Ekümenopolis: Bir şehri intihara sürüklemek – Ayşe Çavdar

Çalabım bir şâr yaratmış iki cihan âresinde
Bakıcak didar görünür ol şârın kenârasinde
Nâgehan ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm
Ben dahi yapıldım taş u toprak âresinde
Hacı Bayram Veli

Baştan söyleyeyim, bu yazının tonu bir miktar suçlayıcı ve sinir bozucu olacak. Çünkü yazan özne öfkeli. Bu öfkenin şu ülkedeki çimento fabrikaları, tuğla imalathaneleri, beton makineleri kadar çok sebebi var. Eğer kendinizi İstanbul’da olup bitenler konusunda masum ve mesuliyetten uzak hissediyorsanız hiç okumayın bu yazıyı. Çünkü zaten İstanbul’da, hatta Türkiye’de yaşamıyorsunuz demektir. Bu yazının yazılmakta olduğu dili anlayabilirsiniz ama ne dediğini muhtemelen anlamayacaksınız.

Ekümenopolis’i izlediniz mi? Hani şu Imre Azem’in arkadaşlarıyla birlikte yıllardır uğraşıp İstanbul’da neler olup bittiğini gözümüze sokarcasına anlatmaya uğraştığı filmi… İzlemediyseniz bir görün. Yaşadığınız, çocuklarınıza bıraktığınız şehrin doğadan ve insandan nefret edercesine şekillenmiş bir inşaat ideolojisinin girdabına nasıl sokulduğunu göreceksiniz. 1980′lerden bu yana hızlanarak artan “evim olsun, bir tane daha olsun, arabam da olsun, güvende olayım, kimse bana dokunmasın, en iyi ben yiyeyim, en iyi ben giyineyim” iştahlarıyla her an bir köşesinden hep birlikte ısırdığımız şehrin tükenmekle kalmayıp, koca bir moloz yığınına dönüşmek üzere olduğuna tanık olacaksınız.

Ekümenopolis özetle İstanbul’un doğal sınırlarına ulaştığını haber veriyor. Sahip olduğu coğrafyanın kaynaklarını çoktan tüketmiş olmakla kalmayıp, etrafı tırtıklamaya başlamış bile çoktan. Olanca şatafatına rağmen İstanbul’un sahip olduğu insanları beslemeye, onlara iş bulmaya, onları eğitmeye mecali kalmadığını, hatta böyle bir niyeti olmadığını da haber veriyor Ekümenopolis. Çünkü şehri yönetenler ve şehrin ürettiği artıdeğerden pay almak için birbirlerinin  tepelerine binmeye hazır olanlar bu türden potansiyelleri çoktan yok etmiş durumdalar. Çılgın Kanalistanbul projesine kadar açılmasa da, en az onun kadar izandan yoksun Üçüncü Köprü Projesi’nin nasıl bir İstanbul şekillendireceğine dair kafa yoruyor. Müjdeler olsun, son orman alanları da yok olacak ve havasızlıktan boğularak öleceğiz burada…

Ağaoğlu gibi adamların nereden çıktıklarını anlatıyor ayrıca Ekümenopolis. Neden kendilerine bu kadar güvendiklerine de değiniyor. Hemen söyleyeyim anladığımı: Ağaoğlu gibi adamlar içimizden çıkıyorlar ve hırslarımızı, iştahlarımızı, hayattan beklentilerimizin ne denli bencilce olduğunu bildikleri için bu kadar kendilerine güveniyorlar. Başkalarının hayatlarına bakar körlüğümüzden alıyorlar meşruiyetlerini. Çünkü onlar sıradan ve güçsüz insanların yaşadıkları mahalleleri yıkıp, “bizim gibi ayrıcalıklı, şehirde nasıl yaşanacağını, kimden, ne zaman, ne isteyeceğini bilen, hasıl-ı kelam İstanbul’u hak eden” insanlar için dikiyorlar o çirkin, o edepsiz bloklarını…

Şunu öğreniyorsunuz Ekümenopolis’i izleyip bitirdiğinizde: İstanbul yönetilmiyor, tüketiliyor. Ne tarih ne doğa sonsuz bu şehirde. Ve işte mevcut dönüşüm İstanbul’dan geriye kalan son yaşam izlerini de tarihten kazırcasına yok ediyor. Hiç dokunmuyor Imre Azem, İstanbul’a bu denli hoyratça “tecavüz” edenin onun fethiyle, ona sahip olmakla en çok gururlananlar, onu sahip oldukları hayatın “en büyük aşkı” diye konumlayanlar olduğundan. Bu bağlantıyı kurmak size kalıyor. Ama insanın sevdiğine, ekmeğini yediğine, suyunu içip, nefesini soluduğuna, komşusuna, dostuna, kendisine ve kendisinden doğacak olanlara karşı ne denli ilgisiz ve insafsız olabileceğini ancak bu bağlantıyı kurduktan sonra anlayabileceksiniz.

İstemiyorsanız seyretmeyin Ekümenopolis’i… Canınız falan sıkılır. Neme lazım öfkelenir, şehre başka türlü bakmaya, olup bitenlere müdahale etme isteğiyle dolmaya başlarsınız. Ve bu istek sizi kısa vadede çok yorabilir. Ya da izleyin Ekümenopolis’i, derdiyle hemdert olun. Belki o zaman, gözünüzden sakındığınız çocuklarınızı ne türden bir canavara teslim etmek durumunda kalacağınızı olanca açıklığıyla kavrar, başka türlü tasavvurlar geliştirmeye başlarsınız. İstanbul’un göz göre göre intihara sürüklenmesi karşısındaki “bakma sen, yöntem kötü ama iyi şeyler de yapılıyor” tavrını sorgulamak gelir aklınıza.

Hacı Bayram Veli yukarıdaki dörtlüğünde diyor ki: “Tanrı iki cihan arasında bir şehir yaratmış. Bakan kendi yüzünü görürmüş şehrin kenarında. Ansızın o şehre vardım, o şehri yapılırken gördüm. Ben de yapıldım o taş ve toprak arasında.” Evliya demek istiyor ki, herkes yaptığı, yaşadığı şehre benzer biraz. Şehriniz sizin aynanızdır. E hadi hep beraber bakalım yaşadığımız şehre, görelim aslında ne kadar çirkinleşebileceğimizi…

Ayşe Çavdar – www.uzuncorap.com

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR