Akbelen: Direniş bir şenliktir

Akbelen direnişinin üçüncü yılında kutlanan bir yengi değil: Yenilmişler, ormanlarını kaybetmişler. Burada kutlanan insanların her şeye rağmen direnişi, süreğenlik, korkusuzluk, yenilmezlik, direngenlik ve bu dağlarda yaşamış olanların yüzlerce yıldan süzülen o mert meydan okuma geleneği…

“Sermayenin obur ve hantal devi dünyamızı yiyor.”

Düşünün bir dağ köyünde, ormanın içinde ve zeytin ağaçlarının yanı başında yapayalnız ve kendi ekolojik dengelerine göre yaşayan köy halklarının üzerine, bazen enerji sermayesi, bazen madenci sermayesi, bazen turizmci sermayesiyle  tiksindirici bir Leviathan gibi, mehter takımını da önüne katmış; ağacınıza, toprağınıza, suyunuza ve havanıza saldırıyorlar.

İki ileri bir geri, ama sürekli arsız ve sırnaşık bir saldırı. Kötülüğün inanılmaz açlığı ve iştahı ile ne anlamı olacağını bilmesine gerek bile olmayan paraları kazanmak için, dünyanın her yerinde ve Akbelen’de cümle mazlum halkaların üzerine saldırıyor.

Mazlumlar kan-ter ve gözyaşıyla ve dirençlerinin bütün saflığıyla bu saldırıya göğüs germeye çalışıyor.  Taraflar her bakımından o kadar adaletsiz, o kadar oransız ve haklı olmak bakımından birbirinden o kadar uzak ki: Bir taraf bütün haklara sahip ve bu erki elinde bulunduranlarca umursanmıyor. Diğer taraf yani sermaye ve iktidar, tam olarak haksız ama sermayenin ve devlet zorunun bütün güçlerini elinde bulunduruyor.

Ve mücadele bu koşullarda sürüyor.

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Aşılan korku eşiği dayanışma ve direnerek çoğalmaya dönüşünce…

Akbelen şenliğinde görülen tam olarak şuydu: Bir iktidar, kendisini destekleyen “Beşli Çete” için kendi halkına, kendi köylüsüne, kendi toprağına ve ormanına var gücüyle ve güçler arasındaki büyük orantısızlığa rağmen saldırıyor. Ormanını/ zeytinini/ toprağını/ suyunu/ havasını savunan köylülerden avukatına/ okumuş yazmış ama ekolojiye değer veren bütün insanlarına kadar topluca “mazlumlar” dersek, onlar da kendi çevreleriyle toprakları ve ağaçlarıyla birlikte canlarını savunuyorlar.

Bu direnişin ete-kemiğe bürünmüş halini Akbelen’de tam olarak ve net olarak görüyorsunuz. Gözyaşları, bazen adaletsizliğin ve insafsızlığın ölçüsüzlüğü insanın ciğerini deldiği için, bazen polisin ve jandarmanın sıktığı zehirli gazlardan ötürü bu kan-ter içindeki mücadeleye karışıyor.

İnsan kendi gözleriyle görmese, inanmakta güçlük çeker: Bir iktidar, kendi ormanına, kendi doğasına/ taşına-toprağına ve insanına bu kadar mı düşmanca davranabilir? Bu kadar mı kötülük edebilir? Bu kadar mı haksızlığı bir araya toplayabilir? Ama bu yörenin insanı, belki bütün Türkiye’nin insanı, bu kötülüğe uğramış. Kötülüğün uçsuz-bucaksız insafsızlığını görmüşler. Kötülüğün;  bu devlet kadar büyüklüğüne karşı küçücük de olsa kendi sinelerini siper edebilecek cesareti ve yiğitliği de kadın-erkek, yaşlı-genç, hepsi gösterebilmişler.

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Ve anlamışlar: Para nedir? İktidar nedir? Arsız saldırganlık nedir? Ne pahasına olursa olsun talan etmek, kesmek, zehir sıkmak, silah göstermek, sakatlamak nedir?

Ve korkmamak nedir? Direnmek nedir? Dayanışarak nasıl çoğalabilir insan?

Artık bunları biliyorlar.

Köydeki bütün kadınların yüzünden ve sesinden, o korkusuzluğa erişmiş özgüvenin gücünü okuyabiliyorsunuz. Ap-aşikar meydan okuyorlar…

Direnişin üçüncü yılını kutlama şenliği

Datça’dan doğa ile insan ile direnişin gerekliliği ile ilgilenen pek çok farklı insan, irili-ufaklı örgütlenme bir otobüs tutmuş, Akbelen köyüne, bu görkemli direnişin üçüncü yılındaki gençliğini ve diriliğini kutlamaya gidiyoruz.

Yoldan bazı duraklarda yeni insanlar katılıyor, Akbelen’e doğru. Otobüsün içi, çoğunluğu kadın olmak üzere, Türkiye’nin dört bir tarafından gelip Datça’ya yerleşmiş Datçalılarla dolu. Yaş ortalaması oldukça yüksek ve eğer kendi rengindeyse yolcular, genellikle beyaz kafalılardan oluşuyor gibi. Otobüs halkı direnişi desteklemeye gidiyor ve bunu yapmaya son derece alışık, istekli; belli ki birlikte bir çok defa direnmek/ direnişleri desteklemek için buluşmuşlar ve herkes tanıdık neredeyse…

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Çok sıcak. Yılın en sıcak günlerinden biri. Güneş tam tepede ve Akbelen yolunda bazen polis, bazen jandarma otobüsü durduruyor ve herkesin kimliklerini toplayıp bir taramadan geçiriyor, sonra yol veriyorlar. Otobüs, Akbelen’e gittiği için tam bir “terörist” otobüsü muamelesi görüyor. Güneşin altında bekletiliyor. Yoksa onlar da görüyor ki bu kadınlar, bu ak kafalılar sadece ülkelerini, topraklarını, ormanlarını korumak arayışıyla her şeyi bırakıp bu sıcak günde, dayanışmaya gidiyor. Köy yollarında sık sık, karakollar, yollarda gezen TOMA’lar ve diğer topluma/ toplumsal olaylara karşı araçlar görüyoruz. Köye yaklaşınca otobüsten indiriyorlar; yürüyerek devam ediyoruz.

Köy meydanına varıyoruz. Burası tam bir bayram yeri gibi her türlü insan birbirine karışmış, hoş geldin diyenler, öpüşenler, sarılanlar, köyün yemenili ve şalvarlı kadınları, yazlıklarından kopup gelmiş ve saçları ve tırnakları daha renkli, giysileri tam bir yazlıkçı giysisi gibi olanlar; herkes, birini kucaklıyor ve birbiriyle hasret gideriyor gibi…

“Ne mutlu, ne mutlu, bu günü de gördük, birbirimize kavuştuk ve iyi günde de, kötü günde de dayanışmamızı eksiltmedik” diyor gibiler. Çok sıcak ve kalabalık çok coşkulu. Her tarafta duvarlara pankartlar, resimler asılmış. Bu büyük boy fotoğraflar, genellikle daha önceki mücadelenin en kızgın anlarından… Sloganlar var, bazıları da genellikle Ege’nin dört bir bucağından, ta Kazdağları’ndan gelen dayanışmacıların mesajları. Meydan yerinin üzerine direkler ve iplerle geniş tenteler gerilip, gölgeler elde edilmiş. Meydana girerken aş kazanları/ yemekler hazırlanmış, acıkmış olanlara yemek ikram ediyorlar.

Biraz daha yukarı doğru yürüyünce, tentelerin altında Muğla Belediyesi’nin sağladığı ses yükselticiler ve sahne düzeni ile kurulmuş küçük bir meydancık ve önünde sırlanmış iskemlelerden oluşan bir oturma düzeni. Önce köyün ve yörenin, Milas ve bütün çevrenin adına “hoş geldin” diyen Tolga Çandar’ın küçük bir dinletisi var. O tok ses ve tam olarak bu yörenin insanlarının bağrından kopmuş çığlıklar gibi, “canlara” söylenen türküler/ nefesler… İzleyicilerden yaşlı biri geçiyor öne ve ağır zeybek adımları atmaya başlıyor, öbür yandan ayakları acele etmekte olan ufak-tefek beyaz saçlı-gözlüklü bir kadın, adımları tamamlayarak zeybeğe ayak uyduruyor ve bağlama inliyor meydanda yavaş yavaş…

Fotoğraf: Ayhan Çelik.

Bu beraberliğin ve şenliğin coşkusu herkesi sarmış gibi. Bunca sıcak, çekilen bunca eziyet, bunca zulüm karşısındaki dik duruş, kendi direnişinin erdemini, o muazzam ve saf direnişçi zeybek ruhunu kutluyor. Buradaki kadınlar ve erkekler, dört bir taraftan gelmiş her türlü/ her halden ve sınıftan insan hem-hal olmuş, kendi gücünün ve erdeminin gücü ve somutluğuyla, yenilse bile meydanı boş bırakmamanın sarhoşluğuyla dalgalanıyor… Hani burada olsa Abidin Dino, yapacak sanki o resmi, mutluluğun bütün tonlarıyla…

Buradaki bu “Direnişin 3. Yıl Şenliği”, bir yengi üzerinde değil. Yenilmişler. Ormanlarını kaybetmişler. Zehirli gazı sıkan TOMA’ların eşliğinde Limak, ormanın bütün ağaçlarını tek tek kesmiş ve devirmiş. O sırt doğanın içinde dev bir bıçakla açılmış bir yara gibi, artık bir orman değil maden sahası olarak orada duruyor. Ormandaki sırt, kilometreler boyunca, yarılmış ve vahşi kapitalizmin” bir sömürge ülkesine davrandığı gibi, hepimizin/ doğanın ve insanların bağrını deliyor…

Kutlanan sadece insanların her şeye rağmen direnişi; hatta bütün insanların yüzünü ak çıkartan süreğenlik, korkusuzluk, yenilmezlik, direngenlik ve bu dağlarda yaşamış olanların yüzlerce yıldan süzülen o mert meydan okuma geleneği…

Daha sonra çevre köylerden gelenlerin, belki bütün Ege’nin köylerindeki direnişlerden gelebilenlerin, kendi topraklarını koruyabilmek için mücadele eden köylülerden tertemiz gömleklerini giyerek gelmiş olan temsilcileri konuşuyorlar. İktidarın, sermeyenin oburluğunu doyurmak için, doğanın ve köylülerin böğrüne sapladığı bıçakla açılan yaraların derinliği, bu konuşmaların hepsinin ortak noktası. Ama hepsi, cesaretin ve alnı açık olmanın, sinesini saldırıya karşı siper etmedeki erdemin öykülerini anlatıyor.

Belediyeler konuşuyor, muhtarların gerçekten köyünü sevenler tarafından seçilmiş olanları, bir kadın muhtar anlatıyor, avukatlar anlatıyor ve artık besbelli ki deniz bitmiş. Korku duvarlarının hepsi yıkılmış/ un-ufak edilmiş. Kimse susmuyor ve yılmıyor. Kimse eğilmiyor. Adalet yok. Hak yok. Hukuk yok. Ve eğer bunları elde etmek istiyorsanız biliyorlar ki, artık tek güvenebileceğin şey kendi mücadele gücün, azmin ve dayanışmayı genişletecek örgütlenme becerin…

Akbelen ‘Geniş Merdiven’de

Akşam oluyor. Güneş artık yattı ve topluluk kendi coşkusunda erimiş gibi… Kazdağları’ndan gelen bir saz ve eşliğindeki bendir ile iki yaşlı amatör sanatçı Anadolu halkının bunca yüzyıl uğradığı felaketler karşısındaki sesini, bir sakin bir haykırış gibi duyuruyorlar. En sonda İlkay Akkaya ve Geniş Merdiven grubu geliyor ve bu harika şenlik biterken hepimiz anlıyoruz: Çıktığımız, çıkacağımız ve belki de her zaman çıkmak zorunda kalacağımız bir “geniş merdiven” var ve bu merdiven aslında bir direnişin türküsü…

Teodorakis’in yazdığı “Antonis’in türküsü”, II. Dünya Savaşı’nda bir toplama kampındaki Nazi subaya karşı, bir Yahudi tutsak ile bir komünist tutsak arasındaki dayanışmayı anlatır. Bir hiç için, hiçbir insana yaraması için değil ama eziyet etmek için taşıtılan kayalardan birini değil, ikisini birden doruğa çıkartarak, bu Nazi sapkın zulmüne meydan okuyan Antonis’in türküsü…

Aynı hiçbir işe yaramayacak olan, hatta zararlı olduğu bütün mahkeme kararlarında tescillenmiş Yatağan Santrali’ne linyit sağlamak için açılan madenle yaratılan bu eziyete ve insanlık dışı duruma karşı Akbelen direnişi, o “geniş merdivende” doruğa doğru, bir değil iki taş taşıyor ve besbelli ki bu direnişin türküsü de yüzyıllarca söylenecek…

Geniş merdivende tırmanmaya devam ediyor Akbelen, bil-cümle Ege halklar ıve insan olmanın yüz akını taşıyan herkes. Merdiven başını tutmuş olan iktidarın zulmüne karşı…

 

 

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

İklim örgütlerinden Türkiye’nin 2024 karnesi: Yetersiz ve çelişkilerle dolu

Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer bağımlılığı ve kömürden çıkış projeksiyonu olmaması eleştiriliyor.

Kanal İstanbul için rezerv alan ve imar planlarına yargı engeli

İstanbul 5. İdare Mahkemesi, Kanal İstanbul Projesi'ne ilişkin alınan rezerv alan ilanı ve 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planı değişikliği kararlarını hukuka aykırı bularak iptal etti.

Ağva plajına mahmuz darbesi

Devlet Su İşleri’nin Ağva Plajı’na yapmayı planladığı mahmuz projesi...

Pirosmani: Bir sanatçı ardında ne bırakır?

Gürcü tiyatro topluluğu The Wandering Moon Theatre’ın ikinci yapımı...

Batı Karadeniz Çevre Gönüllüleri Platformu kuruldu

Mavera Maden şirketi tarafından Devrek, Akçakoca, Alaplı’nın Fındıklı, Belen,...

EN ÇOK OKUNANLAR