Dış Köşe

Başka türlü bir şey benim istediğim – Burcu Ertunç

0

Bir sonraki Buda, bir insan suretinde gelmeyecek. Bir sonraki Buda, bir topluluğun şeklini alabilir; karşılıklı anlayışı, nezaketi ve sevgiyi, farkındalıklı yaşamayı deneyimleyebilen bir topluluğun şeklini… Bu, dünyanın ayakta kalabilmesi için en mühim şey olabilir.”

Thich Nhat Hanh

Lise yıllarımdan beri, yaşadığım mahallede bir şey eksikti ama ne? Ev-okul-ev trafiğimde de olup bitenlere yabancı gibiydim, müdahale etmiyor sadece izliyordum. Hiç bir ortama tam olarak ait hissedemiyordum; öte yandan bir çok insanın benim okuduğum ve yaşadığım ortamı gözü kapalı kabul edeceğinin de farkında olup şükretmem tembihleniyordu, ben de şükrediyordum. Üniversitedeyken haksızlıkları, adaletsizlikleri, sömürüyü, doğanın katledilişini, insan yaşamının tek tipleştirilmesini, kraldan çok kralcılığı daha net görür oldum. Eğitimin ezberle, sağlığın ilaç tabletleriyle, medeniyetin de zenginleşmeyle özdeşleştiğini, herkesin ‘bizden’ olması gerektiğini; ‘bizim kuşun’, ‘bizim ağacın’, ‘bizim sobanın’, ‘bizim ayakkabının’, ‘bizim mutfağın’ ötekilerinkinden daha üstün ve makbul (!) olduğunu dehşete kapılarak gördüm. Ve tüm bunların neyse ki evrensel birer yanılsama olduğunu da… Kafam iyice karışmış, nereye ait olduğumu bulamamış, adalet mefhumundan giderek uzaklaşan bu dünya düzeninin bir parçası olduğum için suçluluk ve utanç duymaktan da sıyrılamamıştım.

Her neyden rahatsızsam, onu değiştirmek için kafa patlatmak yerine hayıflanıp durmuş, suçluluk duygumu katmerleyerek yıllar sürecek bir kısır döngü içine girmiştim; yargılayan, eleştiren, hiç beğenmeyen, hep kötüleyen, burun kıvıran, eleştirilmekten ve yargılanmaktan korkan, konuş(a)mayan, hep susan biri oluvermiştim. Ne oldu bilmiyorum ama farkettim! Bu şekilde ne yaşadığım yeri, ne birlikte olduğum insanları ne de kendimi kabullenebilirdim. Kabulleniş olmadan da arzu ettiğim gerçek hayatı kurgulayamazdım.

Benim, yaşadığım dünyayla barışmam gerekiyor!

Bu farkedişle birlikte hayal ettiğim geleceğin, ancak ve ancak bugünde kurulabileceğini kendime sık sık hatırlatır oldum. Bugünde düşlediklerim, konuştuklarım, bugünde yaptıklarım ve paylaştıklarım benim yolum… Bu yolun sürdürülebilirliğinin ise ancak o yolu birlikte yürümek isteyen insanlarla yaşarsam mümkün olacağını idrak ettim.

Uzun lafın kısasını Can Yücel zaten söylemiş:

“Başka türlü bir şey benim istediğim
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava
…Ve bir yeni ömür vardığım
Çimen yeşilliğince…”

Peki, sadece ben miyim bu dertten muzdarip, başka bir toplum düzeni, başka bir yaşam şekli hayalindeki? Peki bu erişilemeyecek, gerçek olamayacak bir hayal mi?

Geleceğin yaşam şekli doğaya uyumlanabilen topluluklar içinde olamaz mı?

Örneğin doğaya uyumlanmaya niyetlenen bu topluluk bir nevi geniş aile modelini temsil edebilir. Ancak bu aile ne ilksel toplulukların genelinde gördüğümüz, ne de hali hazırda içinde bulunduğumuz sistemin tanımladığı kan bağıyla kurulan bir aile… Yeni, yepyeni,bolo’bolo’daki gibi ortak değerler ve ortak yaşam tarzlarının etrafında kurulan, kan bağından öte ilişkilerin belirleyici olduğu bir aile modelinden söz ediyorum. Birbirine sevgi ile bağlı, herkesin herkesten sorumlu olduğu, benim değil hepimizin diyen, birbirine güvenen, herkesin –insan dışı canlıların da- kendi gibi olmakta özgür olduğu, aşk dolu kocaman bir aile…

‘Hep tatil, hiç tatil’* olsun geleceğin yaşam biçimi. Çalışma, dinlenme, üretim ve tüketim, tatil, hafta sonu gibi ayrımlar, anlamsız ve verimsiz olsun orada. Yaşamak için üretmek, barınmak için çalışmak gereksin. Kimi zaman oldukça zor ama hep keyifli, yani gerçek bir yaşam olsun. Tam da olması gerektiği gibi, hayal ettiğim gibi: Gerçek!

Güneşle uyanmak, hızlanmak ve güneşin çekilmesiyle yavaşlamak ve uyumak mesela istediğim… Diğer canlıların ve yaşamı paylaştığım insanların ritmini gözlemek ve bu sırada kendi ritmimi yakalamak. Dinlemek, anlatmak, okumak, öğrenmek, denemek, yanılmak, korkmak, cesaret kazanmak, sormak, kazmak, kesmek, yolmak, susmak, pişirmek, yazmak, mayalamak, sabretmek, gözlemek, kaçmak, gülmek, izlemek, üşümek, sorgulamak, ümitsizliğe kapılmak, öfkelenmek, tembelleşmek, konuşmak, yazamamak, üşümek, yalnız kalmak istemek, yalnız olmak istememek, ıslanmak, yol beklemek, dertleşmek, özlemek…

Hepsi olsun.

Kendi kendine yetebilen, üreten, takas eden; gelir getirecek işlerin topluluğun etik değerlerine sadık olduğu.

Herkesin, kendini herkesle eşit hissettiği, tüm renklerin ve seslerin var olabildiği…

Yaşamdaki sınırların sorgulandığı, özgür düşüncenin onaylandığı, hiç bir duygunun örselenmediği, yeri geldiğinde korkuların ve iç çatışmaların da anlam ve değer bulduğu…

İletişim becerilerinin gelişmesine önem verildiği, gerçek barış anlayışının peşinde…

Kuşaklar arası iletişimin yeniden tesis edildiği, yaşama dair kadim bilgilerin, öykü ve masalların kıymet kazandığı, hiç bir bilginin kimsenin tekelinde olmadığı, özgürce paylaşıldığı bir hayat…

Gelip geçici bir macera değil, hayal ettiğimiz o dünyada barış içinde, hakikî yaşamın peşinde olan dostlarla birlikte yaşamak benim istediğim.

Fotoğraf: Birkan Özgüner

Hemen, şimdi!

Dipnotlar

* Sevgili Durukan Dudu’nun Yeşil Gazete’deki röportajında kullandığı, benim de çok severek kullandığım ifade.

**Beni, tüm bunları düşünmeye, hissetmeye iten hayatımdaki tüm tecrübelere, yaşamıma girip çıkmış, bana dokunmuş, ilham vermiş her insana, okuduğum her kitaba, kulağıma çalınan bütün sohbetlere, birlikte kafa yorduğum, hayatı birlikte deneyimlediğim, yolculuğumda bana eşlik eden herkese şükran doluyum. Birlikte düşlemeye devam!

 

Bu yazı ilk olarak recordmag.net/ de yayınlanmıştır

 

 

Burcu Ertunç

 


 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.