Geçen hafta Michel de Montaigne’in 2009’da Yakamoz Yayıncılık’tan, Erdener Tunalı çevirisi ile yayınlanan Denemeler’ine değinmeye çalışacağıma dair bir girizgâh yapmıştım sizlere… Diyeceklerimi bölümlere ayırdım ve işte ilk bölüm sizlerle…
BÖLÜM I – DÜZEN
“Bize, insanlar arasında yaşamak için turnalar ya da karıncalardan fazla görevler, yasalar gerekli değildir aslında. Üstelik tüm bu hayvanlar bilge olmasalar da oldukça düzenli yaşıyorlar.”
Bilge Olmak ile Mutluluk, Denemeler, Montaigne
400 yıldan fazla yıl önce yazılmış bir metnin içinden alınan bu atıf, size de günümüz çevre anlayışının temelindeki “yalınlık” arayışını çağrıştırmıyor mu? Sözde “düzen” sağlamak için tesis edilmiş bunca kural, kanun ve kurum içinde boğulan şimdiki zamanımıza, kocaman bir tokat indiriyor. Düşünün ki Montaigne, o naif adam, sadece kendi dönemindeki şatafatı deneyimleyerek bu çıkarımı yapabiliyordu. 2014 yılında yaşamış olsaydı eğer, sevgili yazarımızı #occupy hareketini destekleyen muhalif bir gazetedeki köşe yazılarıyla tanırdık gibi geliyor bana…
________________________________________
“Zenginlik bize ne iyilik eder, ne kötülük. Her ikisi için de malzeme verir bize.”
Bize göre Mutluluk, Denemeler, Montaigne
#Occupy demişken, Marx’dan 300 yıl önce yaşamış olan Montaigne’in bu tümcelerine gözüm takıldı. Akıldan yana biri olarak, Michel de Montaigne, yaşam enerjisinin önemli bir kısmını her şeyin sorgulanabilir olmasının farkındalığından elde ediyordu. Bu anlamda, “mutlak” doğrulara mesafeli yaklaşıyor, karşıt açılardan sorgulayarak toplumca “doğru” yargısı verilmiş birçok olguyu sınıyordu. Dogmalarla bariz bir meselesi vardı. Bu alıntısında “zenginlik” kavramını – kendisi de bir varsıl olmasına karşın – müthiş bir gerçekçilikle ele alıyor. İnsan iradesi ile insanların sahip olduğu kaynaklar arasında doğrusal bir ilişki kurma kolaycılığına girmiyor. “Zenginsen kötü adamsın” klişesini desteklemiyor ama zenginlerin kötülük yapmayacağını da iddia etmiyor. Ahlakın iradenin tasarrufu olduğunu belirliyor. Varlıklı olmanın kişiye getirdiği fırsatları işaret ederken, bu fırsatların nasıl kullanılacağı düğümünü çözme işini iradeye bırakıyor. İncil’de şöyle diyor oysa: “Radix malorum est cupiditas” yani “kötülüklerin kökeni varlık (para) hırsıdır.” (Timothy 6:10). İyi bir Hristiyan olan Montaigne’in bu çıkışını, bir de bu gözle okuduğumuzda “ezberci” kabulleri kutsal kitapla kısmen çelişmek pahasına bile olsa reddettiğini görüyoruz. Kapitalizmin göbeğinde bile olsan iradene sahip çık diyor, başka bir deyişle, Montaigne.
________________________________________
“Doğa bizi özgür ve bağımsız yaratmış, bizse tutup kendimizi olmadık çemberler içine hapsediyoruz.”
Dünya Vatandaşlığı, Denemeler, Montaigne
Kapitalizme değinirken bu sistemi sorgulayan Yeşiller’i atlamak olmaz. Kalabalık içinde yalnızlık inşa ettiğimiz o koca megaşehirleri hayal etmişçesine, “Dünya Vatandaşlığı”na dair sınırları olmayan bir dünya öngörüsünü dile getirmesini ben çok heyecan verici buldum. Denemeler’in yayınlandığı 1580’de Avrupa, Kutsal Roma İmparatorluğu (Almanlar), Fransa, İspanya ve Osmanlılar arasında bölüşülmüş büyük güç merkezlerince yönetiliyordu. Yine de, bu büyük yapıların altında onlarca küçük krallık, dukalık, hanlık veya eyalet vardı. Montaigne, bu mini devletçiklerden ve onların şatafatlı armalarla süslenmiş kibirli derebeylerinden sıkılmış olsa gerek ki, dört asır sonra dünyaya gözlerini açacak John Lennon gibi, sınırların olmadığı bir dünyanın ve o dünyanın vatandaşlığının hayalini kurmuş.
Başka bir boyuttan okuyacak olursak “doğa bizi özgür ve bağımsız yaratmış” derken, içsel dünyamızdaki sınırlandırılmışlık duygusunu (ya da mahalle baskısını) da vurguluyor, Usta. Kendi hücreevlerimizi kendimiz yaratıyoruz. Kentlerimizde tıkış tıkış olmamız da aynı nedenden. Bu alıntıyı sahibini bilmeksizin okusaydım bir “Greenpeace” eylemcisine yakıştırmam hiç de zor olmazdı sanırım. İşte Montaigne böyle bir öngörüyü yakalamış bence.
________________________________________
“Sokrates’e ‘Otuz Zalimler seni ölüme mahkûm ettiler’ dedikleri zaman onun cevabı ‘Doğa da onları!’ olmuş.”
Özgürlük, Denemeler, Montaigne
Doğadan gelen köklerimizi yadsıyıp insan icadı habitatlarla kendimizi sınırlarken fildişi kulelerimizi yaratıyor, oradan bakarak doğadan üstün olduğumuz zannına kapılıyoruz. Montaigne’in Sokrat’tan yaptığı bu alıntı, bana insanın doğaya karşı üstün olduğuna dair yanılsamasını çağrıştırıyor. Ama elbette ki kadim bilge Sokrat’tan çıkarılacak dersler çok… Sokrates, üzerine siyaseten atılan haksız suçlamalardan dolayı idama mahkûm edildiği durumda, insan kaynaklı gücün de insan gibi sonlu olduğunu vurguluyor. Kadir-i mutlak olarak “doğa”yı işaret ediyor. İntikamını alacak olan Doğa’dır, çünkü… Montaigne’in bu alıntıya “Özgürlük” denemesinde yer vermesi de, bize özellikle şu günlerde hatırı sayılır sıklıkta tartıştığımız “adalet” kavramı hakkında hassasiyetini hissettiriyor.
________________________________________
“Değiştirilemeyen bir düzen kötü bir düzendir” – Publis Syrus
Kararsızlığımız, Denemeler, Montaigne
Değiştirilemiyorsa o düzen kötüdür. Değiştiremiyorsanız siz de kötüsünüz. Copy-paste: şimdi@burası
________________________________________
“Bir kralsam, halkın bana çatmaması, beni sevmesi anlamına gelmez. Çünkü çatmak isterse de çatamazdı.”
Halk ve Kral, Denemeler, Montaigne
Monarşinin egemen olduğu bir dönemde yazılmış olması itibarıyla despotizmin kitleler üzerinde hâkimiyet kurması pek tabii tartışılabilir görünmüyordu, Michel de Montaigne için. Günümüzde ise ancak totaliter rejimlerde mümkün bu… Bu rejimde kimse krala çat(a)mıyor. Kral da diyor ki, “bana kimse çatmıyor demek ki herkes benden memnun…”. Sanırım böyle bir kralın bazı şeyleri gözden kaçırdığını düşünebiliriz…
Bir de başka bir totaliter rejim düşünün: Halk gözünü öyle bir karartmış ki, krala çatacak noktaya gelmiş. Varın düşünün o halkın içindeki memnuniyeti… O kraldan…
________________________________________
“Ne kadar az korkarsak o kadar az tehlikeliyiz” – Titus Livius
Gerçek Sebepler, Denemeler, Montaigne
Totalitarizme değinmişken korku, tehlike, tehdit ve tedhiş sarmalından bahsetmemek olmazdı. Tarihçi Titus Livius, korkan insanın, yaşadığı tehdit algısı sonucu ne kadar tehlikeli olabileceğini ifade ediyor. Toplum önderleri bu zaafı istismar etmek için kontrol ettikleri kitlelere korku enjekte ediyorlar. Korku, kitlelerin savunma mekanizmalarını devreye sokuyor. Onları, maruz kaldıklarını düşündükleri tehditlere karşı daha tehlikeli hale getiriyor. Bu tehlike kitlesel bir savunma refleksine dönüşüyor. Tedhiş, yani şiddetle sindirme de, bu aşamada vücut buluyor. “Palalılara” daha ziyade o noktaya geldiğimizde rasgeliyoruz. Günümüz siyaset argosunda “safları sıklaştırmak” olarak tanımladığımız kavram, birkaç binyıl öncesinde literatüre kazandırılmış, anlayacağınız. “Tarih tekerrürden ibaret” dendiğinde, hak vermemek zor.
________________________________________
“Romalılar sömürgelerini bu yoldan kuruyorlardı: Kendi kentlerinin aşırı ölçüde şiştiğini görünce işine en az yarayan halkı çıkarıyor, fethettikleri yerlere yolluyorlardı.”
Yanlış Seçilen Yollar, Denemeler, Montaigne
Milletlerin bir yerlerden bir yerlere göç etmesi zorla ya da gönüllülük esasıyla olsun tarihte çokça tekrarı yaşanmış bir senaryo… Gönülsüz göçlerin hikayeleri daha basit: Kırbaçlıyorsunuz! Ya ölüyorlar ya verdiğiniz istikamette yer değiştiriyorlar… Gönüllülük ise sadece güç değil liderlik de gerektiriyor… Korkularla donatılmış olan toplumlar kurtarıcılarına/koruyucularına tabi olmayı tercih ediyorlar. Bu gönüllü yönelim o koruyucuları kitleleri yönetmek için daha da yeterli/yetenekli kılıyor. Kitle yönetme kabiliyetleri gelişen önderlikler daha da büyük kitlesel mühendislik planlarını işletmek için kendilerinde cüret buluyorlar. Totaliterlere iktidarlara özgü bu cüretin demokrasiyi bir kandırmacaya dönüştürerek de elde edilebileceğini söylüyor Aldous Huxley. Montaigne, “Yanlış Seçilen Yollar” denemesinde yer veriyor bu cümleye… O da ayrı bir manidarlık içeriyor… Her oyunun sonunda hâkim erk kazanırken güçsüz çoğunluk kaybediyor…
________________________________________
“İmparatorla ayakkabıcıların ruhları aynı kalıptan çıkmadır. (…) Bizi bir arkadaşımızla kavgaya sürükleyen neden, hükümdarları savaşa sürükler.”
Ruh Benzerliği, Denemeler, Montaigne
Önderlerine tabi toplumların kütlesel gücünün, önderlerinin beşeri zafiyetlerince sarsak ve kütleleriyle orantılı olarak yıkıcı olabileceklerini saptıyor, Montaigne. Adeta II. Dünya Savaşı’nın özeti gibi… İnsan olmanın tüm üstünlük ve eksiklikleriyle sınıf üstü bir ortak payda olmasını teslim ederken, bundan yola çıkarak kitlesel etki alanı büyüdükçe önderliğin sorumluluğunun nasıl arttığını ifade ediyor. İyi önderlik bu sorumluluğu ateşten bir gömlek gibi görmekse, karşıtı, kullan-at tişört gibi giymek anlamına geliyor. Michel Usta bir kez daha önderliğin olurları ve olmazlarının çağlar arasında pek de değişmediğini fısıldıyor bize… Montaigne bu eserini “yakın gelecekten” ötesi için kalıcı öngörmemişti ama bana sorarsanız, ne olduğu belirsiz Nostradamus beyitlerine göre çok daha fütürist(!) bu “Denemeler”…
________________________________________
“Bir kişinin yanılgısı bütün halkın yanılgısına yol açar, bütün halkın yanılgısı ise sonrakilerin yanılgıya düşmesine sebep olur.”
Yanılgılar, Denemeler, Montaigne
Montaigne burada iki eksenli bir etki-tepki mekanizmasına dikkat çekiyor. Bir yandan önderlik ile toplum arasındaki buyurgan dikey (hiyerarşik) ilişkiyi somut şekilde belirliyor. Bunun üzerine, toplumun mutabık kaldığı bir normun, o toplumun zamanla evireceği yeni toplumsal normların öncülü olduğunu okuyor. Hegel’den 250 yıl önce zamanın ruhunun (Alm: Zeitgeist) toplumlar ile erk ve konjonktür arasındaki dikey etkileşimi ve zamanın tez-antitez-sentez üzerinde yürüyen “yatay” dönüşümünü tek cümlede toplayıveriyor. Tıpkı, ebeveynlerin hatalarını çocuğa geçirip, çocukların o hataların üstüne yeni hatalar ekleyerek geleceğin anne-babalarına miras bırakması gibi…
________________________________________
“Ceasar’ın hayatındaki ibret dersleri bizim hayatımızdakinden daha fazla değildir.”
