‘Bağzılarının’ yeni anayasa heyecanı! – Murat Sevinç

Murat Sevinç’in yazısı diken.com.tr sitesinden alındı

2011 seçimleri ardından kurulan partiler arası uzlaşma komisyonu bir süre çalıştı, üyeler 60 civarında madde üzerinde anlaştı ve sonunda dağıldı. Oradan yeni bir anayasa çıkmayacağı ve komisyonun dağılacağı ilk günden belliydi.

Fakat Türkiye öyle bir ülke ki, ‘Bu oluşumdan eli yüzü düzgün metin çıkma olasılığı yok’ deyip ‘gerekçelerinizi’ sunduğunuzda, karşınızdaki kimi çokbilmişlerin ilk tepkisi ‘Ne yani yeni anayasa yapılmasın mı?’ sorusunu yöneltmek oluveriyordu. Nasıl sıkıcı bir soru bu anlatamam. Siyasi görüş farklılıkları bir yana, şaka maka ciddi zekâ sorunuyla karşı karşıya olduğunu düşündürtüyor insana. Tabii o yıllar henüz ‘Hayat bayram olsaaa, uzansak sonsuzaaaa’ yıllarıydı ve AKP’yi eleştirmek ‘haram’ olmasa da ‘mekruh’ kabul ediliyordu, büyük fotoğrafa hakim olan kimi aydınlarımızca!

Oysa sığ bir bilgi ve basit gözlemdi, söz konusu olan: Yeni bir anayasa yapılacaksa yapılsın, hatta isterlerse üç beş de yedek anayasa yapsınlar! Sorun şu ki demokratik anayasalar bu şekilde yapılmıyor. Ya da, benzer zihniyetle hazırlanan metinler sorunları çözmediği gibi uzun ömürlü de olmuyor. Fransız V. Cumhuriyet Anayasası hazırlık süreci gibi örnekler çok istisna ve özel koşulların ürünü. Yeryüzünde ilk anayasa yapan memleket Türkiye olmadığı için, sayısız karşılaştırma yapma olanağımız var.

Erdoğan başbakanken, 2011 seçimleri propaganda sürecinde ‘tek başına anayasa yapacak’ çoğunluk istedi seçmenden. Uzlaşma ve demokratik anayasa isteyen biri, propagandasını ‘Bana gerekli çoğunluğu verin’ söylemi üzerine kurar mı? Kurmaz. Nitekim Türkiye seçim sonrasında o komisyonla bir iki yıl oyalandı. Bizatihi ‘oyalama’ için kurulduğu çok belliydi.

Aman Allah ne tartışmalar yapıldı söz konusu süreçte! Kısa anayasa, bize yakışan anayasa, herkesin memnun olacağı anayasa, çağa uygun anayasa, cilalı anayasa, kaymaklı anayasa…

Türkiye’de uzun süredir bıkkınlık veren ‘yeni anayasa’ söyleminin ne menem bir şey olduğunu anlatan en güzel örneklerden biri, zamanında Radikal’in ön sayfasında yayınlanan bir haberdi bence. Radikal, o sıralarda ‘devrim’ gerçekleştirip gazetenin boyutunu küçültmüştü. Malum, sonrasında bir devrim daha yapıp gazeteyi kapattılar! İşte o küçük boy gazetenin ön sayfasında (yanılmıyorsam bir Pazar günü) şöyle bir manşet çıktı: ‘Anayasa’nın ilk maddesi yazıldı.’ Büyük coşkuyla verilen bu haberin altında yer alan ilk madde, ‘insan onur ve haysiyetinin dokunulmazlığı’na vurgu yapıyordu. Tekrar: İnsan onur ve haysiyeti!

Nasıl heyecanlandıysam kendimi yarı çıplak sokağa attım. Yapmadım tabii böyle bir şey, toplumun yarı çıplak bir anayasacıya hazır olduğunu zannetmiyorum! Bunun yerine, YÖK başkanını, dekanını ve şimdi de rektörünü seçemeyen bir akademisyene yaraşır vakarla, eş anlamlı iki sözcük olan ‘onur’ ve ‘haysiyet’ sözcüklerinin neden aynı cümlede arka arkaya geçmiş olabileceğini düşündüm. Ertesi sabah derste öğrencilere sordum. Muhterem gençlik sabah mahmurluğu içinde boş gözlerle baktı yüzüme.

Ardından tahminimi söyledim: Eşit üyeyle temsil edilen (eşit üye ve oy birliği kuralı ancak hiçbir sonuç alınamasın diye kabul edilir!) iki sağ parti (AKP ve MHP) ‘haysiyet’, diğer iki parti (CHP ve HDP) ‘onur’ sözcüğünü önermiştir. Çünkü Türk milliyetçisi ve muhafazakârı yeni Türkçe’den nefret eder. Bu kulaklar, yıllar önce TGRT Haber’de PKK için ‘kanun harici teşkilat’ (yasa dışı örgüt) denildiğine tanık oldu! Her neyse. Komisyonda Türkçe’ye karar verilemeyince tartışma uzamıştır, sözlükler getirilmiştir, kavga çıkmıştır ve ‘Madem öyle, ikisi de olsun’ denilmiştir. Nitekim sonrasında komisyonda böyle bir tartışma yaşandığını öğrendim!

Hâlihazırda Türkiye’ye hâkim siyasal zihniyetin anayasa yapımına bakışını, ciddiyetini, birikimini, niteliğini gösteren nefis bir örnekti bu.

Ve şimdi OHAL koşullarında, kökleri hayli ‘eskide’ olan ‘yeni’ bir ortaklıkla anayasa metni hazırlanıyor. Üçüncü Milliyetçi Cephe anayasası. Kuşkusuz bu tavır, 2011 sonrasından çok daha ‘dürüst.’ Oyalama yok. Yalan dolan yok. ‘Miş gibi yapmak’ yok. Ne istenildiği belli. Kimin istediği de.

Ayrıca AKP’ye haksızlık etmeyelim, başkanlık sistemi 1960’lardan bugüne Türkiye sağı ve İslamcısının büyük hayali. TBMM’de ilk gündeme getiren Necmettin Erbakan. Özal hayalini kurmuş, Demirel anayasa değişikliğini zorlamıştı. Hiçbirinin de anlamlı bir gerekçesi yoktu. Türkiye’de çok partili yaşamda her zaman sağın kazandığını biliyor ve daha denetimsiz bir yönetim istiyorlardı, hepsi bu. Şu anda eski merkez sağcıların başkanlık karşıtı açıklamalarının nedeni, Erdoğan gibi birini hayal dahi etmedikleri için, emin olabilirsiniz! Kendileri kazanacaklarını bilseler, üçkağıtçıların hepsi başkanlığı destekler.

Türkiye’nin yüz yıllık sorunu, anayasa metinleriyle doğrudan ilgisi olmayan siyasal sorunları, çatışmaları, zavallı anayasalara havale etmek oldu. Bugün olduğu gibi. Oysa memleketin güncel sıkıntılarının kaynağı yeni bir anayasa yapılmıyor oluşu değil, o çok sorunlu anayasa/yasa hükümlerinin dahi askıya alınmış olması. Yaşadığımız sıkıntıların anayasa metniyle ilgisi yok.

Şu anda anayasa tartışılmıyor. Hiçbir ‘gerçek’ siyasal sorunumuz hakkıyla gündeme getirilemiyor. TBMM’deki üçüncü partinin genel başkanları, kimi vekilleri tutuklu. Yazarlar, gazeteciler tutuklu. TBMM’deki ikinci partinin kapatılması gerektiğini düşünen aklı evveller var. İnsanlar şuncacığı dile getirmeye çekinir halde. TV’lere tek bir muhalif çıkarılamıyor. Telefonla dahi bağlanamıyorlar.

İki parti, yarattıkları ‘cephe’den aldıkları güç ve ilhamla yeni bir ‘siyasal düzen’ dayatıyor. Siyasal sistem ya da hükümet biçimi değil ‘siyasal düzen’, diyorum. Her şey çok açık. Kimse numara yapmıyor. İçeriği bir yana, bu ‘koşullarda’ hazırlanan ve diyelim ki kabul edilen bir anayasa, 1982 anayasasını mumla aratacaktır.

Yıllar önce, AKP’nin anayasa taslağını (parlamenter sistemi savunan!) hazırlayan akademisyen grubundan önemli bir isme, ‘Yazdığınız metinden memnun musunuz hakikaten?’ eleştirisini yönelttiğimde, bana Bektaşi fıkrası anlatmıştı: Bektaşi’nin önüne üç kadeh şarap koyup ‘En kötüsü hangisi?’ bak bakalım demişler. İlk kadehten sonra, ‘Bu’ demiş. Diğerlerini denemedin ki denildiğinde ise ‘Bundan daha kötüsü olmaz’ yanıtını vermiş!’ Fıkrayı anlatan isme, ‘katılmadığımı’ söylemiştim. Aynı kanıdayım. Daha kötüsü olur. Her zaman olur.

Beyler bayanlar, Tanzimat Fermanı’ndan bugüne hayli zaman geçti. 2016’dayız. Milliyetçi Cephe anayasa yazıyor. Türkiye kararnamelerle yönetiliyor. Tarihte örnekleri var bu durumun. Hiç iyi ve özenilecek bir şey değil…

Murat Sevinç – diken.com.trMurat Sevinç

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR