Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Bizi biz yapan ve yaşatan dayanışmadır

0

Kendi göbek bağımızı kendimiz keseceğiz.

Buradan hiç hükümet ve devlet eleştirisine girmeyeceğim. Daha öncesinden bildiğimiz ve adım adım yaşadığımız kamusal çöküş, deprem sürecinde başımıza gelmeseydi şaşardık  zaten. Bunun en acı örneklerinden birini de yakın geçmişte Manavgat ve Marmaris yangınlarında yaşamadık mı?

Halkın ve halkların dayanışma potansiyeli

Maraş merkezli olup on il ve Suriye’yi vuran depremin daha ilk gecesinden itibaren hemen herkes, büyük bir acıyla ne yapabilirimin kaygısına düştü. Anında bölgeye hareket edenler, bulunduğu yerden yardım toplayanlar, arama kurtarma ve sağlık hizmetleri için sıraya giren sayısız gönüllüler, saymakla bitmez. Bu gönüllülüğün en güzel yanı ise hükümetin yıllardır sürdürdüğü kamplaştırma siyasetine verilmiş en iyi cevap olmasıydı. Kimse kimsenin siyasi tercihine, etnik kökenine, yaşadığı bölgeye ya da akrabası olup olmamasına bakmaksızın yardıma koştu ve koşuyor.

Muktedirin uykusunu kaçıran şey

İşte muktedirlerin uykularını kaçıran şey de bu oluyor. Çünkü her kesimden gönüllü insanlar, birlikte acılarını paylaşıp iş yaparak, aynı sofrada yemek yiyerek sorunlarını çözmeye çalışıyor. Birbirlerine düşman olmaları gerektiği akıllarının ucundan bile geçmiyor. Suriyeli göçmenler üzerinden geliştirilen söylem ve eylemlerde ise bölge insanının payı yok denecek kadar az. Tamamen ırkçı siyasetçilerin, tv kanallarının ve çukur sosyal medya kullanıcılarının dışarıdan pompalamasıyla bir söylem üretiliyor.

Gazeteci İrfan Aktan’ın aktardığı bir anekdot bu durumu müthiş özetliyor: İrfan Aktan bir depremzedeyle konuşuyor. Depremzede yurttaş, “bu Suriyeliler enkazlardan hırsızlık yapıyor, çok kızgınım” diyor. Aktan bunun üzerine soruyor: “Gözünüzle gördüğünüz bir şey var mı?” Depremzede “yok” diyor. Aktan “Sakın bu cümleleri televizyondan duymuş olmayasınız” diye sorunca bir süre düşünen depremzede “evet ya bunlar benim cümlelerim değil televizyondan duydum” diyor. Bir başka depremzede ise konuştuğu Suriyeli komşusuna “Size gidin savaşın demenin ne kadar anlamsız ve acımasız bir cümle olduğunu bu depremi yaşayınca farkettim” diyor. İlla umut peşinde değiliz ama umutsuz olmaya hiç gerek olmadığını gösteren bir toplumsal dayanışmayla karşı karşıyayız kısacası.

Örgütlenin!

Felaketler başımıza gelince anlıyoruz ki kendi göbek bağımızı kendimizin kesmesi lazım. Devlet, gölge etmese başka ihsan istemiyoruz durumundayız çünkü… Bu deprem süreci de gösterdi ki büyük bir dayanışma ruhu ve arzusuyla yanıp tutuşuyoruz ancak ne yapacağımızı bilmiyoruz. Yardımı  nereye yapsam? Pratik olarak nasıl bir işin ucundan tutsam? Acaba kime ve hangi kurumlara güvenebilirim? Öncelik ne olmalı yapılacak desteklerde? Bu gibi soruları çoğaltabiliriz.

Peki ne yapacağım?

Öncelikle örgütlenme fobinizi bir kenara bırakmalısınız. Dost acı söyler. Bu anlamda sözün tam ortasından gireceğim. Evinizde oturup, türlü örgütlenmeleri, STK’ları, toplulukları, dayanışma ağlarını eleştirip bir araya gelme çabalarının hepsini mahkum edip “bireysel” bir yaşam sürmek büyük bir konfordur. Çünkü topluluk olmanın, topluluk içinde birey kalabilmenin, söz hakkını kaybetmemenin bir sorumluluğu var ve burası bir mücadele alanı. Hatta kimi insanların herhangi bir kolektivite içinde olmaya dair bir tahayyülü de yok.

