6 sene öncesinden başlayayım anlatmaya Hrant abi. Sana ve senin nezdinde tüm ermenilere bir özür borçluyum çünkü.
19 Ekim 2007 Cuma günü idi, telefon çaldı, annem, “oğlum kötü bir haberim var, hrant dink… vurulmuş… ölmüş” dedi
İlk tepkim, duyduğum andaki tepkim ne oldu biliyor musun Hrant abi
“Nasıl vurulmuş… nasıl ölmüş, kim öldürmüş, bizimkiler yapmamıştır, kesin ötekiler yapmıştır, bizimkiler salak mı, niye öldürsünler canım bizim lehimize çalışan adamı”
***
19 Ekim 2012 Cumartesi gününe şurda iki gün kaldı Hrant abi
Altı sene geçti, köprünün altından çok sular aktı. Ben 6 sene önce siyasetin s’sinden bile anlamayan, yığının içinde rüzgarın estiği yöne doğru savrulan biriydim
Altı sene geçti, bu altı senede bana kar kalan seni öğrenmekle, seni okumakla, seni dinlemekle, seni izlemekle geçen günlerimdi
Hoş tesadüflerde oldu seni öğrenme günlerimde
“Ali topu Agop’a at” yeni yayımlanmış. Ben de bir koşu gidip almışım. Haftasonunda babamın yanına Çınarcık’a giderken motorda okuyorum kitabı. Arkadaşlarının sen gittikten bir sene sonra sana yazdıklarını okurken başka kimler yazmış diye kitaba katkı sunanları bi taramak geçiyor aklımdan.
Çınarcık motorunda yerimden sıçrıyorum Şafağın (Pavey) adını görünce. Şafağın sana dair yazdıklarını okuyunca daha da artıyor şaşkınlığım. Ben Şafağı hiç tanımadım aslında. Onunla tanışıklığım da kitap sayfalarından.
“13. Peron“u üniversite yıllarımda, 95 ya da 96’da okumuştum. Sonra sonra izini kaybetmiştim. “Ali topu Agop’a at” da İran’da BM çalışanı olarak görev yaptığını öğreniyorum.
Senin ziyaretini anlatıyor, Ona takılmalarını. Sonra konuşma yapmaya başladığında tüm salonu etkin altına alışını. Sana bir kaç yerde, “Masal Babam” diyor Şafak. Sen halbuki onun çocukluğunda kendi uydurduğun masalları anlatırmışsın hem Şafağa hem de kendi çocuklarına.
Cenazene nasıl geldiğini anlatıyor sonra Şafak. Japon komşularından borç harç bulduğu para ile İstanbul’a uçuşunu. Sen 20 Ocak sabahı İstanbul’un soğuk bir morgunda yatarken kendisinin gözyaşları içinde taksi ile Bakırköy’e gidişini.
“Anneannem” kitabı var sonra Hrant abi. Benim anneannemi Kasım 2004’de kaybettiğimizde cenaze için Ceyhan’a köyümüze gitmiştik. İstanbul’a geldiğimizin ikinci ya da üçüncü günü Radikal Kitap ekinde adı “Anneannem” olan bir kitap çıktığını görünce konusuna bile bakmadan almıştım.
Müsürman ile Hürü’nün, Fethiye Çetin’in ninesi ile dedesinin hikayesini hem gözyaşları hem kahkahalar arasında okurken hiç bilmiyordum ben senin o kitaba katkını. Onu da sen gittikten sonra öğrendim. Şaşkınlığım bir kat daha arttı bu bilgi ile.
Ya Agos‘a ne demeli Hrant abi. Senin Türkler ve Ermeniler arasındaki ucu kapanmaz sanılan husumeti dindirebilmek için sabanla açtığın o yarığın kurulduğu 1995 senesinde ben Agos’un bulunduğu Osmanbey’in 300 metre ötesinde Nişantaşı’nda Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünde 3. sınıf öğrencisi idim.
Üstelik 3. sınıfta bizim okulda staj zorunluluğu da vardı. Ben ne bileyim burnumuzun dibinde bir gazetenin kurulduğunu. Her zaman Agos’un önünden geçip kah Mecidiyeköy’e kah Taksim’e gittiğimizi. Ben Agos’un yerini senin cenazenin kaldırıldığı gün öğrendim.
23 Ocak 2007 Salı günü idi sanırım. Her zamanki gibi işyerinde açık radyo dinliyordum. Ömer abi (Madra) programı kapatırken, “Haydi” dedi, “biz cenazeye gidiyoruz ve sizi de bekliyoruz”
Onun, “Haydi”si ile kalktım yerimden. Çalıştığım bölümdeki yetkiliden öğle tatiline 1 saat önce çıkma izni istedim. İşyerimiz Zincirlikuyu’nda idi zaten. Mecidiyeköy’de otobüsten inip Şişli’ye kadar yürüdüm. Birileri yakama senin resminin bulunduğu yaka kağıdını taktı başka birileri de bir elimle koltuk değneğini tutmam gerektiği için iğnesini yerleştirdi.
Çok kalabalıktık Hrant abi o gün ve çok sessizdik. Bir şeylerin değişeceğine inanmışlık vardı havada. Abdurrahman Dilipak’ın iki kişi arkasından Nejat Yavaşoğulları geliyordu. Uzun saçlı, uzun sakallı küpeli bir genç ile başörtülü bir kadın sessiz sessiz yanyana yürüyorlardı.
Sonradan Rakel Yengeme ait olduğunu öğrendiğim sesi çok derinden duyuyordum. Sana yazdığı mektubu okuyordu Rakel Yengem. Üç sene sonra gene aynı yerde yağan karın altında Yeşiller Partisinden (ben artık Yeşiller Partisi’ne üye olmuştum) arkadaşlarım Erdem (Temel), Serpil (Çizgeç) ve Esra (Özkan) ile Agos’un önünde beklerken bu sefer oğlun Arat konuşuyordu gazetenin penceresinden. Benim bu camı çerçeveyi indiresim geliyor diyordu. Öfkesini, haklı öfkesini dillendiriyordu.
15 Eylül 2011’de idi sanırım. Ben bu sefer Cemal Reşit Rey’in önündeydim. Senin doğumgünün idi ve Hrant Dink Vakfı’nın ödül töreni vardı aynı akşam. Bende davetiye yoktu ama CRR’nin önünde rastgeldiğim Yeşiller’den arkadaşım Ayşe (Akdeniz) beni Garo’ya (Paylan) havale etti. Garo da başka bir arkadaşı vasıtası ile beni CRR’nin yan kapısından içeri soktu.
O gün orda bulunmam önemli idi çünkü Tuba Çandar’ın kaleminden çıkan “Hrant” ilk olarak orada görücüye çıkacaktı. Ödül töreninden yani Vicdani Retçiler adına Mehmet Tarhan’ın ve uluslararası alanda İspanyol yargıç Baltazar Garzon’un ödülleri almasından sonra fuayede “Hrant” kitabını henüz almışken Mustafa Avkıran ile gözgöze geldik.
“Aaa siz de mi burdaydınız” dedi Mustafa Bey. “Ashura” oyununu 4 sefer izlediğim için sima olarak biliyordu beni. Sen aramızda olamadığın için “Hrant” kitabını ben de Mustafa Bey’e imzalattım.
“Hrant” kitabı ile artık arkadaşlarının, sevdiklerinin kelimeleri ile değil kendi yaşantın, kendi hayatın ile tanıyabilecektim seni.
Annen, baban, kardeşlerin, çocukların, yeğenlerin ve tabi ki Rakelin. Çok şanslı adammışsın sen be Hrant abi. Bunun sen de farkında idin eminim. Allah her kuluna nasip etmez böyle güzel böyle yiğit böyle içten sevdayı.
Askere ilk gittiğinde üniversite mezunu olduğun halde ermenisin diye sana asteğmenlik vermediklerinde sen künyeni çinkoya sürte sürte ağlıyordun ya Hrant abi, ben de o satırları okurken kendi kendime bu haksızlığa diş biliyordum.
İş kurma çabaların, sonunda Beyaz Adam fikri ile ortaya çıkışın. Kitabevine ismi veren arkadaşının dilinden düşürmediği “Beyaz Adam” sözünün ekmek teknenize isim olması.
Sonra sen daha küçükken annene kızıp iki kardeşini de alıp kaçman, bir sandalda saklanmanız, sonra bu olayın size Ermeni kimsesiz çocuklar okulunun kapısını açması, yani tüm hayatınızın seyrini değiştirmesi. Hepsinde ben de seninle birlikte idim, senin yanındaydım Hrant abi.
Sen gittikten bir sene sonra gençlerin hayalinden ortaya çıkan Tililili dinletilerinde Asmalı Mescit’e gitmekten de geri durmadım. Buz gibi bir hava vardı. Tililili gençleri küçük bir elektrik sobasında ısınmaya çalışıyorlardı. Ben de tüm cd çalarları tek tek gezinip senin yazılarını okuyan dostlarına kulak misafiri olmaya çalışıyordum.
Bundan 6 sene önce ben burada değildim Hrant abi. Senin katillerine, “bizimkiler”, senin dostlarına ise “ötekiler” diyordum. Şimdi, altı sene sonra ilk andaki o gayr-i ihtiyari tepkim nedeniyle hem senden hem de senin tüm dostlarından özür diliyorum.
Benim bir ahdim var Hrant abi. Allah nasip ederde bir gün bir oğlum olursa ilk adını sen bu adı kendine seçtin diye, “Fırat”, ikinci adını da soyadına en yakını budur diye, “Denk” koyacağım.
Fırat Denk’i seninle büyüteceğim Hrant abi. Şafağın masal babası olduğun gibi Fırat Denk’in de masal babası olacaksın.
Şimdi, altı sene sonra hepimiz buradayız Hrant abi
Buradayız Ahparig
Buradayım Hrant abi
anavarza