Konuk yazar: Seda Elhan
*
Tiyatro Boyalı Kuş’un Mart 2024’te Şişli Tiyatrosu’nda Türkçe prömiyerini yaptığı tek kişilik oyunu “Bir Nora Evi” seçkin uluslararası festivallere konuk olmaya devam ediyor.
Son dönemde Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın desteğiyle katıldığımız iki festival oldu: 25-31 Mayıs 2024 tarihleri arasında düzenlenen Makedonya 25. Manastır Uluslararası Tek Kişilik Oyun Festivali’nde, Makedonya, Sırbistan, Bulgaristan, Türkiye, Yunanistan, Ermenistan, Kazakistan, Hırvatistan ve Arap Emirlikleri’nden on oyunun yer aldığı seçkinin içinde “Bir Nora Evi” (A Nora’s House) yapımının İngilizce prömiyerini yaptık. Aynı oyunu daha sonra Arnavutluk’ta 20-27 Haziran 2024 tarihlerinde gerçekleştirilen 20. Albamono Uluslararası Tek Kişilik Oyun Festivali’nde, İtalya, Türkiye, Bulgaristan, Kazakistan, İspanya, Polonya, Yunanistan’dan yedi oyunun yer aldığı seçkinin içinde sahneledik. Bir oyuncu olarak bu festivallere katılmak ve sahne almak benim için önemli bir motivasyon kaynağı oldu. Elbette oyunlarımızı uluslararası platformlara taşımak ve bu festivallerdeki tiyatrocularla tanışmak, onlarla meslekî alışverişte bulunmak ve farklı kültürlerin yapımlarını seyretmek ve tartışmak da değerliydi. Bu yazıda, festival izlenimlerimi ve deneyimlerimi feminist bir perspektifle paylaşmak istiyorum.
Sahnede çağdaş feminist söylemler
“Bir Nora Evi”, Henrik Ibsen’in klasik eseri “Nora, Bir Bebek Evi”ne Jale Karabekir’in kalemiyle çağdaş ve özgün bir yorum getirdiğimiz bir oyun. Feminist bir tiyatro ekibi olarak, kadının durumunu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sahneye taşıyan bir perspektifle, festivallere katılmak feminist tiyatral bakış açımızı uluslararası platformlarda paylaşma fırsatı sunması açısından önemliydi. Aynı zamanda tiyatro dünyasında feminist temaların giderek daha fazla yer bulduğuna da tanıklık etmiş olduk.
“Nora, Bir Bebek Evi” heteronormatif sosyal düzeni performatif olarak eleştiren bir yapıya sahip. Günümüzün sistem-birey-toplum ilişkilerindeki çatışma ve çelişkileri ele alan oyun, seyirciye toplumsal cinsiyet rollerini ve kapitalizmi tartışma fırsatı sunuyor. Oyunda, 21. yüzyılın Noraları ile “bir bebek evi” kavramı feminist bir perspektifle bir araya getirilmiş oluyor. Bu sayede, topluma ve yaşadığımız sisteme hem ayna hem de ışık tuttuğumuzu söyleyebilirim.
Kadınların yaşadıklarını, deneyimlediklerini, maruz kaldıklarını sahne üzerinden aktarmak ve bunu Türkiye dışındaki seyircilerle buluşturmak tam da bu hikayelerin toplumlardan ve kültürlerden bağımsız, birbirine benzer deneyimler olduğunu, bir diğer deyişle bunun evrensel patriyarkal sistemin bir ürünü olduğunu göstermek açısından değerli. Festivallerin en önemli özelliği farklı kültürleri ve sanatsal anlayışları bir araya getirmeleridir. Evrensel konulara dair ortak kaygıları farklı yaratıcı performanslarla seyirciyle buluşturan bu festival seçkilerinde de özellikle kadın meselesine odaklanan oyunlara yer verildiğini görüyoruz. Festivallerin organizasyonundan, festivale katılan ekiplere, sahnedeki kadın oyuncu sayısına kadar çalışanlarda ve katılımcılarda toplumsal cinsiyet çeşitliliğine yer verildiğini de belirtmek gerek.
Her iki festivalde de kadın meselesini güncel, çağdaş metinler ve klasik tragedyaların modern yorumlarıyla ele alan oyunları seyretme şansımız oldu. Oyunlardan sonra oyuncu ve yönetmenlerle buluşup değerlendirme yapma imkânı bulmamız da bizim için güzel bir fırsattı. Bu yazıda da bu oyunlardan birkaçı üzerinde duracağım.
Albamono Uluslararası Tek Kişilik Oyun Festivali uzun yıllardır İtalya’da faaliyet gösteren Balkan Teater’ın “Sworn Virgin (Yeminli Bakire)” adlı oyunuyla açıldı. Arnavut asıllı yönetmen Valbona Xibri’nin yönettiği ve Maryna Ivashchenko’nun oynadığı oyunda, Arnavutluk’a özgü bir kavram olan “Burneşa” ele alınıyordu. Burneşa, ‘Kadın-Adam’ anlamına geliyor ve yaklaşık 500 yıllık bir geleneği temsil ediyor. Arnavutluk’ta bugün sadece kırk altı tane ‘Kadın-Adam’ kalmış ve bu kadınlar, toplum içinde ‘rahat’ yaşayabilmek için hayatlarının bir döneminde erkek olarak yaşamaya karar verip hayatlarını o andan itibaren tamamen erkek toplumsal cinsiyet rol ve kimliğiyle yaşıyorlar. Belgesel niteliği de olan oyun, Burneşalarla yapılan röportajlarla ve onların gündelik yaşamlarından bazı pratiklerle de görsel olarak destekleniyordu. Bu eski geleneğin, bir kadının erkek bedenine nasıl büründüğü, toplum içindeki performansları (kıyafet, içki, dans ve çeşitli ritüeller) da zaman zaman oyuna dahil edilerek geleneğin modern izdüşümü sahne üzerinde çarpıcı bir şekilde kullanıldı.
Arnavutluk’ta gerçekleşen festivaldeki bir diğer yapım Yunanistan’dan “Thessaly Theatre” topluluğunun “Medea’s Burqa (Medea’nın Burkası)” adlı oyunuydu. Kyriaki Spanou’nun yönettiği, Marsela Lena’nın oynadığı yapımda, Klasik Yunan Mitolojisi’nin en tartışmalı kadın karakterlerinden biri olan Medea’nın hikayesinin çağdaş bir yorumu seyirciyle buluştu. Oyunun temel ekseninde kadına dayatılan toplumsal cinsiyet kimliklerinin eleştirisi yer alıyor, Batı dünyasında kadının ona dayatılan kimliğini bırakması ve homojen bir toplumun parçası olma baskısı işleniyordu. Medea’nın, erkek egemen bir toplumda yaşadığı zorlukları ve mitolojiden farklı olarak çocuklarını öldürmeyi reddederek onlara yeni bir gelecek sunma çabasını anlatması, seyirciyi eleştirel bir düşünce dünyasına davet ediyordu.
Medea karakterinden devam edersek, Manastır’daki festival seçkisinde yer alan yine Yunanistan’dan 1+1=1 ekibinin “Medea-Red Emptiness (Medea-Kırmızı Boşluk)” oyunundan bahsetmek gerekir. Sofia Dionysopoulou’nun yazıp yönettiği, Despina Sarafeidou’nun oynadığı oyunda Medea karakterinin iki farklı yönüne odaklanılıyordu: Bir yanda büyücü Medea, diğer yanda ise acı çeken bir kadın olan Medea. Bu yapımda da çocuklarını öldürmek yerine onları Tanrıça Hera’ya kurban eden Medea’nın hikayesi, patriyarkal düzenin kadını nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seriyordu.
Geleneksel ve mitolojik kadın karakterlerden sonra, günümüzde yaşayan kadınların yaşadıklarına odaklanan iki yapımdan daha bahsetmek istiyorum. Birisi Manastır’daki festivalde Sırbistan Independent Production and Council of Drama Artists of Novi Sad (Bağımsız Prodüksiyon ve Drama Sanatçıları Konseyi) tarafından sahnelenen “Not Giving Up (Vazgeçmemek)” adlı oyundu.
Marija Medenica, oyuncusu, yazarı ve yönetmeni olduğu bu oyun ile hem kadın hem de oyuncu olarak yaşadıklarını gerçekçi bir biçimle sahneledi. Toplumda kadına biçilen rollerin ve kimliklerin yanı sıra bir tiyatrocu olmanın bunlara eklediği meslekî zorluklar fotoğraf, görsel materyaller ve şarkılarla hareketli ve akıcı bir tiyatral dille aktarılıyor ve oyun, yaşadığımız dünyada bir kadın tiyatrocu olmaya odaklanıyordu. Bu da oyunun festivale katılan topluluklar kadar seyircide de ciddi bir empati yaratmasına neden oldu. İkinci yapım ise aynı festivalde yer alan, Martina Mlinarević’in “Bukača” adlı kitabından uyarlanan ve Hırvatistan Theatrical Company EMA tarafından sahnelenen “Bukacha” adlı performanstı. Yönetmen ve oyuncu Tea Shimikj, savaş, etnik kimlik, sağlık gibi konularda ciddi mücadeleler içinde olan bir kadının yaşadıklarını ve başına gelenlere direnişini geleneksel kukla tiyatrosu motiflerini modernize ederek seyirciye taşıdı.
Uluslararası festivalde feminist tiyatro olmak
24 yıllık bir tiyatro topluluğu olarak yurtdışındaki festivallere katılmak, kültür ve sanat alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı üretimler yapan kişi ve kurumlarla doğru bir iletişim ağı kurmamıza ve gelecekte ortak çalışmalara imza atmamıza olanak sağlıyor. Bu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle üretimlerini paylaşmakta birçok engelle ve zorlukla karşılaşmakta olan feminist bir tiyatro topluluğu olarak bizim için oldukça önemli bir adım.
Bu festivallerde yer almak ve oyunlarımızı sahnelemek, daha geniş kitlelere ulaşmamız ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelemizi uluslararası alanda duyurmamız açısından büyük bir fırsat. Kadınları anlattığımız ve kadının güçlenmesine katkı sunmayı amaçladığımız oyunlarımızın daha fazla kişiyle buluşması için yurtdışı festivalleri önemli bir platform sağlıyor. Bu yazıda ele aldığım oyunlardan da görülebileceği gibi, özellikle tek kişilik oyun festivallerinde, geleneksel kadının, mitolojik kadın karakterlerinin ve günümüz kadınlarının yaşadıkları çoğunlukla kadınlar tarafından kaleme alınıyor, çoğunlukla kadınlar tarafından yönetiliyor ve kadınlar tarafından oynanıyor. Türkiye’den bir feminist tiyatro topluluğu olarak bunu deneyimlemek ve tanıklık etmek uluslararası düzlemde tiyatronun artık eril bir temsil sisteminden uzaklaştığının da göstergesi niteliğinde. Bu da bizlere yolumuzda yürümeye ve karşılaştığımız zorluklara rağmen üretmeye devam etmek için büyük bir enerji ve coşku veriyor.