Bir nükleer santral neden reklam yapar – Pelin Cengiz

Mersin Akkuyu’ya nükleer santral inşa edip işletecek olan Rus devlet şirketi Rosatom’un Türkiye’de kurduğu Akkuyu NGS şirketinin kent kent, cadde cadde, kanal kanal gezen reklamlarını gördüğümden beri kafamda şu sorular dolaşıyor: Bir nükleer santral şirketi neden reklam yapma ihtiyacı duyar? Nükleer santral reklamının ana öznesi olarak neden çocuk masumiyeti kullanılır? Neden reklamın görselini hiçbir enerjiye ihtiyacı olmadan tamamen insan gücüyle çalışabilen bisiklet süsler? Siz de mi aynı sorulardan muzdaripsiniz, o halde başlayalım.

16

Siz aslında hikâyeyi biliyorsunuz, Türkiye’nin hem Mersin’e hem de Sinop’a nükleer santral kurma macerası ile birlikte daha da aşinasınız. Ancak, hafıza tazelemek için söze şu girizgâhla başlamak isterim.

Takvimler, 26 Nisan 1986’yı gösterdiğinde Sovyetler Birliği sınırları içinde yer alan Ukrayna’nın başkenti Kiev’in 140 kilometre kuzeyindeki Çernobil nükleer santralinde meydana gelen kaza, bugüne kadar dünyanın gördüğü en büyük, en dehşetli ve en acı kaza olarak kayıtlara geçti. Kazanın ana nedeninin santralin dördüncü ünitesi bakıma alınmadan önce olası bir elektrik kesintisi durumunda güvenlik işlemlerinin nasıl ilerleyeceği üzerine yapılan bir deneyin sebep olduğu ortaya çıktı.

Yangın ve patlama sonucu önemli miktarda radyoaktif madde atmosfere yayıldı, ancak olup bitenden dünyanın 30 Nisan 1986 günü haberi oldu. Gerçek anlamda panik, İsveç’te yapılan ölçümlerde yüksek radyasyon tespit edilmesinin ardından Rusya’dan resmi açıklama istemesiyle başladı. Rusya’da ise hükümet, felaketi bir süre hem kendi kamuoyundan hem de dünyadan sakladığı gibi, halkı üstlerine radyasyon yağarken, 1 Mayıs kutlamalarına katılmaya zorlamakla meşguldü.

Santralin yakınındaki, devletin gücünü ve ihtişamını göstermek için inşa edilmiş Pripyat kentinde, korunmasız pek çok insan yüksek seviyede radyasyona maruz kalarak ya can verdi ya da çok ciddi sağlık sorunlarıyla baş etmek zorunda kaldı. Kaç kişinin bu şekilde öldüğü tam olarak bilinmiyor zira patlama sonrasında pek çok itfaiyeci ve asker, santraldeki radyoaktif kirliliği temizlemekle görevlendirilmişti.

Pripyat’tan geriye kalan dönme dolap

Şimdilerde, binlerce kişinin tahliye edildiği Pripyat, zaman tünelinde donup kalmış görüntüsünde. 1986 yılının 26 Nisan gününü yaşayan kent, şimdi bir hayalet kent. Terk edilmiş parklar, okullar, apartman daireleri… Ağır radyasyona maruz kalmış binalar, sinemalar, yüzme havuzları, futbol sahaları, otomobiller, eşyalar, oyuncaklar, bisikletler, hepsi orada sahiplerini bekliyor gibi. Hatta apartmanların birinden bir çocuk çıkıp evin önüne attığı o bisikletine binip sokak aralarında kaybolup gidecekmiş gibi.

Çernobil felaketi sonrası, Pripyat’a dair hafızalara en fazla kazınmış olan fotoğraf ise şüphesiz hiç dönememiş olan dönme dolap… Çernobil faciası yaşanmamış olsaydı bir hafta sonra açılışı yapılacak olan lunaparkta çocuklar dönme dolaba, çarpışan otomobillere binecekti. Hiç kullanılamayan lunapark ağır radyasyon altında yıllar içinde çürüyüp gitti, pek çok çocuğun hayalleriyle birlikte…

29 yıl sonra bugün, Çernobil nükleer santralini inşa etmiş olan Rosatom, Mersin Akkuyu’da nükleer santral inşa ediyor. Bir süredir gözümüze sokulan, hatta Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın Çanakkale’de kaldırttığı dev billboardları gülümseyen çocukların yer aldığı Akkuyu nükleer santral reklamlarını bir de bu gözle yeniden düşünmek gerek. Son bir ay içinde bulunduğum hem Mersin’de hem de Adana’da sadece billboardlar değil, apartmanların duvarları, çeşitli kamu binalarının yüzeyleri de bu reklamla kaplıydı.

