Bir nükleer musibet de Fransa’dan – Şahin Alpay

Hem barışçı (yani elektrik üretmek için) hem de savaşçı (yani atom bombası yapmak için) nükleer enerjiye en agresif, en iştahlı bir şekilde yatırım yapan ülkelerin başında Fransa geliyor. 1950’lerden itibaren kurulan nükleer santraller, elektrik enerjisinin dörtte üçünü sağlıyor. Avrupa Birliği ülkelerindeki toplam 143 santralden 58’i Fransa’da bulunuyor.

Japonya’da geçen mart ayında yaşanan deprem ve tsunami felaketi, ardından Fukuşima nükleer santralinde meydana gelen patlamadan sonra Almanya ve İsviçre, nükleer santrallerini kapatma ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapmaya karar verdiler; İtalya, referandum yaparak nükleer enerji programından nihai olarak vazgeçti. Buna karşılık Fransa, nükleer enerji programını geliştirmekte ısrarlı. Başkan Nicolas Sarkozy (tıpkı bizim enerji bakanı gibi) her fırsatta nükleer enerjinin “güvenli” olduğunu, bundan vazgeçmenin “söz konusu olmadığını” söylüyor. Geçen mayıs, nükleer enerjiye 1 milyar Euro yatırım yapılacağını da söyledi. Yüzde 80’i hükümete ait olan nükleer reaktör üreticisi EDF şirketi (çok güvenli oldukları iddiasıyla) Fukuşima sayesinde dünyada Fransız yapımı reaktörlere olan talebin artmasını bekliyor.

İşte bu Fransa’da geçen pazartesi günü, uzun zamandır beklenen oldu: Ülkede bugüne kadar basına yansıyan nükleer kazaların en büyük çaplısı yaşandı. Ülkenin güneydoğusundaki, nükleer atıkların yeniden işlendiği Marcoule tesisinde bir patlama meydana geldi. 1955’te hizmete giren ve sürekli modernize edilen tesisteki patlamada bir çalışan öldü; biri ağır dört çalışan da yaralandı. EDF sözcüleri hemen yaşananın bir “nükleer değil, endüstriyel kaza” olduğunu söylediler. İçişleri bakanlığı sözcüleri, tesisin içinde veya dışında radyoaktif sızıntı bulunmadığını, dolayısıyla çevrenin boşaltılmasının söz konusu olmadığını belirtmekte gecikmediler. Ölüm ve yaralanmalara radyoaktivite değil patlama neden olmuştu. Yakınlardaki nükleer atık depolama alanında çıkan yangın hemen kontrol altına alınmıştı… Endişe edecek bir şey yoktu… Şimdiye kadar herhangi bir radyoaktif sızıntı tesbit edilmiş değildi. Ama Çevre Bakanı, kazanın “muhtemel radyolojik etkisinin ne olduğu konusunda bir değerlendirme” yapılacağını söylüyordu…

Enerji konularında uzmanlaşan bir meslektaşımın deyişiyle, nükleer bir tesiste patlama olup da, bunun sonucunda çevreye şu veya bu ölçüde radyasyon yayılmadığını öne sürmek ancak, bir uçağın içinde bomba patlamasına rağmen düşmediğini iddia etmek kadar inandırıcı olabilir. Mercoule nükleer tesisinde gerçekte ne olduğu, patlamaya neyin sebep olduğu ve çıkan yangında çevreye ne ölçüde radyasyon yayıldığının, bunun çevredeki insanların sağlığı için ne anlama gelebileceğinin ortaya çıkması zaman alacak. Zira dünyanın her yerinde olduğu gibi Fransa’da da nükleer enerji programları kalın bir gizlilik perdesiyle çevrili.

Nitekim Fukuşima reaktörlerindeki erimenin hâlâ kontrol altına alınamadığı Japonya’da, nükleer felaketin sonuçları hâlâ tam olarak kestirilemiyor. Resmi makamlar ve santrali işleten şirket olan TEPCO hâlâ daha kamuoyunu yeterince aydınlatabilmiş değil. Santral çevresindeki radyoaktif kirlenmeye uğramış olan geniş arazilerin uzun süre yeniden yerleşime kapalı kalacağı, uzun vadede kanserden ölümlerin yayılacağı kesin.

Nükleer enerjinin en korkulu yönlerinden biri, nükleer sanayide meydana gelen küçük çaplı kazaların ve sızıntıların, ihmallerin örtbas edilmesi. Nükleer enerji programının şeffaflıktan özellikle uzak olduğu Fransa’da Mercoule’de meydana gelen patlama ve sonuçlarının nükleer enerjinin geleceği bakımından ne anlama geleceği açıklık kazanmış değil. Batı basınında yer alan haber ve yorumlardan okurlarıma aktaracaklarım bunlar. Olaydan Türkiye için alınacak ders ise çok açık: Bir musibet bin nasihate bedeldir! Musibetler gittikçe çoğalıyor… Hükümet, halkın üçte ikisinin karşı olduğu nükleer enerji belasını başımıza sarmaktan vazgeçmelidir.

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR