Dış Köşe

Devlet içi hesaplaşma ve imar yolsuzlukları – İkbal Polat

0
İkbal Polat
İkbal Polat

İkbal Polat

Çevre ve kent hakkı mücadelesinin yaptıramadığını devlet içi hesaplaşma yaptırıyor. Sevinelim mi üzülelim mi bilemedim.

Çevre ve kent hakkı mücadelesinde son on yıldır yaşananlar, hem siyasal hem yönetsel hem de hukuksal düzeyde büyük rezaletleri barındırıyor.

En ünlü örneğimiz Bursa’daki Cargill’dir. Cargill, Bursa’nın İznik ilçesinde göl kenarında tarım arazilerinin ortasına kurulmuş bir sanayi şirketidir. Gerek imar planlarına gerekse de tarımla ilgili kurallara aykırı olarak yapılaşmıştır. Açılan onlarca dava kazanılmasına rağmen yürütme (ister Mesut Yılmaz hükümeti olsun ister Tayip Erdoğan hükümeti olsun) yargı kararlarını bertaraf eden kararlar alarak Cargill’in faaliyet yürütmesine izin vermiştir.

Ya da İstanbul ilindeki Gökkafes. Gökkafes, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan bir yeşil alana kurulmuş oteldir. Turizm Bakanlığı tarafından turizm bölgesi ilanı ile yeşil alana yapılaşma yetkisi getirilmeye çalışılmış, hukuki itirazlar ise merkezi idarenin müdahalesi ile ilçe değiştirilerek bertaraf edilerek tarihi alan olan bir yeşil alana gökdelen dikilmiştir.

Ya da başta Akkuyu olmak üzere Gebze-İzmir otoban yolu, 3. köprü gibi ülkenin pek çok yerinde yapılmak istenen mega projeler, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) muafiyeti getirilmesine yönelik yapılan itirazlar, açılan davalar her seferinde kazanılmasına rağmen yürütme tarafından yeni yasal düzenlemelerle hiçe sayılmıştır.

Uzun bir süredir yargı ile yürütme arasındaki ilişki bu şekilde devam etmektedir. Çevreciler ya da kent hakkı aktivistleri, yaşadıkları usulsüzlükler hakkında dava açıyor, kazanıyor ama değiştiremiyorlardı.

AKP – Cemaat kavgası

Sonra birden 2012 MGK toplantısının devamında, Newroz’dan önce, 7 Şubat’ta AKP – Cemaat kavgasının ışığı göründü derken Gezi süreci derken 17 Aralık’ta da ortalığa, kutuları, oğulları, bedduaları ile ortalığa saçıldı.

17 Aralık 2013 tarihinde Halk Bankası ve bakan oğullarına yapılan operasyonun arkasından yürütme, emniyet müdürlerini görevden aldı. Savcılar ile emniyet ile jandarma arasında bir kovalamacayı heyecanla izledik o günlerde.

En şahanesi ise Ali Ağaoğlu’nun, 1. yolsuzluk ve rüşvet operasyonu kapsamında gözaltına alınması idi. Çevre ve kent hakkı mücadelesi içinde olanlar ve Taksim’deki 3 ağaç için günlerce direnenlerin gözleri parladı.

Altın vuruş ise Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan geldi. Canlı yayında, istifasını isteyen Başbakanına se

n de istifa etmelisin diyerek gerçekleştirdiği imar uygulamalarından haberinin olduğunu söyledi. İşte bu sırada başta ülkenin pek çok yerinde mağdur olmuş TOKİ’zedeler olmak üzere çevreciler ve kent hakkı aktivistlerinin gözleri ışıldadı.

Bakan için bir süredir gerçekleştirdiği imar uygulamalarından dolayı anlam veremediği şekilde “uyarılıyor” olmak zor gelirken bir de yolsuzluk dosyasının altında oğlu ile kalmak ağır bir bedel olurdu.

Gelişmeleri heyecanla izlerken ikinci operasyonun haberi geldi. Yetkili güvenlik elemanını bulamadıkları için tam olarak gerçekleşemeyen soruşturmada, hakim, içerisinde 3. Havalimanını yapanların da bulunduğu şirketlerin sahiplerinin mallarına tedbir kararı koydu.

Hükümet, yapılan operasyonları “yargı darbesi” olarak nitelerken, imar planına aykırı olarak yapılan 3. havalimanını işaret ederek kalkınmanın engellendiğini söyledi.

Temmuz ayında Bakanlar Kurulu tarafından imzalanan 10. Kalkınma Planında yer almayan 3. köprü, Kanal İstanbul projelerini savunmaya devam eden, yapılan yolsuzluk operasyonlarını “yargı darbesi” olarak niteleyen bir hükümetle karşı karşıya kaldık.

Ama haklı oldukları bir konu vardı. Ters giden bir şeyler vardı. Daha önce Cargill ya da Gökkafes ya da diğerleri hiçbir Savcı tarafından basılmamıştı. Şimdi ne olmuştu da Ali Ağaoğlu, 3. havalimanını yapanlar ve diğerleri gözaltına alınıyor, mallarına tedbir kararı getiriliyordu.

Derken şahane yıl olan 2013’ün son günü şahane bir haber geldi. İzmir İl Özel İdaresi, Cemaate yakınlığı ile bilinen Koza Altın’ın madenlerinden birinin işletmesini durdurdu.

Maden, Arif Ali Cangı’nın Yeşil Gazete’de konuyu yorumladığı üzere, 2010’dan bu yana gerekli izinler alınmadan 3 yıldır lisanssız çalıştırılıyormuş.

Ne oldu da birden yetkililer, 3 yıldır lisanssız çalışan madenin işletmesini durdurdular.

Cevap, savcıların, bunca zamandır bili

nen imara aykırı yapılaşmaların ardındaki soruşturmaları kovuşturmaya başlamalarının nedeni ile aynı.

AKP – Cemaat arasındaki kavga sayesinde çevre ve imar alanındaki yapılanlar tek tek ortalığa saçılıyor.

Tam bu satırı yazdığım sırada da Danıştay’ın, Ulukışla’daki Gümüştaş Madenciliğin madenine ilişkin yürütmeyi durdurma kararının haberi geldi. Gümüştaş Madenciliğin sahibi ise Aydın Doğan’la ortaklığı bulunan, susurluk skandalına da adı karışmış olan Necati Kurmel.

İmar yolsuzlukları, tek tip kentleşme ve bölge yönetimi

Şaşırmıyoruz tabii ki. Kapitalizm kendini yeniden üretme alanı olarak kentsel mekanı seçmiş durumda. Dolayısıyla yeni rant alanları çevre ve kentsel alan. İktidar kavgasının da bu rant alanı üzerinden yükselmesi, yolsuzluk operasyonlarının imar rüşvetleri üzerinden olması da normal.

Kentlerdeki tarihi binaların, yolların, toplu konutların, kentsel dönüşümün, imar planlarının yapımında, madenlerin kiralamasında, satılmasında biliumum faaliyette yaşanan yolsuzluklar, rüşvetler, hukuksuzluklar ayyuka çıkmış durumda.

Her şehirde yaşanıyor. İmar planında yapacağınız bir küçük bir müdahale her şeyi, toplam rant yekununu değiştirebilir. Bu müdahaleyi yaptıran “rüşvet”teki yolsuzluk veya haksız kazanç değil tabii sadece konuşmamız gereken. Yarattığı tahribatları da konuşmak gerekiyor.

Ranta dayalı, imar yolsuzlukları ile şekillenen kentleşme politikaları sonucunda tek tipleşen, Ankara’dan İstanbul’a da, Rize’ye de, Hakkari’ye de aynı tipte yapılan plan ve TOKİ uygulamaları ile yüzyüze kalıyoruz.

Yolsuzlukları, rüşveti de kolaylaştıran merkezi yönetimin bu denli güçlü olması. Yine sorunu bölge yönetimine, yerinden yönetime bağlayacaksın diyeceksin ama öyle. Daha önceki yazılarımızda sormuştuk. Sermayenin örgütlendiği bölge yönetimleri var biliyorsunuz. Kalkınma Ajansları. Yani ekonomik alanda bölge yönetimi var. Peki neden siyasi alanda bölge yönetimi yok diye sormuştuk. İşte cevap bu yolsuzluklarda. Bölge yönetimi yok çünkü siyasal gücün, iktidarda merkezde olunmasını istiyorlar. Ki yolsuzluklar ve rüşvetler merkezden kontrol edilebilsin, tek elde olsun.

Kayıkcı kavgasının gösterdiği üzere Türkiye, kendisine üçüncü bir seçeneği yaratarak demokratik bir cumhuriyeti kurmalıdır. Özgür, demokratik, eşit ve yerinden yönetilen bir Türkiye…

İkbal Polat – Turnusol

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.