Dış Köşe

Dağılın gençler “yanılmışız” – Arat Barış Altan

0

Arat Barış Altan’ın bu yazısı demokrathaber1.net sitesinden alındı

Duran Kalkan ; “Ben öncelikle, şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum… Direnişi selamlıyor, başarı dileklerimi sunuyorum. Ağır bir bilanço oldu, bu düzeyde bir saldırı, doğrusunu söylemek gerekirse beklemiyorduk, yanılmışız. Düşman da olsa karşımızdaki güçlerin yine de insan olduklarını sanıyorduk…!”

Bu sözler iki hafta önceki sözler, bu yazı da iki hafta önceki yazı. Sonuçları üzerinde konuşmanın daha isabetli olacağını düşündüğüm için yazıyı erteledim. Sonuçlarını yıkılmış Cizre kentinin sergiye açılmasıyla gördük.

İlkin “Cizre koca bir mezarlığa dönmüş” başlığı altında BBC Türkçe’de yayımlanmış olan Hatice Kamer’in izlenimleri medyaya düştü.

Korkunç bir felaketle yerle bir olmuş Cizre’nin, Cizreli’nin halini ciğerimizi dağlayacak cümlelerle anlattıktan sonra, evlerine dönen insanların gördüğü aşağılanmaya dair tanık olduğu bir hususu yazmıştı.

“İki kadın, genç bir polisten geçişe izin vermesini istiyor.

Kucağında bebek olan 20’li yaşlardaki genç kadın ağlayarak geçmek istiyor. Kimliği yokmuş. Polisten yardımcı olmasını istiyor.

Polis, “Benden merhamet ve yardım beklemeyin. Teröristleri büyütün sonra da merhamet bekleyin. Benim teröristleri büyüten kadınlara merhametim yok. Devlete itaat eden çocuk yetiştirin ki sizlere merhamet edelim, anladınız mı?” diyor.”

Devletin bilgisi ve onayı dahilinde olduğu için o insanlar bu trajediyi hak edecek ne yaptılar diye sormaya utanıyorum. Bunca kötülüğü nasıl büyütüp beslediniz içinizde?

PKK’ye sormak istiyorum; sonucun bu olacağını bildiğiniz halde neden bunu önleyecek aklı selimi gündeminize almadınız?

Bese Hozat’a sormak istiyorum; bu yaşananlar devletin Cizre’ye gömüldüğünün resmi mi, yoksa devletin Cizreli üzerinde şiddeti ve baskıyı tahkim ettiğinin resmi mi?

Bunlar duygusal tepkiler filan değil. Anlamak istiyorum sadece. Başka bir yol varken, neden bu cehenneme sürüklendik?

Daha sonra sevgili Nurcan Baysal’ın Cizre izlenimlerini okuduk. Yerle bir olmuş kentlerin yıkıntılarından çok daha korkunç şeyler olmuş Cizre’de. Cizreyi Cizre yapan ne varsa talan edilmiş meğerse.

Yatakların başucundaki çekmeceler, çekmecelerdeki hatıralar, fotoğraflar, çamaşırlar bu felaketin enkazı altında kalmış, iğrenç hislerin kurbanı olmuş. Düşündükçe beynini avuçlayıp atası geliyor insanın.

Dış duvarlarda “Ermeni piçleri”, iç duvarlarda “kızlar geldik yoktunuz” küfürleri kirletmiş her yanı. Sağlam kapı neredeyse kalmamış. Hepsini patlatarak kırmışlar. Mutfak tezgahlarından tutun, banyo kabinlerine kadar ne varsa parçalanmış. Değerli eşyalar çalınmış. Kimi evlerde dışkılarını tabaklara koyup dolaba atmışları. Kendi evlerindeki dışkı yeme alışkanlığını buralara kadar getirmişler demek ki!

Cizre, yanmış, çürümüş insan eti kokuyor. Her ev, her kapı, her yıkıntı vahşet boyutuna varan kötülükten nasibini almış. İnsanların bir şeyler demesine gerek yok yıkıntılarından bile çığlıklar yükseliyor.

İkinci Dünya Savaşında Polonya’nın durumuna benzetiyorum Cizre’yi, Sur’u… Polonya’daki devrimciler Sovyet Kızıl Ordusu’nun kendilerini koruyacaklarını ümit ederek Hitler’e karşı ayaklanmıştı. Kısa sürede kenti alarak üstünlük sağladılar. Bunun üzerine Hitler’in ordusu onlarca uçak, tank ve ağır bombardıman zırhlısıyla geri geldi. Asker, sivil gözetmeksizin günlerce bomba yağdırdılar. Kenti yerle bir ettiler. Kent nüfusunun neredeyse tamamı yok oldu. Bunlar olup biterken Sovyet Kızıl Ordusu yakın bir noktada izlemekle yetindi. Bir sonraki savaş hamlesini binlerce insanın canından değerli gördükleri bu vahşeti sadece seyrettiler.

Cizre ve Sur’da taş üstünde taş kalmadı. Kaç bin yıllık tarih yerle bir oldu. Yüzlerce insan dünyanın tanıklığında acımasızca öldürüldü. Avrupa ülkeleri kendi güzide cennetlerinden seyretmekle yetindiler.

Bir taraftan da Duran Kalkan’ın “yanıldık” sözlerini okuyorum.

“Ağır bilanço ve yanılmışız” sözlerinin altını kalın çizgilerle çizmek gerekiyor.

Öyle sanıyorum ki artık hendekleri sorgulamanın hiç bir anlamı kalmadı.

“Bu düzeyde bir saldırı, doğrusunu söylemek gerekirse beklemiyorduk, yanılmışız” cümlesi karşısında hemen her şey anlamını yitiriyor zira.

Cenazesi 7 gün boyunca yerde kalan Taybet anaya bakıp “yanıldık” deyin!

Üç aylık Miray bebeğin cansız bedenine bakıp “yanıldık” deyin!

Cesedi buzlukta kendine yer bulan 10 yaşındaki Cemile Çağırga’nın annesinin gözlerine bakıp “yanıldık’ deyin!

Sur’a, Cizre’ye, Nusaybin’e, Silopi’ye, Varto’ya, Dargeçit’e, Lice’ye bakıp “yanıldık” deyin!

Harap olduktan sonra…

Cizre’deki Türk tipi krematoryumlarda yani evlerin bodrum katlarında “heval su” diye feryat eden çoluk çocuk onlarca insana “heval yanıldık” diyebilmek de ancak böylesi bir askeri dehaya yakışır!

Bu olup bitenler karşısında ilk eleştireceğimiz hiç kuşku yok ki devlettir. Devletin tüzel bir kişilik olduğunu varsayarsak muhatabımız siyaset erkidir, yani seçilmişler. Ancak öyle zaman gelir ki devletin bütün hatalarını bir kenara iten sözler işitirsin karşı taraftan. İşte o zaman muazzam bir boşlukta hissedersin kendini.

Duran kalkan, böyle bir boşluğa sebep oldu. İntikam yeminlerinin hiçbir kıymeti yok, faydası da olmayacak Kürtlere. Hesapsız bir savaş macerasında yüzlerce insanın ölümünü bir yanılgıyla açıklamak o insanlara hakaret değil de nedir, siz söyleyin!

Murad ettiğiniz şey neydi?

Bir yandan devletin “kamu güvenliği” ısrarı, diğer yandan PKK’nin sonu gelmeyen “devrimci halk savaşı” özlemi… İçinden çık çıkabilirsen.

Kamu güvenliği ne vakit gündeme geldiyse Kürt sorununda siyasi bir çıkmaz gün yüzüne çıkmış demektir. Bu çıkmazı aşmak için güvenlik politikaları devreye girer. Böylece ülke kan gölüne döner.

Bu savaş da böylesi bir siyasi tıkanıklığın neticesidir. Barışı inşa etmekten bahsederken, korkunç bir savaşa saplandık. Her iki taraf da Öcalan’ın duyurduğu “büyük barışa” değil, pratiğini Sur’da, Cizre’de gördüğümüz büyük bir yıkıma hazırlanmış meğer. Devlet, o yıkımdan kamu otoritesi tesis etmeyi amaçlarken, PKK devrimci halk ayaklanmasına viraj alıyordu.

“7 Haziran seçimlerinden hemen sonra; HDP 80 milletvekili ile Kürtleri yasal zeminde temsil ediyor. Bu kabiliyeti yakalamıştır siyaset. Bu minval üzerine inisiyatif alarak silahlı güçlerimizi sınır dışına çıkarıyoruz. Ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadelemize nihai olarak son veriyoruz, deseydiniz bu günden daha kötü bir noktada mı olurdu Kürtler?”

Bütün tahriklere rağmen böylesi bir karar çok daha akılcı olmaz mıydı?

Bütün engellemelere rağmen böyle bir karar alınamaz mıydı?

Ağrı Diyadin’de olduğu gibi savaş hamlelerini boşa çıkartacak bir pratik mümkün değil miydi?

Artık hendekleri sorgulamanın hiçbir anlamı kalmadı… Çünkü hesapsız, kitapsız vahim bir savaş hamlesiydi. Bunu ben söylemiyorum, PKK’nin siyasilerden çok siyasete müdahil olan komutanı Duran Kalkan söylüyor.

Burada ilk itiraz da şu olacak muhtemelen; iyi ama AKP iktidarı savaşı başlattı. Çözüm masasını onlar devirdi.

Bu bilinen bir gerçek zaten. AKP’nin siyasi kurmayları bunu çeşitli vesilelerle dile getirdiler. HDP’nin seçim zaferinin de sebeplerden bir tanesi olduğunu kendileri yazıp çizdiler.

“Ya İstikrar Ya Kaos” manşetleri bu savaşın sebebi olarak kayıtlara geçti bile.

Savaşmak dışında çıkar yolu olmayan bir anlayışa, hay hay buyrun savaşalım demek ne kadar akıllıca?

Çözüm masasının devrilmesine tepki olarak savaş kartını oynayan, bununla da yetinmeyip kendi evini ateşe veren askeri karar verici her kimse kafasına silahı dayayıp intihar etsin bence. Çünkü bu affedilmesi güç korkunç bir hatadır.

Yazıyı Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı ve adli tıp uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın sözleriyle bitirmek istiyorum. “Bodrumda bir çocuğa ait çene kemiği bulduk. “Cizre’de yanmış ve çürümüş insan eti kokuyordu. Evler yıkılmış, evlere girilmiş sanki eşyalar bilerek isteyerek tahrip edilmiş. Bu bir imha operasyonu. Bizi affetmeyecekler. Ben de kendimi affetmeyeceğim.”

O insanlar bizi affetme yüceliğini gösterse bile biz kendimizi affetmeyelim.

 

Arat Barış Altan – Demokrat Haberarat barış altan

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.