaşlarımızı, meslekdaşlarımızı cezaevlerinden, baskıdan, sansürden kurtarmakla, iktidar medyasının yalanlarıyla meşgul olduğumuz için, bu aslında güncel ve devasa sorunla henüz ilgilenemiyoruz.

Kapitalizm, sanayi, üretim, büyüme… çoğunluğu mutlu edememişse, artık ırkçılığa dayanmış ve reformla düzelemeyecek aşamaya gelmişse, neden hala bu sistemi, bu medeniyeti savunalım ki?

Ragıp Duran – Artı Gerçek

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR