[Doğum ve Ötesi] yazı dizisinde okuyacağınız hikayeler annelerin ağzından anlatılmış olacak. Bu diziyi doğal doğumun anne ve bebek açısından öneminden yola çıkarak başlatmaya ve Yeşil Gazete’nin konvansiyonel olmayan bakış açısını doğum hikayelerine de taşımaya karar verdik.
Bununla birlikte gerektiğinde hayat kurtarıcı olan sezaryen hikayelerine de yer vereceğiz. Bu deneyimlerin kadınların kendi içlerindeki güce güvenmeleri için cesaret verip, doğumlarını sahiplenmeleri, mutlu doğum hikayelerine sahip olabilmeleri için destekleyici olmasını ümit ediyoruz.
***
3 – Kadın
“Ben inanıyorum ki hangi yaşta, hangi statüde olursa olsun, bir kadın eğer bebeğin rahme düştüğü andan itibaren yaşanılan mucizeleri bilimsel olarak detaylarıyla öğrenirse ve doğumun her anını, tek tek salgılanan hormonları ve bu mükemmel sistemin insan eli değmezse nasıl tıkır tıkır işlediğini öğrenirse, asla buna müdahale edilmesine izin veremez.”
Yaşamın yaratıcısı, doğuranı… Doğa ya da Tanrı -her ne diyorsanız-; kadına kendi mucizesini üflemiş usulca… O’na yaratıcı olma, doğurma görevini vermiş… Düzenin baş kahramanı yapmış O’nu. O doğuramazsa dünya dururmuş… Kadın ise nasıl bir mucizenin ona bahşedilmiş olduğunu fark ederek, kendine verilen görevi sorgulamadan büyük bir tevekkülle yerine getirmiş… Milyonlarca yıldır gözyaşlarıyla, sancılarla ve gururla doğurmuş. Ve bebeğini yanından hiç ayırmamış… Bir mağarada, bir kuytuda, tarlada, evde, her yerde doğurmuş… Bedenine, bebeğine izin vererek ve doğaya sığınarak doğurmuş… Ve anne bebek bağlanmasına izin vermiş…
Ama zaman içinde kadın, doğarken bildiğini unutmuş. Kadınlığını, vücudunu, anneliğini unutmuş. Artık kadın kendi başına doğuramaz, onu doğurtması için bir başkasına yalvarır olmuş. Çok değil birkaç yıldır korku ve kaygı kültürünün o cazibeli şeytanına sorgulamadan inanmış. Çünkü inancını yitirmiş. Doğuma ve ölüme olan inancını… Ölümü, doğum gibi kabul etmemiş… Ve son noktada ona sunulanı boyun eğerek kabul etmiş.
Dememiş ki;
Ben milyonlarca yıldır doğuran bir varlığım. Nasıl oluyor da son 20 yılda doğuramaz hale geldim? Nasıl oluyor da ben yaradılışımın anlamını tek başına gerçekleştiremiyorum?
Dememiş ki;
Milyonlarca rakibinin arasından güçlü ve hızlı bir şekilde galip gelip, kendi iradesiyle benim vücudumu seçen bu mucizevi varlığın dünyaya doğduğu ana nasıl oluyor da ben ya da bir başkası karar verebiliyor? Bu karar tamamen onun vermesi gereken bir karar değil mi?
Dememiş ki;
Rahmimde durması gerektiği zamanı kendi bilen, ve bırakırsam istediği zamanda gelecek olan bu mucizeyi, insani bir müdahale ile kesip çıkartmanın, bu küçük mucize üzerinde nasıl etkileri oluyor?
Dememiş ki;
Ben kim oluyorum ki ‘Bu çocuğu cumartesi ALALIM’ cümlesini kuracak kadar küstahlaşabiliyorum?
Dememiş ki;
9 ay boyunca içimde büyüyen ve sadece benim sesimi, benim kokumu, benim tenimi bilen, sadece bana ihtiyaç duyan bu varlığa, dünyaya gelir gelmez yaşadığı o travma üstüne bir de 2 saat boyunca benden uzakta tutarak, burnuna borular sokarak, topuğuna iğneler vurarak, suyun altına sokup evirip çevirip yıkayarak ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Gerçekten bu müdahaleler gerekli mi?
Dememiş ki;
Kardeşim ben hiçbir müdahale olmadan, doğanın bana emrettiği zamanda ve biçimde doğurmak istiyorum. Bana yardım eder misiniz?
Dememiş ki;
Bir ülkede her hamilelik hikayesi normal doğumla başlayıp, son ana kadar normal doğum kararı ile gidilip, son anda bir takım sebeplerle sezaryene döner mi? Her kadının suyu azalır mı? Her bebeğin kordonu dolanır mı? Her bebek ters mi olur? 40 hafta gerçekten doğru bir sınır mıdır? Su azalması, kordon dolanması, bebeğin ters gelmesi gerçekten sezaryen sebebi midir?
Çağımızın modern (!!) kadını, modern annesi, bebek rahme düştüğü andan itibaren, hamileliği boyunca, internette gezinip, kaygılı annelerin istilasına uğramış forumlarda korkularını çoğaltıp, çocuğun hiç de ihtiyacı olmayacak bir ton çaputa milyarlarca para harcıyor. Yatırımı maalesef yanlış şeylere yapıyor. Oysa zamanını, enerjisini ve parasını, unuttuğu vücudunu ve doğum sürecini öğrenmeye, bilinçaltındaki o korkunç doğum senaryolarını silmeye, kendi psikolojisini temizlemeye ve anne olmaya harcasa çok daha fazla doğal doğum hikayesi dinleyeceğiz. Ve toplumda gaz problemi olmayan, kolik nedir bilmeyen, huzurlu ve mutlu bebekler, dolayısıyla geleceğin sağlıklı bireyleri çoğalacak.
Ben inanıyorum ki hangi yaşta, hangi statüde olursa olsun, bir kadın eğer bebeğin rahme düştüğü andan itibaren yaşanılan mucizeleri bilimsel olarak detaylarıyla öğrenirse ve doğumun her anını, tek tek salgılanan hormonları ve bu mükemmel sistemin insan eli değmezse nasıl tıkır tıkır işlediğini öğrenirse, asla buna müdahale edilmesine izin veremez.
Şükürler olsun ki bu bilgileri en doğru şekilde bize ulaştıracak, bize tekrardan kadınlığımızı hatırlatacak, hamilelik süresince bizi doğal doğuma hazırlayacak, uzun doğum sürecinde saygıyla, sabırla bizim yanımızda durup bize yardım edecek ekipler var.
Bir kadının doğal doğum yapabilmesi için eğitim alması ve hastanelerle, doktorlarla büyük savaş vermesi tabii ki ironik ve trajikomik. Ama geldiğimiz noktada şimdinin gerçeği böyle. Umarım bizim kızlarımız anne olmaya karar verdiklerinde onları saygıyla, sabırla karşılayacak hastanelere, doktorlara, ebelere ve ebeveynlere sahip olurlar.
Şimdi gelelim benim doğum hikayeme…
Öncelikle doğum hikayesinin önemini belirtmem gerekir. Aslında çok mahrem detaylar olmasına rağmen bütün hamileliğim boyunca okuduğum doğum hikayeleri sayesinde zihinsel hazırlanma sürecimi tamamladım. Çok yardımcı oldu bu hikayeler. Doktorlardan ve ebelerden duyduklarımıza inanmamıza rağmen bir gebenin ve doğal doğum yapmış bir annenin ağzından bu süreci dinlemek çok etkili oluyor. Bana ışık olan bir çok hikayeye saygıyla, benimkinin de bir çok gebeye ışık, umut ve cesaret olması dileğiyle…
Hamile kaldığımda doğal doğum yapmak istediğimi biliyor ve bunun için eğitimin şart olduğunu düşünüyordum. Hakan Çoker’in ‘Keşkesiz Doğum’ eğitimine katıldım. Aldığımız bilgiler şaşırtıcı ve etkileyiciydi. Bu eğitimde Doğum Psikoloğu Neşe Karabekir’in eşim ve bana yaptırdığı doğum draması sonunda aslında bir doğum yapmış ve bu doğumun her anını gerçekteki kadar yoğun hissetmiştim. Bu dramanın doğal doğumumda çok etkili olduğunu düşünüyorum.
Doğal doğum yapmak için bir ekiple çalışmam gerektiğini biliyordum. Sezaryen olacaksam sadece gerektiği için olacağımı bilmeliydim ve sonsuz güven duyduğum bir doktorum ve bir ebem olmalıydı. Aslında hamileliğimin en başından beri özellikle kilo kontrolümde bana yardımcı olan (beni 2 kilo fazlayla doğuma sokan) çok güvendiğim ve çok sevdiğim doktorum Narter Bey ile özel sebeplerden dolayı yollarımız ayrılmıştı. Kendime yeni bir ekip kurmalıydım. Buğday Derneği sayesinde adını sıkça duyduğum Asude Oflaz ile tanışmaya gittiğimde çok da fazla düşünmeme gerek kalmadı. Son derece bilgili, şefkatli, anlayışlı ve kararlıydı. Bir abla, ablanın ötesinde anneydi. Hele doktorum Ebru Hanım’ı kapıda gördüğüm an onunla yoldaş olmaya karar vermiştim. Hamileliğim boyunca doğal doğum yapabilmek için çok çalışmış ve gerekli bilgiye ulaşmıştım. Eşim de her anımda yanımdaydı ve en az benim kadar sürece hakimdi. 29. haftadan itibaren her hafta Asude Ebe’nin düzenlediği eğitimlere katıldım. Hem aklımdaki soruları sorup iyi bir danışmanlık aldım hem de gebelerle buluşup sohbet etme imkanına eriştim. Korku ve kaygıya kapılmamak için ve yalan yanlış bilgilerle beynimi doldurmamak için hamileliğim boyunca internette hiç dolaşmadım. Aklımdaki tüm soruları güler yüzlü doktorumuz Ebru Hanım’a sordum ve hep tatmin edici cevaplar aldım. Ve Doktor Ebru Hanım ile çok yararlı olduğunu düşündüğüm nefes egzersizleri yaptık. Artık beynim, yüreğim, fiziğim her şeyim Denizim’e kavuşmaya hazırdı… Kızım da uzun zaman sonra bize sürpriz yapmış, 38. haftasında bize yüzünü apaçık göstermişti :)
39. haftaya girdiğimizde her şey yolundaydı. Bebeğim doğru pozisyonda ve huzurluydu. Ben son derece rahat, mutlu ve her şeyden önemlisi onun için hazırdım. Bir an evvel Deniz’ime kavuşmak istiyordum. O hafta pekiştirme eğitimine gittiğimde Asude Ebe’yle daha önce konuştuğumuz üzere homeopatiye başladık. Güle oynaya remedimi almaya başladım. Rahim ağzının yumuşamasında ve doğumun başlamasında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Nst’ye sadece 2 kez bağlandım. Son haftalarda gitgide uykularım azalmıştı. Gecede 3-4 defa tuvalete kalkmak zorunda kalıyordum. 14 Nisan gecesi (39+4’de) saat 03:00 civarlarında tuvalete kalktığımda nişanımın geldiğini gördüm. Ve içimde tarifsiz bir sevinç, heyecan, mutluluk sarmalı oluştu. Sabah 6’ya kadar heyecandan gözüme uyku girmedi. İçimde ufacık bir korku kırıntısı bile yoktu. Aylardır beklediğim ve hazırlandığım o kutsal doğum başlamıştı işte. Her anını doya doya yaşamak istiyordum. Doğumun her anını bildiğim için de korkmuyor, aksine mutluluktan içimdeki kelebekleri hissedebiliyordum. Sabah 9′ da Kemal kalktığında söyledim ve Ebru Hanım’ı aradık. Doğumun başlamasına 24-48 saat arasında bir zaman dilimi olduğunu ve hayatımıza devam etmemiz gerektiğini söyledi. Zaten biz de günümüzü daha önceden planlamıştık ve planlarımızı iptal etmeden güne başladık. Eksik listemizde kalan birkaç parça şeyi almak için dışarı çıkacak, akşam da Kemal’lerin ailesine yemeğe gidecektik :) Filmlerde gördüğünüz gibi değil, öyle değil mi? :) O kadar rahattık ki bavulumuzu bile evde bırakmışız :) ‘Bu kadarı da şuursuzluk’ dediğinizi duyar gibiyim. Ama hayır değil, BİLMEK ve BIRAKMAK… Aralarda sebepsizce gülüyor sürecin başladığına inanamıyorduk. Gün içinde sürekli bedenimi dinliyordum ama pek de bir ağrı sızı hissetmiyordum. Akşamüstü saat tam 17:12’de birden regl ağrısı gibi bir ağrı hissettim kasıklarımda. ‘Acaba bu mu?’ diyerek saatime baktım. Bir sonrakini 30 dakika ya da 20 dakika sonra beklerken tam 9 dakika sonra ikincisi de geldi. Önce şaşırdım bu kadar kısa olmasına, vücuduma dikkat kesildim ve bir 10 dakika sonra bir kez daha… Hemen Asude Ebe’yi ve Ebru Hanım’ı aradım. Sancıların aralıklarını yazıp onlara haber vermemi istediler. Bu arada gelen sancıları tek başıma karşılayabildiğim için akşamki planımızı da iptal etmedik ve Kemal’lere gittik :) Daha önce Asude Ebe’yle konuşmuş ve doğum sürecinde yalnız olmaya karar vermiştik. Ailelere de, onlara haber vermeyeceğimizi açıkladık. Sağ olsunlar çok anlayışla karşıladılar. Bu yüzden gelen sancıları kendi kendime atlatıyor ve hepsinin saatini kaydediyordum. Tam yemeğe oturacaktık ki bir tuvalet ihtiyacı hissettim. Tuvalete gidip istifra ettim ve ishal olduğumu gördüm. Anladım ki vücut doğum öncesi kendini boşaltıyor. Doğa lavmanını yapıyor yani. Masaya geri döndüğümde sancılar birden 2-3 dakikada bir gelmeye ve şiddetlenmeye başladı. Kemal’le bir bahaneyle çıktık evden hızlıca. Evden çıkarken Kemal’in babasının ‘Kızım burada kalın kötüysen’ deyişini ve Yıldız Anne’min kaş göz işaretleri yaparak ‘Mehmet bırak çocukları gitsinler’ deyişini hiç unutmuyorum :)) İtiraf edeyim; birden 2-3 dakikada bire düşen ve çok şiddetlenen sancılar beni telaşa sürükledi. Çünkü okuduğum doğum hikayelerinde bu süreçler çok uzun sürüyordu ve birden de başlamıyordu. Evden çıktığımız anda aradık Asude Ebe’mizi, çok hızlandığını duyunca bizi Fulya’ ya çağırdı kontrol için. Ama eve uğrayıp bavulumuzu almamız gerekiyordu :) Benim doğumumun tek kötü kısmı arabada geçirdiğim zaman dilimi oldu. Arabada konsantre olup doğru nefes alamadığım için açıkçası paniklemiştim. Eve geldik, kısa bir duş alıp bir kaç sancıyı sakince salonumuzda karşıladıktan sonra yola çıktık.
Asude Ebe’nin yanına vardığımızda saat 22:30 civarlarındaydı. Ve o dakikadan sonra her şey mucizevi bir güzelliğe kavuştu diyebilirim. Asude Ebe benim paniğimi görünce bana homeopati remedileri verdi ve ben o remedileri aldığım anda rahatladığımı hissettim. İlk kontrol ettiğinde 4 cm. açıklığım vardı. Ve ben şoktaydım. 4 cm’ye ne ara nasıl ulaşmıştım bilmiyorum. Dışarıya çıktığımızda Asude Ebe eve gitmemizin bir anlamı olmayacağını, doğru hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi ve hastane yolculuğumuz başladı. Arabada çok zorlanıyordum ve her sancı geldiğinde Kemal’e durması için bas bas bağırıyordum :) Yolun ortasında duramayınca da iyice bağırıyordum :) Hastaneye 23:30’da ulaştık ve odamıza yerleştik. Hastaneye yürüyerek girmiştim, sedye teklifini kabul etmedim. Kimse yanımıza gelip nst, epidural, damar yolu açma gibi şeyler için bizi rahatsız etmedi. Herkes ekibin nasıl çalıştığını biliyor ve buna saygı duyuyordu. O haldeyken bu tip şeylerle savaşmak imkansız. Sizin için bu sorunları dışarda tutan bir ekibin varlığı çok önemli. Asude Ebem beni hemen duşa soktu. Tanrım nasıl bir rahatlamaydı öyle o. Sonra en rahat ettiğim pozisyonu aldım ve dizlerimin üzerine oturdum. Her gelen sancıyı Asude Ebemle müthiş bir şekilde karşılıyorduk. Lavanta yağları, homeopati, toplar ve o eller. Asude Ebe’nin ellerinin o gece sadece bir el olmadığına eminim. İnanç meselesi tabii ama ben her gelen sancıyı mucizevi bir şekilde onun sayesinde atlatırken ‘O eller el değil’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Saat gece yarısına ulaştığında sancılar gittikçe sıklaşıyor ve şiddetini arttırıyordu. Sanırım bu da Asude Ebe’yi bir kez daha kontrole sürükledi. Ve kontrol ettikten sonra bana bakıp güldü, ben de hala 4 cm. diyecek diye bekliyordum ki 7 cm. olmuş dedi. Ben inanmadım. ‘Beni motive etmek için söylüyorsunuz’ dedim. Bu kadar kısa zamanda, bu kadar açıklığa ulaşmış olmayı beklemiyordum ilk doğumumda. Doğru söylediğine inanmam için de doktorumuz Ebru Hanım’ı çağırdı. Kemalim her an yanımdaydı. Ama hiç müdahale etmiyordu. Varlığının bana verdiği kuvvet tartışılmaz. Odaya girer girmez odayı hazırladı, müziği açtı ve öylece yanımızda bekledi usulca.
Ebru Hanım geldiğinde kontrol etmek istedi ve 10 cm’ye ulaştığımı söyleyince ben sevinçle beraber şaşkınlık içindeydim. Şükürler olsun ne kadar da çabuk ilerliyordu ki yavaş yavaş ıkınmam başladı. Eğitimlerde en çok merak ettiğim şeydi ıkınma. Nasıl olur da kendisi gelir, içgüdüsel olarak ıkınmak ister insan? :) İşte tam da içindeydim şimdi. Tuvaletimin geldiğini düşünüyordum ve sürekli tuvalete gitmeye çalışıyordum. Asude Ebem de tuvaletimin olmadığını, bunun ıkınma olduğunu söylüyordu. Hatta bir kez sırf ben anlayayım diye gittik tuvalete :)) Yavaştan doğumhaneye inmemiz gerektiğini söylediler. Saat 01:30 civarları indik doğumhaneye, yürüyerek. Doğumhaneyi daha önce görmüş ve çok sevmiştim. Zemin katta ve çok küçük olmasına rağmen bana bir mağara gibi gelmişti. Güvenilir ve gözlerden uzak olması benim mahremiyetimi sağlıyordu. Doğumhaneye gittiğimizde önce minik bir odaya aldılar beni ve orada bir süre ıkındım. En çok zorlandığım süreç bu süreçti. Ikınırken Asude Ebemizin her zaman üzerinde durduğu rahatça bağırmak ve bırakmak konusunu sanırım en iyi şekilde yaptım. Utanmadan sıkılmadan içimden geldiğince bağırıyor ve bundan müthiş bir güç alıyordum. Çekmem için bir çarşaf gerdiler, o çarşaftan güç alarak ıkınıyordum. Bir ara Kemal bile fazla geldi bana. Çünkü ben bir şeyin içindeydim ve onunla kendi kendime bir şekilde başa çıkıyordum ve çok bağırıyordum. Bağırmam acıdan çok, güç almam içindi ama ‘Kemal bunu biliyor mu? Benim için üzülüyor mu?’ diye düşündüm. Bir ara o bile fazla geldi ki ailemin kapıda beklediklerini hiç düşünemiyorum. Doğumda en önemli şeylerden biri mahremiyet.
Ikınmanın bir yerinde ‘Yapamayacağım’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. İşte her kadın gibi ben de o noktaya gelmiştim. O anda Kemal ‘Oh’ demiş ‘doğum yaklaşıyor’. Eğitimin faydaları işte. Eğitim almamış olsa ben ‘Yapamayacağım’ dediğimde rahatlamaktan çok delirip doktora ‘karımı sezaryene alın’ diyebilirdi. Ve o ‘yapamayacağım’ anında bile epiduralin e’si aklıma gelmedi. Nasıl bir zihinsel hazırlık süreci geçirdiysem demek ki epidural ya da sezaryen düşüncesi ufacık bir an aklımda yoktu. Sanki dünya üzerinde böyle bir teknoloji yok ve ben bebeğimi sadece bu şekilde doğal olarak doğurabilirdim. Kendimi tamamen bıraktım ve içimden geldiğince dalgaları, sancıları, ıkınmaları karşıladım. Sonra kendimi birden doğum odasında buldum. Bir ara ıkınmanın en zorlu kısmında kahkahalara boğulduğumu hatırlıyorum. Hem bağırıyor hem kahkaha atıyordum. İşte müdahale edilmezse vücudun salgıladığı o hormonlar nasıl da acıyı dengeliyor. Müthiş bir sistem, hayran olmamak elde değil. Doktorum Ebru Hanım’a biraz yatağa yatıp sancılar arasında dinlenmeyi teklif ettim, kabul etti. Ve doğum masasına yattım. Birkaç sancıyı burada karşıladıktan sonra Ebru Hanım, doğumun durduğunu biraz daha sabredip bir gayretle kalkmamı söyledi. Ve ben kalkıp birden çömeldiğimi hatırlıyorum. Tamamen içgüdüsel bir hareketti. Ve şöyle düşündüm. ‘Rabbim daha kafası gelecek ardından vücut gelecek. Rabbim dayanamayacağım, kuvvet ver’ dedim ve birdenbire inanın ne olduğunu bilemeden tek ıkınmada benim mucizem Deniz’im bacaklarımın arasından dünyaya süzüldü. Rabbim o AN nasıl bir an… Tabii ki tarifsiz. Tarif etmek gibi beyhude bir çabaya girişmeyeceğim.
Bir anda titremeye başladığımı ve elimi doktorum Ebru Hanım’a doğru uzattığımı hatırlıyorum. Birisi beni olduğum yere oturttu. Hemen Deniz’imi o ıslak buruşuk haliyle verdiler kucağıma. Kemal’im sağ omzumdaki meleğim benim. Göğüslerimin arasında bir mucize. Ne ağlamak ne bir şey. Öyle huzurla duruyor. Ve ben Rabbin yarattığı mucizelere haykırarak şükrediyorum. Kızım Deniz dualarla açıyor gözlerini dünyaya ve hemen babasını görüyor. Ve resmen babasını takip ediyor tek gözüyle :) Herkes son derece saygılı, sakin. Herkes orada ama kimse yokmuş gibi. O AN’ı bize bırakıyorlar. Sanki sadece ben, Deniz ve Kemal’im var o anda. Kızımın kordonu kan akımı bitinceye kadar kesilmiyor ve kızım ihtiyacı olan o son kanı son damlasına kadar alıyor. Ebru Hanım Kemal’e teklif ediyor kordon kesimini. Kemal hiç tereddütsüz kabul ediyor ve kızının kordonunu kesme şerefine ulaşıyor. Plasentamızı Kaz Dağları’na gömmek üzere yanımıza alıyoruz. Kızım bir an için kucağımdan alınmadı. Yıkanmadı, çocuk doktoru tarafından kontrol edilmedi, topuğuna iğneler sokulmadı, Asude Ebe verniks tabakasını güzelce yedirdi kızımın vücuduna. Plasenta çok geç geldiği için kızımla doğumhanede uzun uzun halleşiyoruz. Ten tene temasa doyuyoruz adeta. Ebru Hanım eşin gelmesi için minik bir iğne teklifinde bulunduğunda bir an reddediyorum iğne korkumdan dolayı :)) Herkesler gülmeye başlıyor; iğne korkusu mu? :)) Koca doğumu yaptın bir iğneden mi korkuyorsun diye. Epizyo yapılmadı, ufak bir çatlak için minik bir dikiş atıldı. Bütün bu esnada ben kızımla koyun koyuna sevişiyoruz. Hormonlarımı resmen kütle halinde hissediyorum vücudumda. O an kalkıp kilometrelerce koşabilirim. 10 tane daha çocuk doğurabilirim aynı gece :) Asude Ebemiz Deniz’imizi giydiriyor, tertemiz kucağıma veriyorlar ve odamıza çıkıyoruz :) Her şey yolunda şükürler olsun. Hiç bir tıbbi müdahale yapılmadan, saygıyla bekleyerek ve doğaya bırakarak, Deniz’e güvenerek, çömelerek, bağıra bağıra doğuruyorum. Saat tam 03:00… Dolunay ve ay tutulması gecesinde dünyaya gelmek istiyor Deniz…Odaya çıktığımızda Kemal göz kapaklarını tutamıyor, ben ise hormonlarımla beraber zıplamak istiyorum :) saat 04:00 olduğunda ağlaya ağlaya ailelerimizi arıyoruz. Ve ailelerimiz bir çırpıda geliyorlar. Öğlen 12’de taburcu oluyoruz. Deniz’im kucağımda, yürüyerek evime geliyorum. Sonrası iyilik, güzellik…
* Herkesten ‘aferin kız sana helal olsun’ gibi laflar duydukça şaşırıyorum. Aslında olması gereken bir şey yaptığım için kahraman gibi görülmem ne acı değil mi? Her kadının yaşaması gereken bir durum aslında.