Ne kadar çok göze sokarsak, o kadar iyi etki yaratırız diye düşünmüş olmalılar ki, bu kadar fütursuzlar. Dikkat edilecek olursa, nükleer santrali çağrıştıran en ufak bir görüntünün olmaması bir yana hem çocuk istismarı hem de kamuoyunu yanıltma eylemi bir arada gerçekleşiyor.

Birkaç versiyonda TV’lerde dönen reklam filmlerindeki “Güçlü Türkiye’nin yeni enerjisi” söylemi de hükümetin Yeni Türkiye ağzıyla uyumlu. Üstelik burada sadece sloganla da yetinilmemiş, reklam filmlerini izlemeye doyamadım diyorsanız, filmleri http://www.gucluturkiyeninyenienerjisi.com/sitesinden izlemeye devam edebilirsiniz.

Çernobil’in çocuklara mirası radyasyon

Tam bu noktada, geçmişte radyasyona maruz kalan çocuklarla ilgili birkaç araştırmadan da bahsetmek isterim. Bu çalışmalar arasında en dikkat çekici olanı Dr. Alfred Körblein’in yaptığı araştırmadır. Körblein’in, Almanya Federal Radyasyondan Korunma Ofisi (BfS) ve Alman Çocukluk Çağı Kanserleri Kayıt Dairesi (GCCR) tarafından desteklenen çalışmasının sonuçlarına göre, nükleer santraller kanser vakalarındaki yüzde 80’e yakın artışın temel nedeni.

Körblein’in 1980 ile 2003 yılları arasında 24 yıl boyunca yürüttüğü nükleer santraller yakınındaki çocukluk çağı kanserleriyle ilgili araştırmasının sonuçlarına göre, incelemeye alınan 1592 çocukluk çağı kanseriyle 4735 kontrolde, 593 lösemi vakası ile 1766 kontrolde odds oranında (etki büyüklüğü ölçüsü) anlamlı bir negatif mesafe trendi bulunmuş. 5 kilometre çapında bir bölgedeki görece risk, tüm kanserlerde 1,6, lösemide ise 2,2 çıkmış. Radyasyonun geç etkileri ise yıllar sonra ortaya çıkıyor. Çernobil’den dört yıl sonra tiroid kanserine yakalanma oranı yüz kat artmış.

Yine Birleşmiş Milletler tarafından 2011 yılında yayımlanan bir rapor, Çernobil ve bölgesinde 6000 kadar çocuğun tiroid kanserine yakalandığını ortaya koydu.

Diğer yandan, Türk Tabipler Birliği’nin geçmiş yıllarda yaptığı bir araştırma, Türkiye’de de Çernobil’den yayılan radyasyon nedeniyle kanser vakalarında artış olduğunu, nükleer felaketten en ağır şekilde etkilenen Karadeniz Bölgesi’ndeki Hopa’da ölümlerin yüzde 47,9’unun kansere bağlı olduğunu gösterdi. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları ve Pediatri Ana Bilim Dalları’nda yapılan çalışmaya göre, lösemi vakaları 1986 öncesinde yüzde 0,7 iken 1986 sonrasında yüzde 2’ye yükseldi.

Fukushimalı çocukların durumu farklı değil

Dört yıl önce dünyanın gördüğü ikinci en büyük nükleer faciasının yaşandığı Japonya’nın Fukushima kentindeki çocuklarda da tiroit vakaları artıyor. İlk taramada bölgedeki 368 bin çocuk/gençten 86’sında kanser tespit edilmiş, 23’ünden ise şüphelenilmişti. 100 binde 30 gibi bir oran, kaza yerinden uzak bölgelerdeki oranın nerdeyse 20 katı. Daha sonrasında bu çocuklardan 75 bini üzerinde ikinci bir tarama yapıldı. İlk aramada “temiz” çıkan çocuklardan sekizinin kansere yakalandığı ortaya çıktı. Ayrıca, 441 çocukta da de artık hastalık şüphesi var.

Reklamın çekiciliği, hatta kimi zaman eğlendirici öğesi çocuklar. Avrupa ülkelerinin pek çoğunda çocuğun reklamlarda kullanımına ilişkin keskin sınırlandırmalar var. Sınırlandırma ya da yasakların en önemli ölçütü ise şüphesiz ahlak. Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesinin 11. maddesinin 2. bendinde, “Çocuklara yönelik ve içinde çocukların kullanıldığı reklamlarda, onların çıkarlarına zarar verecek unsurlar bulunmayacak ve çocukların özel duygulan göz önünde tutulacaktır” deniyor.

Yasayla belirlenmiş, “Çocuklara kendilerinin doğrudan kullanamayacakları, yararlanamayacakları ürün ve hizmet reklamlarında reklam mesajı iletme görevi verilemez” şeklindeki kuralı yasa koyucu da unutmuş olsa gerek.

Dayatılan enerjinin dayatılan reklamları

Türkiye’de durum böyle kuralsız işliyor, peki ya dünyada nasıl diye baktığımızda, nükleer santral inşa eden ve işleten kuruluşların zaman zaman gerek gazete gerek TV reklamları verdiğini görmek mümkün. Nükleerin kararttığı hayatları, yarattığı faciaları anlatan pek çok tanıtım filminin yanı sıra genel olarak nükleer enerjinin “nimetlerinin” anlatıldığı pek çok reklam filmi mevcut.

Nükleer enerji alanında faaliyet gösteren çeşitli sektörel kuruluşlarınki özetle daha çok “nükleer temizdir, nükleeri iyi bir seçenektir, nükleere hayır diyerek yoksa elektriksiz mi kalmak istiyorsunuz” minvalinde ilerliyor. Son dönem yapılan reklam filmlerindeki vurgu genellikle nükleer enerjinin çevreyle olan “uyumu” üzerine olması ilginç. İklim değişikliğiyle mücadelede duyarlı olduğu söylenen nükleer santraller genellikle kömür, petrol gibi fosil yakıt enerjileriyle kıyaslanıyor. Dolayısıyla, “temizlik” vurgusu ön planda. Kimse, her şeyin yolunda gittiğini düşünsek bile ortalama ömrü 40 yıl olan santrallerin yüzbinlerce yıl doğada kalacak atıklarından bahsetmiyor haliyle…

Avrupa’nın en büyük nükleer santral işleticisi büyük çoğunluğu Fransız devletine ait Areva’nın Funky Town konseptli, animasyonlu reklam filmleri serisi var. Areva, Japon Mitsibushi Heavy Industries şirketi ile birlikte Sinop’ta nükleer santral inşa edecek şirket olması açısından önemli.

Reklam filminin bir örneği şurada…
https://www.youtube.com/watch?v=GgZsamFWyBI

Mersin’de Rus ruleti, festivalde Atomic Ivan

Mersin’deki nükleer santrali inşa edecek ve işletecek Rus devlet şirketi Rosatom bu işlerin epey eskilerinden… Reklam alanında da kurumsal olarak sürekli varolan bir şirket. Kendi yatırımlarını anlattığı filmlerin yanı sıra nükleer enerjinin dünyada 60’ıncı yılının “kutlandığı” prestij reklam filmleri de mevcut. Fikir vermesi açısından birer örnek link hemen şurada:

https://www.youtube.com/watch?v=b4vSWsMUkPA

https://www.youtube.com/watch?v=D4fGYzDjlR4

Ancak, kendi faaliyetlerini anlatan filmler Rosatom’u kesmemiş olacak ki, Atomic Ivan isimli filme sponsor olmuş. Film, geçen yıl The International Uranium Film Festival’inde ödül almış. Evet yanlış duymadınız, dört yıldır Uluslararası Uranyum Film Festivali yapılıyor. Bu yıl 15-25 Nisan tarihlerinde Quebec’te gerçekleşeşcek. Amaç, nükleeri hem savunanları hem de nükleere karşı olanları bir arada göstermekmiş.

Atomic Ivan, Rosatom’un epey övünç kaynağı bir film. Bizim açımızdan önemli. Zira, Mersin Akkuyu’da yapılacak nükleer santralin bir benzeri olan Kalininskaya nükleer santrali ilk kez bir sinema filminin platosu olmuş. Bazı bölümler ise Leningrad nükleer santralinde çekilmiş. Film, özetle nükleer santralde çalışan iki gencin aşk hikayesini anlatıyor. Ama algı oyununu, yaratılmak istenen imajın ne olduğu çok belli.

Sizce bütün bu işlerde bir tuhaflık yok mu?

Emin olun, iş bununla bitmeyecek. Gerek Mersin’de gerekse Sinop’ta nükleer santral yatırımlarıyla birlikte gelecek aylar ve yıllar boyunca ciddi bir nükleer enerji kampanyasına maruz kalacağız. Nükleer enerjinin nasıl farklı endüstrilere katkı sağladığı, istihdam yarattığı, ucuz ve temiz bir enerji olduğu, iklim değişikliğiyle mücadeleye uyumluluğu, yerli enerji vurgusu gibi pek çok argümanla karşı karşıya kalacağız.

Türkiye, yeni dönemde özellikle Fukushima sonrasında nükleerden ağzı yanmış ülkelerde artık propaganda, kampanya, reklam yapamayan nükleer endüstrinin ve lobilerin yeni kalesi oluyor. Denetim, şeffaflık ve hesap verebilirlik süreçlerinin hiçbirinin işletilmediği, hukuksal mevzuatının olmadığı, atık ve kaza risklerinin neredeyse hiç konuşulmadığı bir süreç işliyor.

Türkiye’de çevre ve yaşam alanları mücadelesi verenlerin bu yeni nükleer PR faaliyetine şimdiden hazırlıklı olmasında ve safları sıklaştırmasında fayda var.

Bu yazı platform24.org/ dan alınmıştır

15.pelin cengiz

 

 

Pelin Cengiz

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR