“My Octopus Teacher”… Yönetmenliğini Pippa Ehrlich ve James Reed, yapımcılığını ve oyunculuğunu ise Craig Foster’ın yaptığı bir belgesel. Aslında sadece belgesel demek biraz yetersiz, bir ahtapotun yaşamından öte, adeta bir hayat ve hatta siyaset dersi.
Craig Foster’ın her gün tüpsüz dalarak, bir yıl boyunca sürdürdüğü sıradan bir ahtapotla olan inanılmaz ilişkisi anlatılıyor, bir buçuk saatlik belgeselde. Nefesinin yettiği kadar kalabildiği derinlerde adeta bir aşk yaşıyor.
Uzun yıllar, birden çok belgeselin yönetmenliği ve yapımcılığını yapan biri olarak, sadece bir ahtapotun yaşamını izlemek için seyirciyi bir saatten fazla ekrana kilitlemenin çok zor bir başarı olduğunu bilirim. Bu başarının altında çekim teknikleri ve birçok belgeselcinin vazgeçilmezi olan harika görüntüler yatmıyor sadece. Belgeseli seyredilir kılmanın birinci koşulu olan “hikaye”nin muhteşemliği ve inanılmaz bir duygusallık ve aşkla işlenmesi. Bir deniz canlısının hikayesini insanın hikayesiyle eşleştirmek belki de en zoru..
Ahtapotun güvenini nasıl kazanırsınız?
Bir yöneticinin, başkanın, cumhurbaşkanının, halkının güvenini kazanmasından çok daha zor bir durum. Ahtapota yalan söyleyemezsiniz, onu cazip yemlerle kandıramazsınız, güvenini kazanmak için dürüst olduğunuzu, ona ihanet etmeyeceğinizi sabırla göstermeniz gerekir.
Ahtapot, inanılmaz zeki bir deniz canlısı. Tehlikenin nereden, nasıl geldiğini hissedebilen, karşısındaki bir köpek balığı da olsa, nasıl hayatta kalabileceğini hesaplayan bir canlı. Ve hayatından yalnızca tek bir şey için vazgeçiyor; yeni canlar yaratmak için.. Dişil gücün ve enerjisinin birleştiği bir zeka.
Bunun bir benzerini yıllar önce izlediğim somon balıklarıyla ilgili bir belgeselde de görmüştüm. Yumurtalarını bırakacakları bölgeye ulaşmak için akıntıya karşı yüzerken ayılardan bile korkmayan balıklarda. Amacına ulaşmak , somon yavrularını oluşturacak yumurtalarını bırakmak için, hiç bir zorluğun yıldıramadığı ve sonunda ölüm bile olsa vazgeçilmeyen yaşam öyküleri. Tabağınıza konan, afiyetle yediğimiz bir ahtapotun, bir somonun , çoğu kez bizlerden daha cesur olduklarını bilmek inanılmaz öğretici bir deneyim.
2015 yılında Perth şehrinde kıyıya ölü bir yunus vurdu. Erkek bir yunusun ölüm sebebi ise yiyemediği, ağzından sarkmakta olan Maori ahtapotuydu. Kollarından birini yunusun gırtlağına dolayarak onun havasız kalarak ölümüne neden olmuştu. Kendi de öldü ama yem olmadı.”
Doğaya bu gözle bakarsak bin yıllardır, aslında insanın doğaya hiçbir şey öğretmediğini, ama doğanın bize ne kadar çok şey öğrettiğini görebiliriz. Bunu görmenin zamanı gelmedi mi?
İnsan olmanın, en akıllı, en zeki canlı olmakla hiçbir alakası olmadığını görmemiz için bakalım artık doğaya. Bir kağıt parçası, bir sarı maden uğruna feda ettiklerimizi sorgulamak için bakalım…
Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlar’da ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.” Hannah Arendt