Kendimizi Dinleme, Denemeler, Montaigne
“İnsan lider de olsa insandır” dercesine “insanca” ve “insancıl” değil mi bu? Montaigne’in diğer önermeleri ile birleştirdiğimizde çıkan sonuç şunlar: Önder bir ayakkabıcı kadar hata yapmaya müsaittir çünkü ikisi de insandır ve hata insana mahsustur. Tepedekinin hataları ile en alttakininkiler arasında sadece etki şiddeti fark ediyor. Hata yapma potansiyeli kadar, hatalardan ders çıkarma potansiyeli de ortak üstelik.
Haydi, konuyu biraz sulandıralım: Milli iradenin bir tercih yapmış olması, milli iradenin o tercihte hata yapmış olma ihtimalini ortadan kaldırmıyor. Milli irade sonuçta, hepsi hata yapma ihtimali bulunan gerçek insanların kararlarının bir bileşkesinden ibaret. Milli iradenin kararı “şimdiki zaman” içinde “doğru” ya da “yanlış” olarak nitelendirilemez elbette. Tersini iddia etmek demokrasinin ruhu ile çelişir. Yine de bu kararları yargılayacak bir merci var: O da tarihin ta kendisi! Tarih bu milli kararların sonuçlarını “doğru” (faydalı) bulursa bu o milletin büyük talihine olacaktır. Ama milli irade “yanlış” bir karar almışsa o zaman da sonucu “tarihsel” olabilir… Bu olasılığı kestirmek de yazı-tura tahmini yapmak gibi aslında. Zira kelebek etkisi, aldığımız kararların sonuçlarının neler olduğunu bilinmez kılıyor. Bunları ancak tarih uğraşısı ile gelecek zamandan bugüne iz sürerek yorumlayabiliyoruz. Kıssadan hisse: Alman Nasyonal Sosyalist Partisi 1928 Mayıs’ta %2,6 oy alırken Mart 1933’te %43,9 oy oranına ulaşmayı başarmıştı… Milli irade tecilli etmişti ve bu çok önemliydi…
________________________________________
“Olabilir desinler ama olur demesinler” – Cicero
Kesin Yargıya Karşı, Denemeler, Montaigne
Milli irade tercihlerini yapadursun, acaba kanaatler belli merkezlerde yoğunlaştı diye, bundan “gerçek bir gerçeklik” resmi çizebilmek mümkün mü? Kanaatler ile hakikatler arasında hep bir uçurum yok mu? “Olabilirleri olur gibi gösterirsek” belki böyle bir algı oluşabilir, ama Cicero’ya göre; oluşması kesin olmayan olasılıkları bir gerçek gibi sunup halkı kandırmamak gerekiyor gibi gözüküyor… Günümüzdeki siyaset bunu nasıl okur peki? “Bildiğin gibi yürü! Kim tutar seni? Ama ifade ederken keskin tanımlardan kaçın ki kaçacak yerin olsun…” Kitleler böyle etki altına alınıyor… Gerisi malumunuz…
________________________________________
“Kürsüde konuşanlar bilir. Konuşurken duydukları heyecan, onları inanmadıkları şeye inandırırlar.”
İnsan Hali, Denemeler, Montaigne
Hatip, seslenen olarak belirgin bir erk sahibidir ve bu bir iktidar sarhoşluğu yaratır. Öyle ki, seslenen seslenebildikçe içeriğinin önüne çıkarır seslenebilme kabiliyetini… Hitabet bu anlamıyla söylediğine değil kendine inanmaktır. Kendinize kayıtsız şartsız inanıyorsanız, söylediğinize inanmamanız için zaten bir neden kalmayacaktır.
Montaigne, hitabet sanatının en önde gelen unsurunun söylediğine inanmak olduğunu işaret ediyor. İnanmak, adı üzerinde, “rasyonel olmayan” (yani akıl içermeyen) “itikadî” bir eylem. Dolayısıyla eğer söylemeyi planladığınız şeyi yeterince seviyorsanız, biraz da hitabetiniz varsa, ortalama bir yüreğe dokunabiliyorsunuz demektir. Hele bir de, az çok mantıksal bir kurgusu olan bir içerik üretip söylediğinize kendiniz de inanmayı başarmışsanız, o zaman sadece vasat yürekleri değil ortalamanın üzerindeki akılları bile fethediyorsunuz. Verin coşkuyu yeter! Mesele, ne söylediğiniz değil toplamın yüzde kaçının ikna olduğu zira…
________________________________________
“Cezasını bekleyenler onu çekiyor demektir.”
Vicdan, İnsan Hali, Denemeler, Montaigne
Montaigne burada suç, vicdan ve ceza ilişkisine dikkat çekiyor. Önerme o ki, kişi eyleminin suç olduğunu biliyorsa, bunun bedeline dair ruhsal baskı hisseder. Vicdan azabı, pişmanlık, tedirginlik veya korku duygularından en az birine maruz kalır. Bu genel itibarla doğru. Ancak suçlu bir önceki maddede tartıştığımız gibi gerçeğe değil de kendine inanmışsa, vicdanında suça da yer olmayacaktır. Somutlaştıralım: Tüm amelinizin milli iradenin sorgulanamaz tecellisi olduğuna ikna olmuşsanız, ne konuşuyoruz ki? Biz edepsizlik etmeyelim, size de helali hoş olsun…
________________________________________
“… en iyi işçiler nasıl iş gördüklerini anlatmaktan aciz kimselerdir.”
İnsan Doğası, Denemeler, Montaigne
Şu bizim siyasi ekosistemimizde malum bir zihniyet var ki, “biz kendimizi halka anlatamıyoruz”, diyorlar. Malum diğer zihniyetin takipçileri de diyor ki onlar için, “bunlardan daha iyi rakip olamaz”… Şu sonuçlar çıkıyor: İyi olduğunu düşünenler kendini iyi anlatmak sorumluluğunun da bilincinde olmalıdır. Kendini anlatamayanlar rakiplerince kolayca tasfiye edilebilir.
Kendini anlatma ve pazarlama eylemleri, ikna etmenin iki hayati bacağı olarak ön plana çıkıyor. Kendini anlatma sanatı bir sunum işi. Hitabet, psikoloji ve oyunculuk boyutu var. Pazarlama işi ise bir içerik işi. İyi işçi olmak iyi bilinmek anlamına gelmiyor. Mesela, İETT’de çalışmış olmanın hedef kitlenizde olumlu bir algı yaratacağına inanıyorsanız, yapmanız gereken bu hikâyeyi onlara belletmek. Gün boyu otobüs kullanmak değil! İlkini yaparsanız size “halk adamı” diyorlar, ikincisini yaparsanız “otobüs şoförü”…
Ne demişler: Aynası laftır kişinin işe bakılmaz! “Yeni” gerçeklik böyle bir şey işte…
________________________________________
“Nice insanlar kendilerinin olmayan inanışlar için, başkalarından aldıkları, ne olduğunu doğru dürüst bilmedikleri fikirler için ses çıkarmadan diri diri yanmışlardır.”
Körü Körüne İnanmak, Denemeler, Montaigne
Bir toplumun entelektüel sermayesi ne kadar sığ ve/veya yeknesak ise ideolojik sermayesi de aynı oranda akılcılıktan uzaklaşıp tarafgir kalmaya mahkûm. Siyaseti hala duygusal yaşıyoruz. Partizanlık hala taraftarlıkla eşanlamlı… Birey kültürü değil kitle kültürü egemen çünkü. Siyasi içeriğimizden bağımsız olarak içeriğe değil işbirliklerine şehit veriyoruz. Bunca kayba rağmen hala bu noktada debelenmemiz çok acı… Önümüze konan lokmaya açlıkla, iştahla, bilaitiraz değil ama ekseriyetle ihtiyatla yaklaştığımız gün “akılcı” bir toplum olmaya başlayacağız… Umarız, o gün çok gecikmez…
Montaigne’den Denemeler yazılarım devam edecek.
Sevgilerimle,
Manzum S.
(Yeşil Gazete)