Hafta SonuHaftasonuKültür-SanatManşet

[Babil’den Sonra] Endülüs’te bir troubador

0

“Şiir kitaba girince ölür”

Federico Garcia Lorca, Doğu ve Batı edebiyatının bütün formlarını (şarkılar, türküler, ağıtlar, od’lar, balad’lar, romencero’lar, gazeller, kasideler, ilahiler) kullandığı şiirlerini, tıpkı Fransa ve İtalya’da orta çağda ortaya çıkan gezgin lirik ozanlar (troubadorlar) gibi sokak sokak- kapı kapı dolaşarak önce kendisi okudu. Ona göre “şiir kitaba girince ölür”dü.  Çoğu şiiri yayımlanmadan çok daha önce kulaktan kulağa yayılırdı. Daha sonra şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlandı. İlk şiir kitabı “Simgesel Düşler” i 1917’de yayımladı.

Lorca ‘çağdaş bir troubador’ du

5 Haziran 1898’de İspanya’nın güneyinde tipik bir Akdeniz kenti olan Granada’ya on dakika uzaklıkta yer alan; ay ışığında sokaklarında ateş yakılan, flamenko gitarları ve şarkılarıyla şenlenen bir çingene mahallesi olan Fuente Vaqueros’ta; Siera Nevada dağlarını ve görkemli Elhamra Sarayını gören bir evde, sanatçı bir ailede dünyaya geldi.

Çingene şarkıları onun müziğe olan ilgisini de tetikledi. Orta çağın gezgin ozanları şair oldukları gibi aynı zamanda müzisyendiler. Lorca da sanat yolculuğuna önce bir müzisyen olarak başladı. Yetenekleri elverdiğinde halk şarkıları derledi, yeni şarkılar besteledi. Piyano çaldı ve şarkılar söyledi.

1917’de ilk kitabı ‘Simgesel Düşler’ i çıkardı. Aynı yıllarda Endülüs topraklarını gezdi. Baeza, Medina del Campo, Salamanca, Zamora, Galicia, Leon, Burgos ve Segovia’ nın içe işleyen büyülü atmosferi bir daha silinmemek üzerine belleğinde yer etti. İzlenimlerini ‘İzlenimler ve Görünümler’ kitabında anlattı.

Benim Lorca’m

Lorca’ yı ile ilk kez 1970’ lerin sonunda, Varlık Yayınları’ nda Sait Maden çevirisiyle yayımlanan ‘Bütün Şiirleri’ seçkisinde tanımıştım. Şiirlerinde başlangıçta kendime yakın bulduğum tutkulu doğa tasvirleri onu sevmeme yetmişti. Onun çocukluğu gibi benim de çocukluğum da kırlarda, ağustos böcekleri, karıncalar, sümüklü böcekler, kurbağalar, serviler, yıldızlar, yağmur tanecikleri ile alt alta, üst üste geçen bir ‘çayır-çimen çocukluğu’ydu. Sonraları hayatı ve bütün şiirleriyle- şarkılarıyla baş tacım oldu Lorca.

Lorca’nın Granada’sı

Granada’ya İspanyollar ‘Gırnata’ derlermiş. Gırnata ‘nar’ anlamına gelirmiş. Granada tıpkı bir nar gibi, dışı bir, ama içinde birçok kültürü barındıran bir Endülüs kenti: Bir yanıyla Kuzey Afrikalı, diğer yanıyla Avrupalı; bir yanıyla İspanyol ve diğer yanıyla çingene; sokaklarında flamenko ezgilerine de rastlamak mümkün, Endülüs’ün İslami izlerine de. Bu kültürel zenginliğin içine doğdu ve uzun yıllar burada yaşadı Federico Garcia Lorca.

Çocukluğu İspanya’ da, siyasi gel-gitlerin hiç bitmediği, çalkantılı günlerde geçti: İspanya hükümeti 1909’da Fas’a savaş açmıştı ve “Fas halkı, İspanyol halkının düşmanı değildir” diyen işçiler, bir genel grevle bu savaşa karşı çıkmaktaydılar. Grev İspanya’nın birçok bölgesine yayılmış ve kanla bastırılmıştı. Bu dönem, ülke tarihine Kanlı Hafta olarak geçti. İşçi hareketi bu kanlı baskının ardından 1917’ye kadar gücünü toparlayamadı.

1.Dünya Savaşı yılları, yeni ticaret alanlarının açılmasıyla İspanya’nın ekonomik durumunun güçlenmesine yol açtı. Sanayi canlandı, işçilerin gelirlerinde artış oldu. Savaşın sona ermesiyle birlikte refah günleri de sona erdi ve toplumsal çalkantılar yeniden başladı.

Lorca, İspanya işçi sınıfının yeniden tarihin sahnesine çıktığı yıllarda, 1917’de, genç bir taşralı şair olarak önce Granada’ya gitti. 1919’da Granada’ dan ayrılarak felsefe ve hukuk okumak üzere Madrid’e yerleşti. Burada özgürlükçü, yeni düşüncelere açık Luis Bunuel, Rafael Alberti, Pedro Salinas, Gerardo Diego, Jose Morino, Juan Ramon Jimenez gibi İspanyol aydınlarıyla tanıştı.

 

Salvador Dali ile Madrid’ de, 1919

Tek ve büyük aşkı Salvador Dali’yle de orada tanıştı. Müzisyen ve ozan yeteneğiyle çevresinde uyandırdığı hayranlığa tanık oldu. Şiirlerini o kadar güzel okurmuş ki… Hemen birçok havariler edinmiş ve havarileri de kırlık yerlerden ve eski cancionero’lardan (türkü derlemelerinden) öğrendiği halk türkülerini hem piyanoda çalar hem söylerken çevresini alıp ona eşlik ederlermiş.

Birçok kültürün kaynaştığı, resim, şiir ve tiyatroda öncü isimlerin toplandığı Madrid’ te tiyatroya yoğunlaştı. Tiyatroda 1925’te yazdığı Manana Pineda ile dikkatleri üzerine çekti. Oyunda 19. yüzyılda Endülüs’te yaşayan özgürlük kahramanı bir kadının öyküsünü anlatıyordu.

Bir taraftan da müzik eğitimi aldı. Bu, Lorca’ yı edebiyata daha fazla yakınlaştırdı. Besteci Manuel de Falla ile birlikte çingene müziği üzerine araştırmalar yaptı ve şiirle müziğin iç içe geçmesini sağladı. İspanya’ da sözlü anlatıma dayalı halk şiiri geleneğini takip etti; yazdığı balad formundaki şiirlerinde halk kahramanlarını anlattı.

Şiirlerindeyse çok sevdiği Granada’yı, o toprakların insanlarını, müziğini, Granada ovasının uçsuz bucaksız portakal bahçelerini, mehtabı, kır hayatını- doğayı kaleme aldı. Eserlerinde aşk ve tutku kadar, acı- ayrılık- ölüm teması da hiç eksik olmadı. Lorca, ölümün şairi olarak da anılır ve yaşamı boyunca şiirlerinde, tiyatro yapıtlarında ölümün provasını yapmıştır bir bakıma. Zaman içerisinde yoksulların egemenlere karşı savaşı, faşizme karşı mücadele temaları da şiirinin ana eksenine oturdu. Dini ağırlıklı geleneklerin tutuculuğu, baskı ve şiddet de Lorca’nın şiir ve tiyatro oyunlarında işlediği temel konular oldu.

Endülüs’ün çingene şairi

Lorca, bir yandan da halk şarkılarını toplamaya devam etti. 1928’de yayınlanan Romancero Gitano (Çingene Romansları) isimli şiir kitabı, Endülüs’ün Çingene Şairi olarak tanınmasına yol açtı.

Kuklacı Lorca

Federico aynı zamanda usta bir kukla oynatıcısıydı. Zaman zaman Madrid’de yaşadığı evde çocuklara ve yetişkinlere kukla ve müzik gösterileri düzenlerdi. Kuklaları kendisi oynatır, kız kardeşi Concha da ona yardım ederdi. Dekorlarla kostümleri de kendisi hazırlardı. Çoğu zaman piyano, klavsen, klarnet ve lavtadan oluşan küçük bir oda orkestrası da oyuna dâhil olurdu. 

Lorca tiyatrosu

Şiirin ve müziğin yanı sıra tiyatro ile de ilgilenmeye devam etti. Tiyatroyu yenilemek isteyen Lorca, bunu yaparken çok sayıda örnekten yararlandı. Yazdığı oyunların müziklerini de kendisi yapardı. Halk şarkılarıyla bütünleştirdiği ‘Ayakkabıcının Garip Karısı’ oyunundan sonra komik, masalsı bir oda tiyatrosu yazdı.

Madrid’ te Eduardo Marguina ile tanıştı. Eslava Tiyatrosu’nun yönetmeni, yazar Gregorio Martinez Siera’nın çok beğendiği bir şiiri oyunlaştırıldı ve ‘Pervanenin Nazarı Değdi’ isimli oyun Lorca’nın ilk oyunu olarak sahneye kondu. Oyun pek ilgi görmedi ama devamı geldi ve bayrak üzerine özgürlükçü sözler söylediği için ölüme mahkûm edilen bir kız için yakılmış türküye bir oyun hazırladı. Çocukken söyledikleri bir türküydü bu ve şiirde olduğu gibi tiyatroda da kalıpları parçalayan bir tarzı vardı.

Ezilenlerin safında yer aldı Lorca. “Tiyatronun gücü, onun toplumsal sorunlara bakış açısıyla ölçülebilir yalnızca” diyordu. Ona göre tiyatro, toplumsal eşitsizliğe karşı direnen halkın eğitimi için bir araçtı. Toplumsal sorunları açık açık tiyatro ile anlatmaya çalıştı. Lorca için tiyatro, hayatın bir aynasıydı. Onu yanından hiç ayırmak istemeyen Lorca, aynasıyla yaşama ışık tutmaya çalıştı.

‘Dona Rosita Bekâr Kalıyor ya da Çiçeklerin Dili’ isimli oyunlarında hayatın önünde engel, baskı aracı olan gelenekleri eleştirdi. La Zapatero Prodigiosa (Kunduracı Güzeli), El Sacrificio de İfigenia (İfigenia’ nın Kurban Edilişi) gibi onlarca oyuna imza attı.

Gezici tiyatro

İspanya’da 1931’ de 2. Cumhuriyetin ilanından sonra Lorca, Eduardo Ugarto ile birlikte gezgin bir tiyatro kurmaya çalıştı. La Barraca adını verdiği gezici tiyatroyu kurdu da. Dönem, İspanya’da gerçeküstücülük akımının başladığı bir dönemdi ve bu gezici tiyatro bütün İspanya’yı dolaşarak seçkin, klasik oyunlar sahneledi. Kent kent, köy köy dolaştı ve halkı tiyatroyla tanıştırdı.

Bir kasabada ‘Yaşam Düştür’ isimli oyun sergilenirken, kralcıların saldırısı üzerine oyun yarıda kaldı. Baskılara, saldırılara rağmen Lorca “hep yoksullardan yana oldum, hep öyle olacağım” demişti; öyle de yaptı.

1932’te yazdığı Kanlı Düğün isimli oyunuyla adından epeyce söz ettirdi. ‘Kanlı Düğün’, ‘Yerma’ ve ‘Sodom’un Yerle Bir Edilişi’ üçlemesinden oluşan dram, ülkenin pek çok yerinde oynandı. Hastalığı ve ölüm temalarını işleyen Lorca, ölüm-yaşam, verimlilik-kısırlık gibi tezatlıkları bu eserlerinde başarıyla yansıtmıştı. Bu dram üçlemesiyle, İspanyol tiyatrosunda önemli bir yere sahip oldu.

Sinema’da Lorca

Kanlı Düğün, daha sonraki yıllarda İspanyol yönetmen Carlos Saura tarafından sinemaya uyarlandı. Bodas de Sangre, Carlos Saura’nın “Flamenco Üçlemesi”nin ilk filmidir. Üçlemenin diğer iki filmi ise Carmen (1983) ve El Amor Brujo’dur. (1986) Aynı şekilde filmin uyarlandığı oyun da Lorca ‘nın “Köy Trajedileri Üçlemesi”nin ilk oyunuydu. (Diğer ikisi Yerma ve Bernarda Alba’nın Evi’dir… Antonio Gades, Christina Hoyos ve Juan Antonio Jimenes’in dansları ve flamenko şarkılarıyla bezeli filmde, Carlos Saura belgeselden Lorca’nın oyununa kesintisiz bir ustalıkla geçiş yapar, artık seyirciler de oyuncular gibi hiç farkına varmadan kendilerini Lorca’nın oyununun içinde bulurlar ve adeta olayları yaşamaya başlarlar.)

Derler ki, “Lorca’yı daha iyi anlamak için Granada’ya gidiniz!” Benim henüz böyle bir şansım olmadı, ama Saura’nın üçlemesini defalarca izledim. Hala izlemeyen dostlara da izlemelerini önerebilirim.

Oyun Antonio Gades & Carlos Saura prodüksiyonuyla Antonia Gades Company tarafından birçok kez sahneye de taşındı.

Dona Rosita’nın Dokunaklı Öyküsü, Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu, 2012

Federico Garcia Lorca’ nın “Dona Rosita Bekâr Kalıyor” oyunu, 2012’de, İstanbul’da, Ahşap Çerçeve Kukla Tiyatrosu’nun yorumuyla sahnelenmişti. Sevgili arkadaşım Emre Tandoğan’ın yönettiği oyunda, kuklalara Emre Tandoğan ve Elif Arman can vermişlerdi. Kukla tasarımlarını Arzu Güven ve Güzin Cengiz’in gerçekleştirdiği oyunun ışık tasarımı Enrico Zeber’ e aitti.

Walt Whitman’ın izinde Harlem’de

Lorca, 1929’da içinde bulunduğu sıkıntılardan, acılardan kurtulmak, bambaşka bir evren bulmak umuduyla Amerika’ya gitti. Columbia Üniversitesi’ne girdi ama bir türlü İngilizce öğrenemedi; üniversiteyi bir yana bırakıp kentin müzelerini gezmeyi, tiyatrolarını dolaşmayı yeğledi. Göçmen mahallelerini ve özellikle Harlem’i gezdi, insan duyarlığı, insan sıcaklığı ile yoğrulduğunu söylediği caz müziğine burada vuruldu.

1929, Amerika’da ve bütün dünyada büyük bir ekonomik bunalımın yaşandığı yıldır. Siyahlar, işçiler, işsizler, üniversite öğrencileri, pis sokaklar, insan yığınları, cinayetler, kabalık ve vahşet…

Bütün bu gördükleri Lorca’yı derinden etkiledi. Durmadan şiir yazdı bu arada. Bir Walt Whitman biçemiyle, New York âlemini anlatan şiirlerdi bunlar. Lorca’ nın bu şiirlerini okurken söyleyişin, imgelerin, sözcüklerin değişmesi bir yana, daha kitabın sayfalarını karıştırırken bu döneme ait olan şiirlerin, sayfalara sığmayan uzun dizelerle değişik bir yapıda oldukları dikkati çeker. Daha, biçimsel görünüşlerinde bile Walt Whitman’ın etkisi görülür. Biçem de değişmiştir. O İspanyol halk türkülerini andıran ezgili, yumuşak, doğa motifleriyle süslü söyleyişin yerini, bağıran çağıran, meydan okuyan, kızgın, öfkeli, hatta yerine göre küfreden bir söyleyiş almıştır.

Gerçekte büyük düşler kurarak gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde ozan, tekniğin, makinanın ezdiği insanoğlunu, öldürdüğü doğayı, uygarlık yerine sokaklarda kol gezen pisliği, kabalığı, acımasızlığı görmüştür. Bir yanda, doğal olarak ozanın düşleri, özgürlük tutkusu, insan sevgisi, ilk gençlik tutkuları olan ekinler, çocuklar, filler, bulutlar, eğrelti otları, lâleler, kuşlar, asmalar; öte yanda çekiç sesleri, köprü altlarında yaşayan çocuklar, özgürlüğün tadını çıkaramayan siyahlar, cinayetler, kadınıyla erkeğiyle yozlaşmış bir sokak görünümü keskin çelişkilerle verilir bu şiirlerde: “Artık ne ekmeği bölüştüren var ne şarabı çünkü/ ne ölümün ağzında ot yetiştiren/ Çirkefin New York’u demir telin, ölümün New York’u. / Yanağında saklanan hangi melektir? / Söyleyecek hangi yetkin ses buğdayın doğrularını? / Kirlenmiş lâlelerin korkunç düşü kim?”

Aşağıdaki şu birkaç dizede bile ozanın kendi dünyasıyla özdeşleştirdiği Walt Whitman’ın dünyası ile bir yılını geçirdiği New York gerçeği arasındaki çelişkiler açıkça görülür: “ve Amerika boğuyor kendini makinalar ve gözyaşlarıyla/ Dilerim en derin gecenin zorlu rüzgârı/ koparsın altında uyuduğun kemerden harfleri, çiçekleri/ ve zenci bir çocuk bildirsin altın beyazlara/ başak krallığın yaklaştığını”

Bu yıllarda yazdığı ‘Küçük Viyana Valsi’ şiiri Patti Smith, Leonard Cohen gibi birçok Amerikalı şarkıcı ozan tarafından yorumlandı.

Siyasi eylemci Lorca

1934 yılında Rivera, Falange Espanyola’ yı kurdu ve Falanjistler “Büyük, bölünmez ve hür İspanya!” sloganıyla yola çıktılar. Falange Espanyola ve milli sendikacı hücum cuntaları ile birleşerek milliyetçi bir ayaklanma başlattılar.

Ayaklanmaya karşı 1935 yılında Unidad Popular (Halk Cephesi) kuruldu. 1936 yılında halk cephesi seçimleri büyük bir farkla kazandı. Halk Cephesi lideri Azanya, cumhurbaşkanlığına seçildi. Ancak orduya, Rivera’nın falanjına, General Morla’nın Carlosçular’ına ve kralcılara dayanan muhalefet bir araya geldi. Durulmayan siyasi hava, tekrar ağırlaştı. Lorca ve bazı İspanyol yazarları bir bildiri kaleme aldılar. Bildiride faşizmi teşhir ettiler.

Lorca, “Herkesin kardeşiyim ben, soyut bir milliyetçilik fikri uğruna kendini harcayan adamı sevmem” dedi, bir gazeteciye verdiği söyleşide.

Bu siyasi çalkantılar içinde, İspanya ile ilgili bir de film tasarladı. Siyasi bir trajediydi söz konusu film. Siyasi tutuklular için ‘Budala Kız’ı sergiledi; onların yararına bir gala düzenledi. Halk Ansiklopedisi Topluluğu‘nun çağrısıyla işçilerin doldurduğu bir salonda düzenlenen toplantıda Lorca, şiirlerinden parçalar okudu.

Daha sonra da siyasi tutukluları desteklemek için pek çok konferansa katıldı. Lorca’nın oyunlarının da sahnelendiği salonlar işçilerin yoğun katılımına sahne oldu.

Lorca’nın kararsızlığı

Bu arada Falanjistler katliamlara başlamış ve siyasi durum alabildiğine kötüleşmişti. Falanjistlerin kitle katliamlarına karşılık misillemeler, genel grevler başladı. Sağcı muhalefetin başı Calvo Sotelo vuruldu. Lorca bu kaos ortamında kararsızlığa düştü. Faşizmin kanlı yüzünü ülkenin her yerinde gösterdiği bir süreçte büyük aşkı Dali’ye geride “Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi/ Birçok kere yitirdim denizde kendimi. / Gidiyorum aramaya; suyu bilmeden, /Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri” dizelerini bıraktı ve Madrid’den Granada’ya, babasının çiftliğine döndü.

Franco Faşizmi geliyor!

Calvo Sotelo’ nun öldürülmesi üzerine, Fas’taki Kanarya Adaları’nda bulunan 35 bin kişilik İspanyol garnizonu ayaklandı. Ayaklanmayı başlatan general uçak kazasında ölünce, garnizonun başına Kanarya Adaları valisi Franco geçti. İsyanı Katolik ve milliyetçi kuruluşlar da desteklediler ve Franco’ ya katıldılar. Franco birlikleri ülkenin güneyini ele geçirdi. Falanjistler askeri kıyım örgütlerinin yanı sıra “tehlikeli” gördüklerini öldürmek için Kara Müfrezeler’ i kurdular. Kara müfrezeler, daha ilk günlerde yüzlerce insanı katlettiler. Bütün İspanya’da kitle halinde kurşuna dizmeler, toplu yargılamalar alabildiğine arttı.

İspanyol Sivil Muhafız Baladı

Lorca, İspanyol Sivil Muhafız Baladı şiirinde bu ‘Kara Müfrezeleri’ anlatır: “Karadır atları, kapkara/ nalları da kapkara demir. / pelerinlerinde parıldar/ mürekkep ve mum lekeleri/ ağlamak nerede onlar nerede/ hepsinin de kurşundan beyni/ yoldan ağrı çıkageldiler/ gönülleri cilalı deri. / o çılgınlar, o gececiler/ boğarlar geçtikleri yeri/ zamk karası bir sessizliğe/ ve bir dehşete kum incesi…”

Kimse şairleri vurmaz!

Yurt sever ozanların, yazarların, müzisyenlerin elde silah Franco faşizmine karşı savaştığı bir süreçte, her şeyden elini eteğini çekip köyüne dönmesine rağmen yazdığı bu şiir, geçmişteki muhalif tavrı ve eşcinsel tercihleri Lorca’nın ölüm fermanının çıkarılması için yeterli gerekçeydi. Lorca, faşizmin kendinden olmayan herkese düşman olduğu gerçeğini gözden kaçırmıştı ne yazık ki!

Bir gece evine silahlı iki adam geldi ve ondan bir yere ayrılmamasını istedi. Ardından bir tehdit mektubu aldı. Ancak Granada’dan ayrılmak istemedi ve bir arkadaşının evine yerleşti.

Lorca bu şiiri öldürülen arkadaşı Ignazio Sanchez Meila için yazmıştı:

“Saat beşte akşamleyin/ Tam saat beşte akşamleyin / Ak çarşaflar getirdi çocuk/ Saat beşte akşamleyin / Hazırdı bir sepet kireç/ Saat beşte akşamleyin/ Kalanı ölüm. Yalnız ölüm./ Saat beşte akşamleyin/ Rüzgâr savurdu pamukları/ Saat beşte akşamleyin/ Kristal, nikel serpti oksit./ Saat beşte akşamleyin/ Kumru parsla savaşır şimdi/ Saat beşte akşamleyin/ Bir kalça, bir ıssız boynuz/ Saat beşte akşamleyin/ Sesler başladı, uğultular/ Saat beşte akşamleyin/ Duman, arsenik çanları/ Saat beşte akşamleyin/ Sessiz insanlar köşelerde/ Saat beşte akşamleyin/ Yalnız boğanın yüreği şendi/ Saat beşte akşamleyin/ Geliyor kar teri işte/ Saat beşte akşamleyin/ Tentürdiyot kokusu alanda/ Saat beşte akşamleyin/ Ölüm yaraya yumurtasını koydu/ Saat beşte akşamleyin/ Akşamleyin saat beşte/ Tam saat beşte akşamleyin/ Tekerlekli bir tabut yatağı/ Saat beşte akşamleyin/ Kemikler, flütler kulağında/ Saat beşte akşamleyin/ Boğa böğürdü alnına doğru/ Saat beşte akşamleyin/ Can çekişmeyle ışılar oda/ Saat beşte akşamleyin/ Kangren yaklaştı uzaktan/ Saat beşte akşamleyin/ Zambak bir boru yeşil kasığında/ Saat beşte akşamleyin/ Güneş gibi yanar yaraları/ Saat beşte akşamleyin/ Pencereleri kırıyor kalabalık/ Saat beşte akşamleyin/ Ah! Ne korkunç saat beşi akşamın! / Saat beşti bütün saatlerde!/ Akşamın gölgelerinde saat beşti!”

Kaderin cilvesi tıpkı arkadaşı Sanchez gibi o da bir akşamüstü saat beşte gözaltına alınıp ölüm yolculuğuna çıkarılmış  ve o günün sabahında, Granada’nın sosyalist belediye başkanı ve 29 kişi ile birlikte kurşuna dizilmişti.

Lorca’yı kurtarmak için uğraşanlar oldu ancak başaramadılar. Lorca, arkadaşları Dioscoro Galindo Gonzales, Francisco Galadi ve Joaquin Arcollas Cabezas ile birlikte Sierra yakınındaki Viznar’a getirildi. Viznar tutuklu barakalarıyla doluydu.

Lorca bir seferinde “Kimse şairleri vurmaz, ben de bir şairim” demişti. İspanya’da hiç kimse, ne aydınlar, ne de yazarlar Lorca’ nın katledileceğine inanmakta; bir gün Endülüs’ ün tozlu bir köy yolunda o güzelim şair beyninin birkaç kurşunla dağıtılmasını beklemekteydi.

Lorca ve beraberindekiler Fuente Grande yolu üzerindeki Alfacar’a yöneltildi. Hükümlüler araçtan indirildi. Son derece ince ruhlu ve naif bir şair olan Lorca, İspanya İç Savaşı’nın sürdüğü günlerde, 19 Ağustos 1936 sabahı Viznar- Alfacar yolu üzerinde arkadaşları ile birlikte kurşuna dizildiğinde, henüz 38 yaşındaydı.

