Devleti değiştirmeden iktidar olmak – Erol Katırcıoğlu

Dünün bazı demokrat ve liberal aydınlarının Gezi olayından giderek sürekli bir sol eleştirisi yapıyor olmaları dikkat çekici. Hesapta bu olayı anlamak istiyorlar ama yaptıkları bir anlama çabasından çok bir karalama kampanyasına dönüşmüş durumda.

Doğrusu bu yazarların çoğunun, bir dönem önce rejimin mağdur ettiği İslami kesime sahip çıkmak gibi onurlu bir iş yapmışken, şimdi hangi nedenlerle, Gezi’de ortaya dökülen yine bir tür “mağduriyet” haykıran kesimlere karşı bu kadar eleştirel olabiliyorlar anlamak mümkün değil. Gezi’de, “sol” demeyi tercih ettikleri bu kesimlerin ne tür taleplerle sokaklara döküldüğünü anlamaya çalışmak yerine onları acımasızca eleştirmenin neresinde “demokratlık” ya da neresinde “liberallik” olabilir ki?

Türkiye’de sol, “modernitenin”, onun temsilcisi olan “kemalizmin” çocuğudur, bunu biliyoruz. O nedenle de solun içinde kemalizmden etkilenmiş kesimlerin olduğunu da biliyoruz. Ama şöyle arkamızı dönüp, bırakın eskileri yakın tarihimize bakıp, devletin “sol” kesimler üzerinde yaptıklarını hatırlayacak olursak bugün onların mağduriyetlerini ve devlete neden karşı olduklarını da anlamamız daha kolay olmaz mı? 12 Mart’da, 12 Eylül’de ve daha nice tarihlerde devletin ve iktidarların, onlara gösterdikleri vahşetin (üstelik çoğu çocuk yaştayken) hiç iz bırakmadan uçup gideceğini mi sanıyordunuz? Öyle olmuyor. Nitekim bizde de öyle olmadı. Bu insanlar sokaklardalar, talepleri ve iddiaları var. Bizim onları yanlış bulup bulmamızın ise bir kıymet-i harbiyesi yok. Onlar, onlar.

Bu liberal yazarların bazıları, birilerinin, Gezi’deki AKP ve İslami kesim karşıtlığından yararlanarak kitleleri yönlendirdiklerini dolayısıyla olayın hükümete karşı “darbe” amaçlı bir “komplo” olduğunu öne sürüyor ya da ima ediyorlar. Dolayısıyla olayın Ergenekon bağlantılı bir olay olduğunda hemfikir gibiler.

Doğrusu Gezi’de “ulusalcı” ve “Ergenekoncu” denilebilecek bazı sloganların atılmış olduğu doğrudur.  Ama buradan giderek Gezi’nin Ergenekoncu bir darbenin ayak sesleri olduğunu iddia etmek doğru değildir. Çünkü bugün toplumda Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ilgili yaygın bir inançsızlığın varlığı çok açıktır ve bunun Gezi’yle doğrudan bir ilgisi yoktur. Yoktur çünkü bu ülkenin mahkemeleri hemen her zaman devletin ve iktidarın bir parçası olmuş ve onların yanında yer almışlardır ve o nedenle de çoğu kez haklılığın değil haksızlığın kaynağı olmuşlarıdır.

Yine şöyle arkamızı dönüp, bırakın eskileri yakın tarihimize bakıp, mahkemelerimizin aldıkları kararlara bakın bugün neden Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili yaygın bir inançsızlığın olduğunu görürsünüz. Örneğin, Menderes ve arkadaşlarının asılma kararlarını bu mahkemeler vermediler mi? Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını genç yaşlarında darağacına bu mahkemeler göndermediler mi? 17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyütüp asılması kararını bu mahkemeler almadılar mı? O zaman neden şimdi bazılarımız bu mahkemelerin verdikleri kararların doğru olduğuna inansın ki?

Dolayısıyla Ergenekon davasına inançsızlık Gezi’den yansımış olabilir ama buradan Ergenekoncu hükümet karşıtı bir komplo üretmek oldukça zorlama bir çabadır.

Sol kavramı bir soyutlamadır. Hele hele solun ideolojik sorunlarının derinleştiği bir dönemde solun tek bir tahhayülü olduğunu söylemek doğru olmaz. O nedenle de Gezi’ye bakıp, Gezi’nin çok katmanlı gerçeğini atlayıp, tek bir sol varmış gibi yapmak, oradan solun toplumsal tahhayülünün kalmadığını söylemek iş değildir.

AKP’nin devleti değiştirmeden iktidar olması, devlete karşı haklı tepkileri olan kesimlerin bu tepkilerini haksız bir biçimde AKP’ye yöneltmeleri sonucu doğurmuş olabilir ama bu haksızlığın sebebi bu kesimlerden çok,  haklı tepkileri dikkate almayarak devleti değiştirmeden devletleşmiş olan AKP’dir.

Eğer ok atacaksanız biraz da buraya atın.

Tabii cesaretiniz varsa…

ErolKatırcıoğlu – www.kuyerel.org

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR