Banal yeni çağ muhafazakârlığı \ Bülent Somay

Geçen hafta usta bir sihirbaz (ya da sihirbazlar topluluğu) tarafından, “Aman ha, şeriat geliyor!” tehdidiyle başka yöne baktırılırken başımıza banal bir yeni çağ muhafazakârlığının düştüğünü söylemiştim ya, şimdi bunu biraz daha kurcalayayım diyorum.
Son zamanlarda özellikle interneti hedef alan yasakçılığın alıp yürümesi, ne dindarlıktan ne de şeriat özleminden geliyor. İnternet üzerindeki en şiddetli yasakların şeriatçı İran’dan bile daha katı bir biçimde, dindarlıkla hiçbir ilgisi olmayan Çin’de uygulandığı düşünülürse bundan ne kastettiğim kolayca anlaşılır.
Peki ama ‘yeni çağ muhafazakârlığı’ denilen şeyden ne anlamalıyız? İlk olarak şunu: Yeni çağ muhafazakârlığının hiçbir inanç sistemiyle ilgisi yok, tam tersine, sinizmden, inanmayan ama inanıyormuş gibi yapmakta fayda gören, pragmatist bir statükoculuktan kaynaklanıyor. İkinci olarak da bu tür bir muhafazakârlığın arkasında çoğu kez gayet somut bir ekonomik/politik hesap, milyarlarca dolarla (ya da euroyla, yuanla, yenle) ölçülebilen büyük avantalar yatıyor.
Biraz daha açmaya çalışayım: Slavoj Zizek, günümüz kapitalizminin dört çözümsüz açmazından birinin, “özel mülkiyetin ‘entelektüel mülkiyet’ denilen şeyle uyumsuzluğu” olduğunu söyler. Yeni dijital teknoloji çağında, ürünlerin önemli bir bölümü dijital yolla, denetimsiz bir biçimde çoğaltılabilirken bu ürünler üzerinden kârı maksimumda tutmanın yolu ne olabilir?
Bu sorunun doğru cevabı “Böyle bir yol yoktur” olmalı ama ABD ve AB ülkeleri çeşitli yasalarla, önce internet erişimini, daha sonra da o internete eriştiğiniz bilgisayarı, en sonunda da o bilgisayarı bulundurduğunuz evinizi ‘özel hayat’ kapsamından çıkararak sanal ürünlerin çoğaltılmasını engellemeye çalışıyorlar.
Ancak internet aynı zamanda, bu sözümona ‘entelektüel mülkiyeti’ koruyan filtre ve kalkanlarla çelik çomak oynayan bir sürü zeki ve anarşizan gencin de oyun alanı olduğu için, iş bir köşe kapmacaya dönüyor zamanla. Her yeni şifre yeni bir şifre kırma programını, her yeni filtre yeni bir ‘filtrenin çevresinden dolanma’ oyununu, her yeni sansür mekanizması yeni bir gizlenme tekniğini getiriyor.
Onlar o tarafta köşe kapmaca oynayadursun, aynı sorun daha derin bir etik açmazı da su yüzüne çıkarıyor: Bir ürün (diyelim bir film) satın aldım. Bu filmi (seyrettikten sonra) internet üzerinden başkalarına (aslında sonsuz sayıda kişiye) satmaya çalışırsam nasıl bir suç işlemiş olurum? Kapitalist bakış açısından ‘entelektüel mülkiyeti’ ihlal etmiş olacağım için suçluyum ancak özgürlükçü bir etik anlayış ise üretimine katkıda bulunmadığım bir ürün üzerinden kazanç sağladığım için suçlu olacağımı söyler. Dolayısıyla burada bir sorun yok, iki açıdan da suçluyum.
Ancak bu ürünü para karşılığı olmadan, günümüzde torrent sitelerinin yaptığı gibi paylaşıma açarsam ne olur? Kapitalist açıdan gene suçluyum ama özgürlükçü etik, suçlu olmadığımı söyleyecektir. İşte ABD’nin ve AB ülkelerinin çılgınlar gibi yasalar üreterek engellemeye çalıştıkları, tam da bu: Ürünlerin kapitalist değişim ve dolaşım ağına girmeden paylaşılabilir olması, onları çileden çıkarıyor. Bu yüzden ‘demokratçılık’ oynadıkları dönemde kabul edilebilir olmayan her türlü sansür ve yasakçılık, ev basıp bilgisayarlara el koymalar, IP adresleri üzerinden açıkça kişilerin özel alanlarına (çünkü benim bilgisayarımdaki bilgiler benim özel alanımdır) casus gibi dalıp ‘çalıntı ürün’ aramalar meşrulaşıyor.
İşte sözünü ettiğim banal yeni çağ muhafazakârlığı tam da bu yeni oluşturulmaya çalışılan otoriter yapının kamuflajından, meşrulaştırılma çabasından başka bir şey değil. İnternet üzerinden iki-üç porno film indirilmesi, birilerinin birilerine (iki gün sonra unutulacak) küfürler etmesi ya da iftiralar atması kimsenin umurunda değil aslında. Dehşet içinde engellenmeye çalışılan şey, insanların bilginin, kültürün ve sanatın özgür (paradan ve kapitalizmden özgür) paylaşım alanını bulmuş olmaları ve bundan vazgeçmeye de niyetlerinin olmaması.
Başkasının emeğinin üzerinden para kazanmak korsanlıktır, amenna. Bunun engellenmesi için her şeyi yapalım: Mesela internet üzerinden kredi kartı numarası isteyen bütün siteleri sıkı denetime alalım (Ah! İşinize gelmedi değil mi? Serbest ticarete ve serbest piyasa ekonomisine darbe vurur bu!) Ama benim internet üzerinden yoldaşlarımla parayı boşvererek özgürce paylaşmama kimse karışmasın lütfen. “Hadi canım sen de” diyeceksiniz, “senin milyonlarca yoldaşın mı var?” Evet var. Sizin yok mu? Ne yazık!

Radikal

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR