Hafta SonuHaftasonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Arktik ozon deliği

0

Güneş’in içindeki reaksiyonlar sonucu açığa enerji çıkar. Bu çıkan enerji bizim anlayabileceğimiz bağlamda bir tür “ışıktır”. Yalnız gözlerimizin görebildiği “ışık” elektromanyetik tayfın sadece küçük bir kısmıdır. Gözlerimizin gördüğü mor ışığın ötesinde mor ötesi, daha ötede Röntgen ışınları ve gama ışınları vardır. Kırmızının ötesinde ise kızılötesi ve radyo dalgaları bulunur. Güneş’ten bize bu dalgaların tümü ulaşır, ancak büyük çoğunluğu görünür ışık, ona çok yakın kızılötesi ve morötesidir. Bu dalga boylarının hepsinin ayrı bir enerjisi vardır. İçlerinde enerjisi en yüksek olan gama ışınları, en düşük olan da radyo dalgalarıdır. Gama ışınları canlılara çarptığı zaman öldürücü etki yapar ama radyo dalgalarının bir etkisi yoktur.

Güneş’ten Dünya’ya çok az gama ışını ulaşır ve bu ışınlar kalın atmosferimizi geçerek yüzeye ulaşamaz. Morötesi ise daha fazladır, ama bunun da daha zararlı kısmını atmosferdeki oksijen ve azot gazları emip zararsız hale getirir. Ama morötesinin görünür ışığa yakın ve kısmen zararlı diyebileceğimiz kısmına oksijen ve azot etki etmez. Morötesi ışımanın bu kısmını atmosferin yerden 10-50 kilometre yükseklikteki bölümünde yoğunlaşan ozon gazı emerek bunun Dünya’ya ulaşmasını engeller.

Delinme değil incelme

Dünya’ya ulaşan yüksek enerjili morötesi ışımanın oksijenle etkileşiminden sürekli ozon gazı üretilir. Topraktaki bakterilerden çıkan azot bileşikleri de atmosferde yükselerek yüksek atmosferdeki ozon gazını yok eder. Dolayısıyla atmosferdeki ozon üretimi ve yok edilmesi bir dengededir ya da insanlar işe karışana kadar dengedeydi.

Öncelikle tarımda kullanılan aşırı suni gübre, sonrasında da aerosol ve klimalarda kullanılan kloroflorokarbon (CFC) bileşikleri atmosferdeki ozonu yok eder. Aynı karbondioksitte olduğu gibi bu gazlar da sadece üretildikleri yerde kalmadan tüm atmosfere yayılırlar. Yalnız bu gazların atmosferin her noktasında yarattıkları etki farklıdır. Yüksek atmosferde sıcaklığın çok düştüğü noktalarda küçük buz kristalleri oluşur. Bu küçük buz kristalleri ozon ve CFC moleküllerinin adeta bir buluşma noktası gibi hareket ederek CFC moleküllerinin ozonu yok etmesini kolaylaştırır. Bu buz kristallerinin oluşması için havanın çok soğuk olması gerekir ve bu kadar soğuk hava sadece Antarktika üzerinde, Güney Yarımküre’nin kış mevsiminde oluşur. Bundan dolayı da güneydeki kış mevsiminde Antarktika üzerindeki ozon tabakası diğer tüm bölgelere oranla çok daha incelir. Bu duruma yaygın dilde “ozon deliği” tanımlaması yapılır, ancak delinen bir şey yoktur, sadece o bölgedeki ozon miktarı diğer yerlere oranla çok düşüktür.

1970’lerde endüstride kullanılan çeşitli kimyasalların ozon tabakasına zarar verdiği ve bu zarar devam edecek olursa insan ve diğer canlıların yaşamına önemli hasar verebileceği bilimsel olarak kanıtlandı. Özellikle CFC gazları endüstride kullanılan ancak kullanımı çok da mecburi olmayan gazlardır. Bundan dolayı 1987 yılında imzalanan Montreal Protokolü ve bu protokole zaman içerisinde yapılan eklemelerle bu gazların tüm dünyada kullanımı yasaklanmıştır. Ancak bu gazların üretimi durdurulsa bile atmosferdeki etkileri bir anda bitmez. Ayrıca zarar gören ozon tabakasının da kendini tamir etmesi uzun süren bir olgudur. Bundan dolayı kademeli olarak 1987 yılından bugüne ozona zarar veren gazların üretimi azaltılmış olsa da bu gazların atmosfere ve ozon tabakasına verdikleri zarar hala sürmektedir. Bilim insanları bu zararın 2020’lerde azalmaya başlayarak ozon tabakasının kendisini toparlayacağını öngörüyorlar. Gene de ozon tabakasının eski halini alması neredeyse yüzyılın sonuna kadar sürebilir.

Atmosferdeki CFC azalışı duraklıyor

Ancak bunun üzerine bir problem daha ekleniyor. Her ne kadar devletler CFC gazlarının üretimini yasaklamış olsalar da bunun kontrolü sıkı bir biçimde yapılmadığında uzak köşelerde gizlice üretim devam etmektedir. Yörüngedeki uydulardan bu gazların nerelerde üretilmeye devam ettiği görülebilse de bu konuda harekete geçmek her zaman kolay değildir. Özellikle Çin’in iç kesimlerinde bu üretimin sürdüğü biliniyor. Bundan dolayı da ozon tabakasının kendisini toparlaması istenildiği kadar hızlı olmamaktadır. Ayrıca iklim değişikliğine odaklanan uluslararası kuruluşlar bu problemi artık biraz gözardı ettiklerinden atmosferdeki CFC miktarındaki azalış duraklamaya doğru gitmektedir.

Tüm bunların ötesinde bu kış Kuzey Kutbu’nda uzun süredir karşılaşmadığımız bir durum oluştu. Son senelerde Kuzey Yarımküre’nin çoğu yerinde sert kışlara neden olan “polar vorteks” bu kış başka yerlerin değil, Kuzey Kutbu’nun çok soğuk olmasına neden oldu. Polar vorteks aslında kutbu çevreleyen yüksek seviye rüzgarlarına verdiğimiz isimdir. Bu rüzgarlar şiddetli olursa kutup çok soğuk olur, yavaşladığında ise soğuk hava alt enlemlere doğru sarkar. Bu kış polar vorteks çok kuvvetli olduğundan Kuzey Kutbu 1979 yılından bu yana yaşadığı en soğuk kışı geçirdi. Bundan dolayı da kutup üzerinde kışın sonuna doğru aynı Antarktika üzerinde gördüğümüze benzer buz kristalleri oluştu. Bu buz kristalleri de kutbun üzerindeki ozon tabakasının süratle incelmesine neden oldu.

Bu korkmamızı gerektiren bir durum değildir çünkü kuzeyde artık güneş doğdu ve hava ısınıyor. Hava ısınınca bu buz kristalleri de eriyecek ve ozona özellikle zarar veren durum ortadan kalkacak. Yine de ölçümlerin başladığı zamandan bu yana oluşan en büyük “ozon deliği” “ozon tabakası iyileşmeye başladı” derken karşımıza çıkan kötü bir sürpriz oldu. Bu kötü sürprizle bugün karşılaşmış olmamız belki de iyi bir şey, çünkü bu sayede CFC salımlarındaki kontroller artırılarak ozon tabakasının incelmesini engelleme yolundaki çabalarımız tekrar yoluna sokulmuş olur.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.