Süvarinin Türküsü şiiri bir anlamda onun sıkıntılarla geçen, aslında kendisine yaptığı ve yarım kalan yolculuğunun hazin sonunu da anlatmaktadır: Kurtuba/ uzakta tek başına/ ay kocaman at kara/ torbamda zeytin kara/ bilirim de yolları/ varamam Kurtuba’ ya/ ovadan geçtim yel geçtim/ ay kırmızı at kara/ ölüm gözler yolumu/ Kurtuba surlarında/ yola baktım ama yol uzun/ canım atım yaman atım/ etme eyleme ölüm/ varmadan Kurtuba’ ya/ Kurtuba/ uzakta tek başına”

Lorca, güzel kokular saçan bir yasemin demetiydi

Arjantin’de Pablo Neruda ile de yolları kesişmişti. Neruda, Şili Konsolosluğu görevi için Arjantin’deydi. Lorca da Kanlı Düğün’ü sergilemek için Buenos Aires’e gelmişti. Aralarında oluşan dostluğu Lorca’nın ölümünden sonra şöyle ifade eder Neruda: “Ne mükemmel bir şair! Ondaki kadar yürekliliğe ve dehaya, heyecanlı bir kalp ve duru bir sese bir daha hiç rastlamadım. Federico García Lorca, eli açık bir sihirbazdı, bir neşe kaynağı idi. İçinde taşıdığı yaşama sevinci ile bir yıldız gibi parladı. Saf ve komik, başarılı müzisyen, mükemmel bir pandomimci, çekingen ve batıl inançlı, pırıl pırıl ve iyi yürekli. Lorca’da İspanya’nın bir çağını yaşamak mümkündü. Halkçı gelişme çağını. Gelip geçmiş o İspanya’yı aydınlatan biri. Güzel kokular saçan bir yasemin demeti.” Lorca’nın ölümünün ardından O’na “Federico Garcia Lorca’ya Ağıt” şiiriyle seslenir Neruda.

Neruda gibi birçok şair onun ardından şiirler yazdı. Türkçe’de  Turgut Uyar’ ın şiiri bunlara güzel bir örnektir. Lorca İçin Üç Şiir’ de “…Artık katiyen biliyoruz;/ Halk adına dökülen kan/ Sapı gül dalı güzelliğinde bir bıçaktır. / Dişlerin arasında…/ İspanya da/ ve her yerde… “diyordu Turgut Uyar.

Carlos Saura ve Antonio Gades Company’nin Lorca’yı sinemaya ve sahnelere taşıdığından söz etmiştim. 2016’ da Federico Garcia Lorca, ölümünün 80. yılında İstanbul’da, İş Sanat’ta günümüzün en önemli flamenko gitaristi ve bestecilerinden birisi olarak kabul edilen Paco Peña ve grubu Flamenco Dance Company’nin Patrias projesiyle anılmıştı.

Cumhuriyet’ten Celal Üster’in o günlerdeki enfes tanımıyla sahnede “müziğin dansla seviştiği” bir sanat şöleni izledik. Paco Peña, Paco Arriaga ve Rafael Montilla’nın gitarına sesleriyle Jose Angel Carmona ve Gema Jimenez; danslarıyla Angel Munoz ve Mayte Bajo katıldılar. Vurmalılarda Nanco Lopez ve Jose Manuel Ramos’un yer aldığı gösteride oyuncu Rio Muten de zaman zaman sahnede yer aldı. İlk kez Edinburgh Festivali’nde, ardından Londra’da sahnelenen gösteride, fonda İspanyol İç Savaşı’nın anlatıldığı projenin merkezinde, bu savaşta hayatını kaybeden İspanyol şair Federico Garcia Lorca vardı. Gösteride özel bir repertuvarla sahne alan sanatçılar Recuerdo a Granada, Farruca, Nana de Sevilla, Buleria, Liviana, Gritos ve Ternura’nın da yer aldığı flamenko klasiklerini, dönemin marşlarını, Lorca’nın, Antonio Macado’nun ve Neruda’nın şiirlerini ve Unamuno’nun sözlerini dansla harmanlayarak yorumlamışlardı.

Lorca’nın vasiyeti

Lorca’nın “Ölünce/ gitarımla gömün beni /kumun altına/ ölünce/ portakal ve naneler arasında ben/ ölünce/ gömün beni isterseniz/ bir rüzgargülüne. / ölünce…” şirindeki vasiyeti ne yazık ki hala bugün de yerine getirilemedi.