Nereden mi biliyorum? İşlettiğim kitabevinde karşılaştığım birçok insan, kitaplarını daha ucuz olduğu için internetten aldığını evden dışarı da pek çıkmadığını söylüyor. Ya da böyle dar zamanlarda temas ettiğimiz insanlardan duyuyoruz benzer söylemleri. Peki dar zamanlarda harekete geçilemez mi? Elbette geçilebilir ancak toplulukların işleyiş tarzına, sorumluluk paylaşma yöntemlerine ve reflekslerine alışmanız zaman alacağından bir eksiği görüp anında harekete geçmek yerine size iş verilmesini bekliyor olabilirsiniz. Ya da uyum sağlama sürecinde potansiyeliniz çok atıl kalır. Bu kadar eleştiri yeter. Amacım kimseyi gömmek değil. Tabii ki herkes kendi meşrebince birşeyler yapmaya çalışıyor hayatında. Benim vurgum tamamen örgütlülüğün bireyi de gözeten işlevine ve gücüne dair.

Başka türlü bir örgütlülük mümkün

Sizi siyasi partilerden ve STK’lardan uzak tutan sebep, hiyerarşik örgütlenmeleri ve birey üzerinde oluşan tahakkümse eğer hemen söylemeliyim ki hem Türkiye’de hem de Dünya genelinde anti-otoriter örgütlenme çaba ve pratikleri oldukça yoğun. Politika yapmak kaçınılmaz bir durum ve bunun tek yolu da siyasi partiler değil. Ve siyasi partiler de zaten bu süreçte kendilerini revize edecektir.

Bulunduğunuz kentlerde gıda toplulukları, ekoloji ağları, kooperatifler, mahalle meclisleri ve çeşitli komünler aracılığıyla da politika üretebilirsiniz. Şunu sevinçle söylemeliyim ki bu tür yapıların ilk önceliği doğrudan demokrasiyi hayata geçirmek. Tabii olumsuz örnekleriyle karşılaşabilirsiniz ancak bu sizi yıldırmasın. Bu noktada çok önemsediğim ve anlamakta güçlük çektiğim bir durumu dile getirmek istiyorum. Birçok insan gördüğü ve yanlış diye adlandırdığı ilk eylemden sonra topluluktan ayrılmayı seçiyor. Peki soruyorum: Sizin anladığınız anlamda ideal bir topluluğu size birileri hediye mi edecek yoksa sizin çaba ve mücadelenizle mi oluşacak? Ayrıca arzu ettiğiniz ve hayallerinizi taşıyan topluluk bile olsa, içinde olduğunuz toplulukta bireyliğinize ve kolektifin geleceğine dair verdiğiniz mücadele sizi var ve güçlü kılacaktır. Ve o güçle siz de topluluğa yeni bireyleri davet edip hemhal olabilirsiniz.

Önümüzdeki süreci düşündüğümüzde bu söylediğim iyice önem kazanıyor. Çünkü bizi boğan, attığımız her özgürlükçü adımı kursağımıza dizen, tüm canlılara hayatı zehir den bu sisteme karşı kendi yaşam anlayışımızı deklare edip hayata geçirmek zorundayız. Deprem sonrası göçlerle yoksullaşma, barınma ve gıda sorunu iyice artacak. Bunun altından ancak dayanışmacı bir kolektif anlayış ve örgütlülükle kalkabiliriz. Tüm potansiyelimizi yakın gelecekte buna vakfetmeliyiz. Çünkü, sarılacak çok yara, örselenmiş çok ruh ve doğru yöne akması gereken çok öfke var. Seçim zamanı oy vermeyi bekleyen atıl yurttaştan, kendi hayatının, toplumun ve tüm diğer tüm canlı yaşamın ve kültürel varlıkların sorumluluğunu alan kendi öz örgütlülükleriyle hareket eden özgür ekolojik yurttaşa evrilmek durumundayız. Gezegeni kasıp kavuran kuraklığın içimize de çökmemesi için bunu yapmak insani sorumluluğumuzdur. Bunun için teorik ve pratik birikimimiz de, potansiyelimiz de sevgimiz de var. Umut ise atılan adımla, eylemle gelecektir zaten! Düşlerimiz için eyliyorsak umut yanımızdan hiç eksik olmayacaktır.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.