Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Buruk bayramlar

0

Ne güzeldir bayram, dini bayram olsun, milli olsun ya da özel günler olsun… İnsanlar bir araya gelir ve kutlarlar.

Ancak LGBTİ+ meselesine geldiğinde bizim bayramlarımız buruk geçiyor. Mayıs’ın ilk günleri yeniden bu gerçeği yüzümüze vurdu. Tıpkı 8 Mart gibi yine sosyal medyada 1 Mayıs’ta da olan LGBTİ+ varlığı tartışmalara ve oraya hakkını savunmaya giden öznelerin hedef gösterilmesiyle sonuçlandı. Ailelerle kutlanan Ramazan bayramı da tabii sürülmüş ve ayrı düşmüş lubunyalar için  buruk geçiyor. Ben ne zamandır  böyle bir kutlama ve birliktelik hissine gelemiyorum, göremiyorum.

Öncelikle politik varlığımızdan bahsetmek gerek: LGBTİ+ hükümet tarafından hedef gösterildiği, haklarımız kimliğimizden dolayı ihlal edildiği sürece tüm siyasi alanlarda bir konu olarak karşınıza çıkacak. Birinci neden, artık alternatif medya sağ olsun sesimizi duyurabiliyoruz. İkinci neden, toplumun her kesiminde lubunyalar var, yani gerek kadın mücadelesi olsun gerek işçi-sınıf mücadelesi olsun burada doğal olarak LGBTİ+’lar var. Nasıl görmezden gelebiliriz? Kadınlığa baskının olduğu yerde lezbiyenlerin, bedenlere müdahale edilirken trans kadınların 8 Mart’da olmaması gibi bir durum olabilir mi? İstihdam hakkı elinden alınan ve kimliğinden dolayı çalıştırılmayan, kötü şartlarda çalışmak durumunda kalan işçi LGBTİ+’lar yok mudur?

https://yesilgazete.org/geceler-biz-kadinlarin-hepimizin/
https://yesilgazete.org/susturulan-alandan-atilan-kim-sansurlenen-kim/)

LGBTİ+ işçi, işçi değil mi?

Alandaki bizlere gelen eleştiriler aslen zaten sol görüş içindeki ataerkil bakışı ifşa ediyor. Gördüğüm gereksiz eleştirilerden birisi tam topluma servis edebilecekleri karelerle LGBTİ’ları seçip onları işçi fotoğraflarıyla karşılaştırmaları ve o işçilerin de hep inşaat/fabrika işçisi olması. Türkiye’de her profildeki işçinin problemleri varken ve ülkenin gittikçe hizmet sektörüne kayması ışığında “maskülen erkek adam fabrika/inşaat işçisi” karşısına “feminen ahlaksız *erkek*” gibi hedef göstermelerinin aslında hala emek ve işçilik fikrinin “erkeklik” tek elinde olduğunu görüyoruz. Hedef gösterilen öznelerin illa erkek olmadıklarını geçiyorum, patronun sömürdüğü işçi kadının da göstermesi gereken belli bir performansı olduğu fikri de gayet mevcut burada.

İşçi dediğinizin illa eli nasırlı, üstü başı kirli ve beter bir halde olması gerekiyor diye düşünülüyor. Oysa Türkiye’de emek sömürüsü neredeyse patron altında çalışan herkesin sorunu. Sorun daha, LGBTİ+’ların alana gelmesinde değil, iş ve emeğin yalnızca ağır şartlarda geçerli olması, kalan işçilerin görmezden gelinmesinde başlıyor. Aslında kadına ve LGBTİ+’lara yansıtılan her eleştiri içinde mizojin ve ataerkil emek anlayışı da barınıyor. Kimse farklı hizmet sektörlerinde ezilen işçileri düşünüp aslında bu sınıfın günümüzde ne kadar geniş bir yelpazeye hitap ettiğinin farkında değil mi? Yoksa mesele bir “öteki”nin emekçi olamayacağını düşünmek kadar basit bir gaflet mi?

Okuma hakkı elinden alınan çoğu trans erken yaşta iş hayatına atılıyor, çalıştıkları yerlerde ayrımcılığa uğrayabiliyor. 1 Mayıs yalnızca çalışan işçinin değil, emekten ve üretim uzaklaştırılan için de önemli değil mi? İdeal dünyada hep beraber çalışıp üretip eşit yaşamak istiyorsak, bir azınlığın kimliğinden dolayı sömürüye ve haksızlığa uğraması nasıl işçilerin gündemi olmaz? Tanıdığım bazı trans erkekler örneğin moto-kuryelik yapıyor ve kuryelerin direnişleri bu yıl, en fazla gündemi meşgul eden meselelerden biri. Orada bu kurye, kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğrasa, yarın öbür gün belki de başka bir sebepten diğer kuryeler de ayrımcılığa uğrayabilir çünkü neticede patrona o yetki verilmiş oluyor. Mesela ne bileyim, bir uçuş firması da böyle şeyler yapabilir. (!)

Yersizlik, yurtsuzluk…

Diğer bayramlar konusu da bir başka kırıcı. Sürekli inançsız, ailesiz ve yalnız resmedilmek yorucu. Aile bağları güçlü bir kültürde yaşayıp böyle bir yapıdan mahrum bırakılmak ve hatta aileden şiddet görmek LGBTİ+’lar için maalesef sık yaşanan bir gerçek. Ailesi ile beraber yaşayan, onlar tarafından kabul gören bir trans kadın olarak ben böyle bayramlarda ne kadar şanslı ve ayrıcalıklı olduğumu yeniden hatırlıyor ve de üzülüyorum. Üzülüyorum çünkü herkesin çantada keklik düşündüğü “aile”, ebeveynler ve kardeşler hatta uzak akrabalar dahi bir lüks haline geliyor. Hayatta kalanın yaşadığı suçluluk hissiyle ne kadar söylesem boş, böylesine “yersiz olmak” yorucu.

“Yersiz” ve “yurtsuz” biz LGBTİ+’lar, protesto hakkımızı kullansak suçluyuz, ailelerimiz içinde kara koyunlarız, okullarımız ve işlerimizde istenmeyeniz. Herkesin emin olun bir bahanesi var çünkü önyargılarla nefret en küçük noksanı dahi genellemeyi sever, büyütmekten kaçınmaz. Gökkuşağından bile korkan bir toplumda büyüyenlerin şapkasını önüne koyup “acaba gerçekten kapsayıcı ve nefretimi yenmiş bir insan mıyım” diye düşünmesi gerekiyor. Özellikle de sağın ve faşizmin her geçen gün LGBTİ+ düşmanlığına bu kadar sarıldığı günlerde, sol çevrelerin buna daha çok dikkat etmesi gerekiyor.

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.