Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Benim ailem

0

Beni çok seven bir anne ve babanın kızıyım. Beni sevip sayan bir kardeşin ablasıyım. Hayatımın geri kalanını beraber geçirmek, evlenip bir aileyi devam ettirmek istediğim bir sözlüm var. Son zamanlarda yükselişte olan LGBT+’ların “aile” düşmanı olduğu üzerinden yürütülen nefret kampanyaları ve hükümetin yeni anayasa tasarısında getirmeyi düşündüğü “aile korumaları” aslen kimin ailesini koruyor? LGBTİ+ insanların anneleri, babaları, kardeşleri ve eşleri, kuzenleri, dedeleri ve nineleri yok mu?

Zaman içerisinde, son yüz senede, LGBTİ+’ların dışlanması ve stigmaya uğraması nedeniyle ailelerle ilişkilerinin iyi olmadığı önyargısı genel olarak kabul görüyor. Burada hatırlanması gereken şeyse, LGBTİ+ olmanın tanımı ya da yaşantısı içinde aslında aile ile ters düşen bir yanı olmadığı. “Eşcinsel evliliklerinden” bahsetmiyorum: Her LGBTİ+’nın ebeveynleri var. Bu aileler aslen pompalanan ve normalleştirilen bir nefretle, mahalle baskısı ve çeşitli benzer bahanelerle dağıtılarak LGBTİ+ evlat sahibi olmak dahi, cis hetero ebeveynler için utanç nişanesi olarak konumlandırılıyor. Halbuki LGBTİ+’lara karşı olan önyargıların bir hayli eridiği günümüzde evlatlarını seven, onları kabul eden ailelerin varlığı artık uzak bir gelecek, erişilemez bir rüya olmaktan çıkmış durumda.

Dindar, sağlıklı ailelere sahip lubunya olamaz mı?

Sözlümle -ki kendisi de bir trans erkek- akrabalarımızı ziyarete gidiyor, gelecek planları yapıyoruz. Bizi kabul eden ve etmeyen akrabalar arasında öne çıkan durum, aslında bizim mutluluğumuzun inkarı. İki yetişkinin arasında olan sağlıklı bir ilişkinin önyargılarla inkarı ve bu mutluluğu paylaşmaya dair olan direnç tamamıyla son on yıllarda yalnızca ülkemizde değil, dünyada da yaygın LGBTİ+ düşmanı propagandadan ortaya çıkıyor.

Tıpkı bir lubunyanın güçlü dini inançlara sahip olabileceği ihtimali gibi bizim de sağlıklı ailelere sahip olabileceğimiz ihtimaline karşın bir saldırı ile karşı karşıyayız. Cis-heteroseksüel, yani toplumca norm kabul gören natrans kadın ve erkekten oluşmuş aile yapısına gayet entegre olabilecek aile ağaçlarının varlığı bile bir rahatsızlık yaratıyor.  Neden benim ailem, hem de “erkek-kadın”dan oluştuğu halde, yasanın ve toplumun bir derdi oluyor? Asıl aileye karşı olanlar, bizleri görmezden gelenler değil mi?

Kendi aile fikirlerine uymayan, sevmedikleri ve hor gördükleri azınlıkların hayatlarına müdahale etmeyi görev bilmiş bu kitle, benim güvenliğimi ve huzurumu tehdit ederek aslen benim ailemi tehlikeye atıyor. Benim annem, babam, kardeşim ya da eşim, sadece trans kadınım diye, toplumda bir ayrımcılık yaşarım diye endişeleniyor ve bir stres yüküne maruz kalıyorsa burada bizim ailemizin huzurunu kaçıran şey, ayrımcı ve nefretle dolu kişiler ve politikalardır.

Ailenin kutsallığı, özel hayatın kutsallığı yalnızca belli bir zümreye mi aittir?

Aile kutsal ise benim ailem de kutsal. Beden kutsal ise benim bedenim de kutsal. Hayat kutsal ise benim hayatım da kutsaldır. Fakat bir trans kadın olarak bu devlet ne benim biyolojik ailemle huzuruma önem veriyor  ne bedenime ne özelime ne de hayatımı özgürce yaşama hakkıma saygı duyuyor.

İnsan temel ve hak özgürlüklerini manevi bir yerden değerlendirmeyi norm etmiş hükümet ve bunu devam ettiren muhalefete söylemek istediğim şey şu ki: LGBTİ+ olmak manevi değerlere sahip olmakla zıt bir varoluş değildir. Feminist bir çerçevede ailenin eleştiriliyor olması, teorik münazaralarsa halihazırda vatandaşlık hakkı olan evlilik ve aile kurmak gibi hakların bizlere mahrum edilmesini meşru kılmaz. Nasıl ki herhangi bir kimliğe ait biri bir diğerinin birebir karbon kopyası değilse, lubunyalar içinde de çeşit çeşit insan vardır. Kendisine aile kurmak isteyen, ailesiyle huzur içinde yaşamak isteyen LGBTİ+’lar da vardır.

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.