* Doğal doğumun eş üzerinde de müthiş etkisi olduğunu düşünüyorum. Anneye saygı müthiş artıyor bence. Ve doğumda bulunmak, sonradan öğrenilen babalık duygusuna adapte olmayı da hızlandırıyor.
* Ve hep düşündüğüm bir şey var ve gebelere söylediğim. Geldiğimiz bu noktada doğal doğum yapmak bu işe gönül veren bir ekiple çalışmaktan geçiyor. Hiçbir doktor seni, bebeğini ve doğumunu böylesine saygıyla sakince beklemiyor. Bir doktor refleksiyle çekip alma yöntemine başvuruyor. Eğer 22 saat doğumda kalıp hala gülümseyen bir ebeniz ve doğal doğumu bilmeden önce yaptırdığı sezaryenler için geceleri kalkıp vicdan yapan bir doktorunuz yoksa maalesef son anda kordonunuz dolanıyor, suyunuz azalıyor, sancınız gelmiyor vs. vs. Bunu doktorların söylemesi imkansız ama ben bir gebe olarak öz gözlemimi söylüyorum. Bu ciddi bir zihinsel, bedensel, ruhsal bir çalışma ve bir ekip ile mümkün kılınıyor.
* Son olarak şunu söylemeliyim ki; ben kendimi o kadar doğal doğuma kilitlemişim ki eğer bir sorun çıksaydı ve ben sezaryen olsaydım çok ciddi ruhsal problemler yaşardım. Bunun da doğru olmadığını düşünüyorum. Her şeye hazırlaması lazım bir gebe kendisini. Ama ‘bu pazar alacağız bebeği’ diyen bir annenin de en azından doğal doğum eğitimlerine katılıp doğumun nasıl bir süreç olduğunu öğrenmesi şart. Belki bebek pazar değil de cuma gelmeyi isteyebilir :)
– Eğer doğal doğum yapmak istiyorsanız; hamileliğiniz sırasında eşinizin de yanınızda olduğu bir doğal doğum eğitimine katılın.
– Kadınlığınızı hatırlayın.
– Vücudunuzu ve doğumu tekrardan öğrenin. Doğumun fazlarını, salgılanan hormonları ve mucizevi sistemi her detayıyla öğrenin.
– Normal doğum ile ilgili toplumsal travmaları temizlemek için psikolojik destek alın.
– Kendinize iyi bir ekip kurun. Bu ekipte EBE başrolde olsun.
– Hamileliğiniz boyunca nefes, pilates ve doğal doğumu kolaylaştıracak birçok hareket yapın.
– Çocuğunuzun odasına, kıyafetine takılmayın. Yakın arkadaş ve akrabalardan temin edin. Takas sitelerinden yepyeni ve bedavaya birçok şey edinebilirsiniz. Kurtuluş paylaşmakta unutmayın. Siz bebeğinize, onun sağlığına, psikolojisine odaklayın.
– Hastane prosedürlerini iyi öğrenin. Ya doğal doğuma saygılı bir hastanede doğum yapın ya da hastane ile önceden konuşup sizin isteklerinizin yazılı olduğu listeyi onlarla konuşup onaylatın.
– Ailelerinizi doğumdan sonra çağırılmaya ikna edin ve doğumunuzun mahremiyetini koruyun.
-En önemlisi de: BU SİZİN VE BEBEĞİNİZİN DOĞUMU. SİZİN DIŞINIZDA HİÇBİR KİŞİYE EMANET ETMEYİN. UNUTMAYIN, DOĞACAK OLAN BİREY BEBEĞİNİZ, DOĞURACAK OLAN DA SİZSİNİZ…
Aybike Savaşır Serdar