En küçük erkek kardeşi Francisco’nun kızı Laura Garcia Lorca, La Repubblica gazetesinin Venerdi ekinde Marco Cicala’nın kendisiyle yaptığı söyleşide “Lorca ‘nın öldürülmesi küçük bir şehirde işlenen büyük bir cinayetti, ardından karanlık bir efsane doğdu” diye yorumluyor Lorca cinayetini. Lorca’yla birlikte Dioscoro Galindo Gonzales, Francisco Galadi ve Joaquin Arcollas Cabezas da öldürüldü. Bu karanlık cinayete kurban gidenlerin cesetlerine hiç ulaşılamadı. Lorca’nın cansız bedeni nerede saklı kaldı? Granada’nın arka tarafında, esintili Viznar’ da çam ağaçlarının altında mıydı? Ya da Alfacar’ın çevresindeki boş kuyulara mı terk edilmişti?

2000’li yılların ortalarında bu karanlık ölümlere sahne olan bölgede medyatik bir kazı çalışması başlatıldı. Doktorlar, tarihçiler, coğrafyacılar ve arkeologlardan oluşan bilim insanlarının katıldığı kazı Lorca’nın kemiklerine ulaşmayı hedefliyordu. Her bir alan didik didik kazıldı ama hiçbir sonuç sağlanamadı… Lorca’yla birlikte öldürülenlerden de en küçük bir iz yoktu. Kazı çalışmaları 2009’da durduruldu.

Garcia Lorca Parkı

Lorca ve üç Franco karşıtının kurşuna dizildiği kasabalar, bugün de kaderlerine terk edilmiş durumda. Gazeteci Marco Cicala “Afrika’dan esen sıcak rüzgârda öğle üzeri sokakta dolaşan kimse yok. Bir tek iplere asılı çamaşırlar ve sirke sinekleri göze çarpıyor” sözleriyle anlatıyordu bu terk edilmişliği.

Doğduğu kent olan Granada’nın kenar semtlerinden Fuente Vagueros’da, anısına yapılmış olan Parque García Lorca içinde yer alan, hayatının büyük bir kısmını geçirdiği evi bugün fotoğraflarıyla, eşyalarıyla korunarak müzeye dönüştürülmüş.

Bu dünyadan Lorca geçti

Federico Garcia Lorca, sanatçı kimliğiyle olduğu kadar, her zaman yoksuldan, ezilenden, halktan yana olmasıyla, faşizmin karşısında yer almasıyla ve aydın kimliğiyle hem tarihte hem de insanlığın yüreğinde hak ettiği yeri almıştır.

38 yıllık kısa, sıkıntılarla geçen ama bir o kadar da muhteşem ömrüne pek çok şey sığdırdı. Tiyatro oyunları yazdı-sahneledi; şiirler yazdı-okudu; kukla oynatarak çocukları mutlu etti, piyano çaldı; geleneksel halk şarkıları derledi- söyledi; pandomimciydi. Doğayı sevdi; Pablo Neruda’nın deyimiyle o “…Güzel kokular saçan bir Yasemin’di.” Granada’ya, caz müziğine, bir de Salvador Dali’ye âşık oldu…

Lorca yapıtlarıyla kendisinden sonra gelen şairleri-sanatçıları derinden etkiledi. Ölümünden sonra bugün de etkisi hissediliyor. Ona ithafen yazılmış şiirler-şarkılar bugün de dilden dile- kulaktan kulağa dolaşıyor. Oyunları dünyanın dört bir tarafında sahneleniyor.

Geçen pazartesi günü Açık Radyo (94.9)’da ‘Babil’den Sonra’ programımda Lorca’dan konuşup, şiirlerinden ve şiirlerinden bestelenen şarkılardan örnekler dinlettim. Programı buradan dinleyebilirsiniz.

Lorca, bir dostuna yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Yeryüzünde açlığın bittiği gün insanlık tarihinde hiç görülmemiş en büyük zihinsel devrim gerçekleşmiş olacak. O büyük Devrim’in gelip çattığı gün, insanların bundan duyacağı o sınırsız sevinci sana anlatamam.”

İklim yıkımının, savaşların, açlığın, büyük insan göçlerinin, her türlü sömürünün ve diğer küresel insani ve ekolojik sorunların yaşandığı günümüz dünyasında insanlık ne yazık ki henüz o büyük sevince hala çok uzak. Ama şundan eminim ki Lorca’ nın naif ruhu şiirlerin-şarkıların okunduğu-söylendiği her yerde sonsuza kadar yaşayacak!

(Yeşil Gazete)

Kaynak: Bütün Şiirleri, Sait Maden, Varlık Yayınları,

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.