Dış Köşe

Doğal sit alanlarında Hes’ler yasaklandı mı? – Yusuf Gürsucu

0

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı HES projeleri için yapılan başvuruların değerlendirilmesine dair “ilke kararı” almış ve bu karar Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş. İlke kararları, 2011 yılı öncesinde Kültür Bakanlığı’na bağlı “Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu” tarafından alınan kararlardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kurulması ile birlikte bu kurul ikiye ayrıldı. Kültürel Varlıkları Koruma Kurulları Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesine bırakıldı. Bu durum, geçmişte oluşturulan kültürel ve doğal sit alanlarının birlikte korunmasına yönelik tutumun terk edilerek, bu alanların “korur gibi yapılıp” sermaye birikim sürecine daha rahat biçimde eklemlenmesinin yolunu açmıştı.

2010 yılında hazırladıkları bir yasa tasarısı meclis gündemine gelmeyi bekliyor. Bu yasa tasarısı “Tabiat Varlıklarını ve Biyo çeşitliliği Koruma Yasası” olarak bilinmekte. Yoğun tepkiler nedeniyle bu tasarıyı bir türlü meclis gündemine getiremediler. Yasa açık bir biçimde tüm koruma alanlarının ve endemik bitki türlerinin tamamını sermaye insafına terk ederek sermayeye yeni birikim yolu açmaktadır. Yasanın en önemli özelliği “Doğal sit alanlarının, Milli parkların” yani tüm doğal koruma alanlarının tamamının statülerini ortadan kaldırarak yeni statü verilmesini içermektedir. Bu yaklaşım “orman vasfını yitirmiş” bölgeler yaratarak gerçekleştirdikleri satışları aklımıza getirmeli. Amaçlanan şey, koruma bölgelerinin yeniden değerlendirilmesi ile birlikte sit alanlarında önceden belirledikleri ve iç etmek istedikleri bölgelerin koruma statü derecelerin düşürülmesi ya da kaldırılması gayretidir.

“İlke kararı”

Resmi Gazete’de yayınlanan ilke kararında da açıkça göze çarpan şey bölgelerin yeniden değerlendirilmesi vurgusudur. Yasanın 3. maddesi aynen şöyle “ Mevcut doğal sit derecelerine göre; Doğal Sit Alanları’nda yeniden değerlendirme yapılıncaya kadar; 1. maddede belirtilen özellikleri bünyesinde barındırmayan 1’inci, 2’nci ve 3’üncü derece doğal sit alanlarında 2. maddede belirtilen şartlar doğrultusunda izin verilebileceğine…” Bu yasanın koruma bölgelerinin yeniden değerlendirmesi sürecinin uzamasının verdiği rahatsızlığı gidermeye dönük yol açıcı ön bir yasa olduğunu görebilmekteyiz.

Sözü geçen 1. Madde ise şöyle “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu sonucunda; bölgesel, ulusal veya dünya ölçeğinde olağanüstü ekosistemleri/türleri bulunduran, özgün ekosistem yapısına sahip, doğal alanların ekolojik bütünlüğünü sağlayan ve besin zinciri içinde yer alan kritik türleri barındıran, küresel ve ulusal ölçekte dar yayılımlı, kritik, nesli tehdit ve tehlike altında endemik tür veya türlerin; üreme ve beslenme alanlarını ihtiva eden, hayati ihtiyaçlarını temin edebileceği uygun yaşama şartlarını sağlayan, göç ve yayılma alanlarını ve göç yollarını ihtiva eden, ekolojik süreçleri, ekosistem hizmetlerini, ekolojik barınakları muhafaza eden, iklim değişikliklerine tampon sağlayan, jeolojik ve jeomorfolojik açıdan istisnai özellikte olan, kriterlerden en az birini bünyesinde bulunduran doğal sit alanlarında HES yapımına izin verilmeyeceğine…”

Peki, “Ekolojik Temelli Bilimsel Araştırma Raporu”nu kim hazırlayacak? “Olağanüstü” ekosistemleri ve türleri kim belirleyecek? Bu sorulara yasa taslağının 5. maddesinde sözde cevap verilmiş “Madde 5: Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonları’nda ekolojik temelli bilimsel araştırma raporunun konusu ile ilgili uzmanların bulunmaması(!) durumunda, biyolojik çeşitlilik konusunda uzman(!) biyologların ve/veya jeologlardan komisyonca görüş alınması gerektiğine…” Görüş alacaklar peki kimden? Bünyedeki uzmanlardan o da yoksa dışarıdan birilerinden! Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözünü hatırlayıp “toprak koruma kurullarının” verdiği kararları beğenmeyip kurulların tamamını değiştiren bir anlayışın bu kapsamda doğru karar vermesi beklenebilir mi?

Hedefleri suya el koymak!

Yasada şöyle bir madde yer alıyor “Ekolojik ihtiyaç debisinin araştırma çalışmasında belirlenerek su yatağındaki biyolojik çeşitliliğin devamını sağlayacak şekilde teminat altına alınması”. Can suyu diye ifade ettikleri şeyi tarif ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde Artvin ilinde yapımı gerçekleşmiş Erenler HES olarak bilinen HES’in Erenler Köyü’nde yarattığı sorun üzerinden bakınca suyun kimlere “ait” ve cansuyunun bir aldatmacadan ibaret olduğunu açıkça görebiliriz. Yakın geçmişte Erenler Köyü’nün içinden geçen dere yatağına verilen “cansuyu” ancak bir bataklık oluşturmuş. Bu bataklık nedeniyle çok yoğun bir sivrisinek üremesi yaşanmış ve insanlar bu durumu valilik ile paylaştıktan sonra dere yatağına hiç olmazsa 1 saatliğine su bırakılıp bu bataklığın temizlenmesini istemişler. Valinin ve HES şirketinin verdiği cevap ‘hay hay 100.000 TL yatırın 1 saat suyu salalım, her saat için yüz bin lira yatırırsanız istediğiniz süre suyu dere yatağına bırakabiliriz’ olmuştur.

Adım adım tüm koruma yasalarını iğdiş etmekteler. 2010 yılında çıkan YEK’in (Yenilenebilir Enerji Kanunu) 8. madde 4. fıkrası aynen şöyle “Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ile tabiatı koruma alanlarında, muhafaza ormanlarında, yaban hayatı geliştirme sahalarında, özel çevre koruma bölgelerinde ilgili bakanlığın, doğal sit alanlarında ise ilgili koruma bölge kurulunun olumlu görüşü alınmak kaydıyla “yenilenebilir enerji kaynaklarına” (HES’ler de sözüm ona yenilenebilir kaynak) dayalı elektrik üretim tesislerinin kurulmasına izin verilir” Çıkarılan yasa ile sağlanmaya çalışılan şey oluşturmak istedikleri kurulların iki dudağı arasına doğal yaşamı sıkıştırmak.

Su kanunu

Görüşe açtıklarını söyledikleri “su kanunu” yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız noktaları tamamlayan ve suyu tamamen doğadan çalıp kontrol ederek ticarileştirmeyi sağlamaktadır. Kanun taslağına göre, sudan öncelikle arazi sahibi faydalanacak, suyun değerlendirilemesinde “içme-kullanma, tabii hayat, zirai sulama, enerji ve sanayi, ticaret, turizm” sıaralaması izlenecek. Bu sıralamaya dikkat edin sıralamada öncelikli olarak nitelenmiş “içme-kullanma” tahsisinde HES firmalarının havza kiralamalarıyla enerji üretmiyle birlikte “içme-kullanma” hizmetini de tekellerine alacaklar ve sıralama şirketin çıkarlarına göre düzenlenecek.

Taslakta Orman ve Su Bakanlığı YPK (Yüksek Planlama Kurulu) onayıyla “Ulusal Su Planı” hazırlayacak. Bu planlara uygun “havza planları” yapılacak. Taslakta “Şirketlere ve kişilere DSİ tarafından ücreti karşılığında 49 yıla kadar su kaynağı (havza) tahsisi yapılacak.” “Tahsisleri havza su tahsis heyeti yapacak bu heyet yönetmelikle belirlenecek. Bu tahsisler bir sicil sistemiyle takip edilecek. Tahsis edilen sulardan, su tahsis belgesinde belirtilen miktar su esas alınarak yıllık ücret alınacak. Ücretlendirmeyi Bakanlar Kurulu yapacak. Su temin maliyetlerinin kullanan, kirlilik önleme maliyetlerinin kirleten tarafından ödenmesi, esas olacak”

Aslında fazla söze gerek yok, hazırladıkları tüm yasa ve yönetmeliklerin tamamı “mış” gibi yapıp doğanın metalaştırılıp ticarileştirilmesinden ibaret. Süslü püslü kelimelerle bezedikleri metinlerin tamamında alçaklıklarını hiçbir biçimde gizleyememekteler. Mevcut hükümet Türkiye’de bugüne kadar iktidara gelmiş tüm hükümetlere rahmet okutmaktadır. Gelmiş geçmiş tüm iktidarların bugüne kadar doğaya verdikleri zararın toplamından mislice fazlasını mevcut AKP iktidarı gerçekleştirmiştir. Sayın Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminde almış olduğu oy miktarı geleceğe dair umutlarımızı yeşertiyor. Gelecek seçimlerde barajları yıkıp mecliste, vadilerde ve sokakta göstereceğimiz mücadele bu süreci ancak tersine çevirip durudurabilir.

Yusuf Gürsucu – Özgür Gündem

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.