Yazarlar

“Devletle kavga etme, onu yapabilir kıl”

0

Yeni Cumhurbaşkanın Çankaya’ya çıkış törenleri vesilesiyle…

Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkışını televizyonda merakla izledim. Törenlerin kralların taç giyme,  padişahların “cülus”törenlerini andırır, zaman zaman  farsa kaçarak tebessüm ettiren aşırılığı  arkasındaki saik ne olabilir, diye düşündüm? Bunu sadece Erdoğan’ın narsizmi, güçlü lider egosu, tek adam olma tutkusu gibi şeylerle açıklamak eksik olur gibi geldi bana.

Törenlere Türkiye halkları, medyası, muhalifi, muvaffıkı heyecanla kilitlenmişti. AKP tabanı gururla kendinden geçmiş, ana muhalefetin ruh hali ise  Mecliste kürsüye fırlatılmış “İç Tüzük” misali yerlerdeydi. Üstelik dünya medyasının, kamuoyunun gözü de bu törenlerdeydi. Acaba bu olayın gözümüzden kaçan, dile gelmeyen, getirilmeyen  bir anlamı mı var, diye düşündüm. Yoğun olaylarla dolu  yakın geçmişimiz gözlerimizi perdeledi de, bu taç giyme töreninin anlamını idrak edemiyor muyduk? On iki yıldır iktidarda olan bir lider Çankaya’ya çıktı diye bu tantana neyin nesiydi?  Şimdi’nin geçmiş ve gelecek olduğunu hatırlayarak hafıza tazeledim.

Cumhuriyetin (benden sadece 11 yaş büyük) kurucu iradesi, yeni Türkiyeyi yukarıdan aşağı dizayn ederken, her ne kadar sınıfsız, imtiyazsız bir toplum olarak tanımlamışsa da, kurucu-yönetici kadroları oluşturan sivil-asker bürokrasi ve onların tek Partisi, devletçi kalkınma modeliyle birkaç on yılda imtiyazlı bir sınıf yaratmıştı bile. Ülkenin yoksul, muhafazakar, mütedeyyin, eğitimsiz  köylü, kasabalı çoğunluğu ekonomik olarak da ideolojik olarak da dışlanmış, devletin  baskıcı yönetimi altında kaderine boyun eğmiş, yaşayıp gidiyordu.

Derken, 1950’de ülkeye, kır atının üstünde demokrasi çıkageldi. Köylüye “milletin efendisi” olduğunu hatırlatan Demokrat Parti iktidar oldu. O güne kadar kendini memleketin kurucusu ve sahibi bilen sınıf bir anda muhalefete düşüverdi. Bilindiği gibi, halkın oylarıyla iktidar olan Demokrat Parti iktidarına, 27 Mayıs 1960’da askeri darbeyle son verildi. Takiben, on yılda bir askeri darbeler, muhtıralar,  parti kapatmalarla sürekli kesintiye uğrayan demokrasi maceramız malum…

Halkın çevreden merkeze uzun yürüyüşü, AKP’nin iktidara gelişiyle ivme kazandı ve nihayet Devleti ve de zirvesini ele geçirdi. Bu süreci Başbakan Erdoğan, özellikle son yıllarda, gözükara bir pervasızlıkla, yasa, Anayasa, hukuk tanımaz bir cüretle, adeta bir devrim önderi edasıyla yönetti.  Her şeyi kontrolüne alarak Devletin zirvesine yerleşti.

İşte o gün, Recep Tayyip Erdoğan’ın Çankaya Köşküne çıkışı, “halkın iktidara uzun yürüyüşünün taçlanması” gibi göründü bana.  AKP,  ideolojik ve sosyolojik bir sınıfın hareketinin mirasçısıydı, devamıydı. İktidara geldiğinde oyunu kurallara göre oynayarak oylarını artırmış, tabanını konsolide etmiş, çoğunluk iktidarı haline gelmişti. Küresel ekonominin nimetlerini, akan sıcak paraları, tarihsel fırsatları kullanmış, böylece rant dağıtarak (ve paylaşarak), sistemi taşeronlaştırarak, refahı paylaştırarak, reformlar, “açılımlar” yaparak  inanılmaz bir güç devşirmişti. Tabanına sınıf atlatmış, yeni bir orta sınıf  ve yeni zengin bir sınıf yaratmıştı. Artık  Anayasayı, yasaları, hukuku, teamülleri yok sayabilirdi. Değil mi ki, askeri vesayeti de kaldırmış, gerçek iktidar olmuştu. Artık ortalıkta onu yerinden oynatacak, müdahale edecek güç kalmamıştı. Sıra, iktidarına ortak ettiği cemaati “paralel devlet” bahanesiyle tasfiye ederek devlet aygıtını parçalamaya gelmişti. Şimdi hedef parlamenter sistemi değiştirmek, başkanlık sistemine geçmek, devleti yeniden yapılandırmaktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan nasıl bir başkanlık sistemi hedefliyor?  “Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğacak ” Türkiye nasıl bir Türkiye olacak? Farklılıkların birarada yaşayacağı, insan hakları ve özgürlüklerinin hayata geçtiği, evrensel değerlere saygılı, denge ve denetleme sisteminin işlediği şeffaf demokratik bir hukuk devleti mi olacak, yoksa otokratik bir rejim mi hedefleniyor? Dahası, “Yeni Osmanlıcılık” hayalleriyle ülkeyi Bölgede yeni maceralara, felaketlere sürükleyecek bir tasavvurları mı var? Henüz bilmiyoruz.

***

“Devletle kavga etme, onu yapabilir kıl” bu özdeyiş, Susurluk skandalı sonrasında “Sürekli aydınlık için 1 dakika karanlık” eyleminin ve daha sonra birçok sivil toplum girişiminin örgütlendiği binanın toplantı salonunda çerçevelenmiş olarak asılıydı. Bu önerinin bugün etkili politikalar geliştirmekte yerinde bir hatırlatma olduğunu düşüncesindeyim.

Geldiğimiz noktada yapmamız gereken, halkın yüzde 52’sinin oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı ile, AKP Hükümetiyle kavga etmek yerine onu, kendi söylemlerinde sıkça yer aldığı gibi, tüm Türkiye’nin iktidar gücü olarak,  ülkenin doğasına, insanına, emeğe, özgürlüklere, hukuka saygılı, yaşanası  bir Türkiye için yapabilir kılacak politikalar üretmektir.

Yeni Türkiye’de eğer Başkanlık sistemine geçilecekse,  ademi merkeziyetçi bir kamu yapılanmasına gidilmesi şarttır. Zaten Türkiye artık bir merkezden yönetilemeyecek kadar büyümüştür. Bizim hemen kolları sıvayıp danışma kurullarımızı, hukukçularımızı, Anayasacılarımızı , bilim insanlarımızı toplayıp Türkiye için en uygun Başkanlık Sistemi modelini tartışmaya başlamamız gerekiyor.  Bildiğim kadarıyla bu çalışmayı somut örneklere esinlendirecek  hem Kürdistan’da hem ülkenin batısında katılımcı, ekolojik- kollektif yönetim modelleri için birikmiş çok sayıda uygulama, deneyim, girişim, fikir var. Bence, HDP ve bileşenleri olan partiler  2015 seçim çalışmalarının eksenine, nasıl bir başkanlık sistemi ve yerinden yönetim nasıl olmalı sorunsalını oturtmalı. Halkın kendini yönetme, Merkezin vesayetinden kurtulma arzusunu güçlendirecek, katılımını sağlayacak kampanyalar, eylemler, sivil itaatsizlikler, fiili durumlar yaratacak çalışmalar yapmalı, kampanyalar düzenlemeliyiz.

Yeni Anayasa ve rejim sorunlarını AKP’nin ‘oldu bitti’lere getirmesine izin vermemeliyiz. Bunun yolu her şeye itiraz etmekle yetinen politikasızlık yerine alternatif politikalar üretmekten geçer. Devleti, Hükümeti, AKP’yi, tabanını, muhatap almalıyız; ana muhalefetle diyaloğa önem vermeli, özellikle de ademi merkeziyetçi bir yönetime geçiş için ortak bir çalışmanın başını çekmeliyiz.

Yüksel Selek, Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü

 

Yüksel Selek

4 Eylül 2014

Bodrum 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.