Afşin Kararı

Afşin –Elbistan Termik Santrali ile ilgili yörede yaşayan çiftçilerin açtığı tazminat davasını kazanmaları basında geniş yankı uyandırdı. Yargıtay tarafından onanan bu kararı özel kılan ne? Hiçbir şey. İlgi uyandıran mahkeme kararı değil. Afşin’de yıllardır yaşanan bir ekolojik felaket gerçeğinin yüzümüze çarpması. Yüzde ellilere varan kanser vakaları, uranyum dolu topraklar, yasal limitlerin 50-100 misli kimyasal atıklar ve Türkiye’nin sera gazı emisyonu rekortmeni bir termik santral. Türkiye’nin bir yandan Kyoto Protokolü’nü imzalayıp diğer yandan Cumhuriyet tarihi boyunca kurulan kapasitenin 8-10 katı kömürlü termik santral kurmaya başlaması. Termik santrallerin kardeş yatırımı olan çimento fabrikaların da K.Maraş ilk sırada ve Pazarcık’ta dünyanın üçüncü ve dokuzuncu büyük çimento fabrikaları hem de yan yana bir süredir üretim yapıyor.  İşte dehşete düşmemiz gereken tablo bu. Yoksa yargı kararı değil. Evet. Bu mahkeme kararı vesilesiyle Afşin’deki ekolojik felaketi tartışma fırsatımız oldu. Ama işin içine para girince, konu maddi tazminat olunca herhalde toplum olarak algılarımız daha fazla açılıyor. Örneğin Türkiye’nin hukuk sistemi açısından gerçek bir hukuksal kazanım olan Türk Ceza Kanun’a getirilen çevre suçları ile ilgili Yatağan Termik Santrali yetkilerine verilen daha sonra para cezasına çevrilen hapis cezaları neden kıyıda köşede kalmış birkaç küçük haber dışında haber değeri taşımadı ve bu kadar ilgi çekmedi.

Bir yanlışı düzeltmek gerekiyor. Bu tazminat kararı ilk değil. 1926 yılında Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesinden bu yana hukuk sitemimizde bulunan “Komşuluk Hukuku” ilkelerine göre verilen bir tazminat kararı. Yani termik santral komşu tarım arazilerine verdiği zararlar nedeniyle mahkûm oldu. 1990’lı yıllarda Çorum çimento fabrikası ile ilgili benzer kararlar gündeme gelmişti. 4-5 yıl önce Siirt-Kurtalan Çimento Fabrikası ile ilgili tazminat kararları verildi. Hatta daha geçtiğimiz ay Silopi’de termik santral hakkında köylülerin açtığı aynı içerikte bir davada tazminat karar verildi. Şu anda Çanakkale’de çimento fabrikalarının zeytinliklere zararı ile ilgili devam eden davalar var.  Daha bilmediğimiz davalar, şirketlerin olay büyümesin diye dava dışı anlaşma yoluyla “çözdükleri” ekolojik sorunlar..

Bu karar asla çevreye verilen zararla ilgili bir karar değil. Tarlanın semeresinde kirlilik nedeniyle meydana gelen bir kayıp var. Çiftçinin ticari hasılatı azalıyor. Zarar buradan doğuyor. Çevre Hukuk açısından ise “Kirleten Öder” ilkesi geçerli. Bu ikisi arasında zarar kavramı açısından fark var. Kirleten Öder ilkesi açısından en azından çevrede meydana gelen zararın telafi edilmesi gerekiyor. Buna başta toprakların temizlenmesi olmak üzere tahrip edilen çevrenin rehabilitasyon giderleri olarak bakmalıyız. Bu giderlerin bu davada ödenen tazminatlardan kat be kat fazla tutacağından şüphe yok. Çevre Hukuku açısından Kirleten Öder ilkesi dahi ekolojik krizin ve iklim değişikliğinin eriştiği boyutta eksik bir mekanizma olarak eleştiriliyor. Kyoto Protokolü’nün ve en son Kopenhag görüşmelerinin temel gündemlerinden olan esneklik mekanizmaları da Kirleten Öder ilkesinin uzantısıydı. “Parayı veren doğayı istediği kadar kirletir” sonucunu doğuran ve ekolojik kriz karşısında önleyici etkiler doğurmayan nu ilkeye karşı dünyada yeni kavramlar geliştiriliyor. Örneğin Paris Asliye Ceza Mahkemesi 2008 yılında verdiği bir kararla “ekolojik zarar” kavramını evrensel hukuk literatürüne kazandırdı. Geçtiğimiz yıllarda ABD’de Florida Eyaleti’nde ve Avustralya’da sera gazı salımı yaparak iklim değişikliğine sebep olan şirketler, yüz milyonlarca dolar tazminata mahkum oldular. Bizim köylümüzün aldığı bunların yanında devede kulak bile değil.

Çevre Hukuku’nun kavramlarıyla konuşursak Afşin’de ihlal edilen bir üstün kamu yararı söz konusudur. Afşin’de köylüler, ekonomik zararlarını dava yoluyla karşılamaya başladılar. Ya bunca zamandır kanserden ölenler, yurdunu terk etmek zorunda kalanlar, bir daha kullanılamayacak hale gelen topraklar, salınan sera gazlarının dünyada öbür ucunda yarattığı felaketin mağdurları ne olacak? Bunca zamandır yaşananlara göz yuman yetkililerden hesap sorulmayacak mı? İklim değişikliği sadece alıştığımız havaları değil, yerleşik hukuk sistemlerini değiştirmeye başlıyor. Karşı karşıya kaldığımız sorun, bir trafik kazası sonucu aracımızda meydan gelen zararın tazmini sorunu değil. Aracınızı sigorta ettirebiliyorsunuz ama dünyamızı sigorta ettireceğimiz bir sigorta şirketi yok. Çok uluslu şirketlerin ve onların yerel işbirlikçilerinin karşısına ancak bugünün ve gelecek kuşakların haklarını koruyacak yeni ve daha güçlü kamusal mekanizmaları yaratarak durabiliriz. Afşin’deki ekolojik felaketin kanıtlanması için neden dava açmaya gerek kalsın? Geçtiğimiz ay, Yargıtay, Uşak-Eşme 2006 yılında meydana gelen siyanürden kaynaklandığı iddia edilen toplu zehirlenmelerle ilgili davada; olayın halen aydınlatılmayı beklediği belirtti. Siyanür zehirlenmesi gibi bir tehlikeyle ilgili ve halen altın madeni faaliyetine devam ederken neden üç yıl bekleniyor? Neden tek tek yurttaşlar, Afşin’deki gibi dava açmak zorunda kalıyor. Kamu kurumları ve “sosyal devlet” ne için var? Bakanlar, Valiler niye maaş alırlar?

Yakında Afşin’de kanserden ölen insanlar için de tazminat kararları çıkabilir. Verilen tazminatların miktarını arttırmanın caydırıcı olacağını düşünmüyorum. Şirketlerin yatırım maliyetlerini arttırmış oluruz. Şu anda Obama’nın ekonomi danışmanı olan, bir zamanların Dünya Bankası baş ekonomisti Lawrence Summers; “üçüncü dünyalı bir insanın ortalama yaşama maliyetinin gelişmiş ülkelerdeki benzerlerinden daha düşük olduğunu, kirliliğin bu ülkelere ihracının sosyal maliyeti azaltacağını” önerirken aslında küresel kapitalist sistemin insana ve doğaya yaklaşımını da özetlemişti. Halkımız ne güzel söylemiş; “kan parası” diye. Maliyet artarsa termik santral Afşin’e değil de Bingöl’e kurulabilir. Ya da Summers’in önerisiyle Afrika ülkelerine gönderilir.  Yine de bir hukukçu ve avukat olduğumu hatırlayarak şimdiye kadar bu mahkeme kararlarından dahi mahrum olduğumuzu düşünerek “emeği geçenlerin eline sağlık” diyorum. Artık bu haberlerden sonra Türkiye’de yaşayan yurttaşlar olarak vicdanımız Afşin’de yaşananlara sessiz kalmamıza izin vermeyecek. Afşin-Elbistan termik santrali derhal kapatılmalıdır. Yeni ünitelerin ihaleleri iptal edilmelidir. TBMM K.Maraş Milletvekili Durdu Özpolat’ın araştırma komisyonu önerisini dikkate almalıdır. Yörede kapsamlı bir sağlık taraması yapılmalıdır. Doğaya verilen zararlar tespit edilerek rehabilitasyon çalışmalarına başlamalıdır. Bütün bu giderleri devlet karşılamalı ve bu giderlerini şimdiye kadar buna göz yuman en alt derecedeki memurlarda, Valilere ve  Bakanlara kadar kişisel kusuru ile sorumlu olanlara rücu etmelidir. Bunlar için yasal değişikliğe gerek yok. Mevcut hukuk sistemimiz bunları yapmak için yeterli yasal zemin sunmaktadır.

Sonuç olarak bir kez daha ekonominin diliyle ekolojinin dilinin ayrıldığını görüyoruz. Ağacın değeri, nasıl tomruk değeri ile ölçülemezse, toprağın değerini de hasılatta meydana gelen zararla ölçemeyiz. Tazminat mantığıyla, insan merkezci çözümlerle ancak insanlar arasındaki çoğu kez ticari hale gelmiş sorunlara geçici çözümler bulabiliriz. Ama doğa hiçbir zaman insanlıkla pazarlık masasına oturmayacak. Yaşanan bütün felaketlerin her gün hatırlattığı gibi: Doğa intikamını alır.

Av.Mehmet HORUŞ

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Kardan Kadın da Roma Bostanı’nda

İstanbul’da kar yağınca hayat yavaşlar. Okullar tatil olur, araçlar...

ABD’de seçimi izlemek: Korkuların cisimleştiği gece – Göktuğ Taner

Bizim evin geleni gideni bitmez, sağolsunlar. Amerika’daki seçim gecesi...

Bir “teferruat” hikayesi değil: Kaz Dağları, Termik, Baraj, HES!

Çanakkale’nin Yenice ilçesi geçtiğimiz günlerde siyanürle altın arama izni...

İklim Forumu ilk gününden izlenimler – Didem Usluca

Bundan bir yıl önce çalışmalarına başlayan #IklimIcin Hareketinin düzenlediği...

“G 20 Krizler ve Alternatifler” toplantısı ile benim krizim – Fatoş Çırnaz

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinin Yeşil Sol buluşma G2O...

EN ÇOK OKUNANLAR