Köşe Yazıları

Alternatif Medya Senliği’ne biçim güzellemesi

0

Birlikte iş yapmaya geleneksel olarak pek meftun olduğumuzdan aylar öncesinden açık çağrılara başladık. Yeşil Düşünce Derneği ile Yeşil Gazete’nin çağrıcı olduğu Alternatif Medya Şenliği’nin bu yıl üçüncüsünü yapmaya hazırlanıyorduk. Eh yeterince emek harcayınca da şenlik hazırlık ekibi beklediğimizden daha çok ve renkli insanın katılımıyla her geçen gün biraz daha çoğaldı. Bu yıl ki şenlik farklı olsun dedik. ‘’Başka türlü bir şey benim istediğim, ne ağaca benzer ne buluta’’ dizeleri eşliğinde Can babanın kulaklarını çınlatırken Yeldeğirmeni Dayanışmasından ‘’iyi bir başlangıç’’ haberleri gelmeye başladı. Kadıköy’de artık bir işgal evi vardı. Ve bu yılki şenliği orda yaparsak da şahane bil şey olurdu! 

İşgal evini ziyarete gittik. Bir de gördük ki bir telaş bir telaş sorma gitsin! Don Kişot işgal evini içine girilebilir hale getirmek için hummalı bir çalışma başlamıştı ve biz önceden belirlediğimiz tarihe kadar temel sorunların halledilip halledilemeyeceğini bilmiyorduk. Karınca kararınca şenlik hazırlık ekibi olarak hem toplantılarımızı işgal evinde yaptık hem de işgal evinin toparlanmasına katkıda bulunmaya gayret ettik.

14 Aralık sabahı ana salonda soba kurulmuş çay ocağı lux lambaları ve mumlar hazırlanmıştı. Çizer aktivist atölyesinin yapılacağı üst kattaki bir odanın da camları ve duvarları kapatılıp, biraz olsun korunaklı hale getirilmişti. Kısa sürede mahalle esnafıyla da arayı yaptık. Simit fırının sıcacık simitleri, börekçinin otlu peynirlisi pek lezzetliydi.Falafelci Selahattin abi şenlik günü yel değirmeni dayanışmasını ve İşgal evini desteklediğini vitrinine yazdığında ise artık keyfimize diyecek yoktu. Her tür ihtiyacımızda bize desteğini esirgemeyen işgal evinin karşı komşusu olan sanat atölyesinden Talat’ın varlığının da işgal evi için ne kadar önemli olduğunu bizzat yaşayarak öğrendik.

Şenlik sabahı bin bir telaşla sobayı yakıp çayları demledik, soba üstünde kestaneler pişmeye başlayınca tüm şenlik katılımcıları çembere girip herkesin eşit, farklı ve bir olduğu bir biçimde yerlerine oturdular. Çemberde oturmanın geleneksel kaideleri var. Önce onları anımsadık. Bulunduğumuz mekânın bir parçası olmanın ne kadar önemli olduğu üzerine kurgulanan bir toplaşma biçimi çember… Doğanın da sadece bir parçası olduğumuzu hep anımsayalım diye olsa gerek… Mekândan taşınabilir bir parça, işgal evi için bir tuğla parçası konuşan kişinin elinde oluyor ve bir sonraki söz alana aktarılıyor. Çemberin merkezine dikkat çekici bir sembol yerleştiriliyor. İşgal evi için seçilen sembol kırmızı bir gaz lambası… Çemberin ortasına serilen bir masa örtüsünün üstüne yerleştirilen bu kırmızı gaz lambasının fitili de yakılmış, etrafına neşeli ışık huzmeleri yayıyor. Dileyen herkes üzerinde taşıdığı bir eşyasını ya da kalbinden geçen dileğini bir tür sunak olan kırmızı gaz lambasının yanına bırakıyor. Çemberi yöneten arkadaşımız kalpten konuşmanın önemini anlatıyor. Sırayla konuşmak ya da dileyenin söz alıp konuştuğu yöntemlerden ikincisini seçiyoruz.

Birbirimize dokunmanın ve iletişim kurmanın önemine vurgu yapan bir oyunla başlıyoruz. Bir çile örgü ipini birbirimize atıp kalbimizden geçtiği gibi kendimizden söz ediyoruz. Bu bölümün sonunda katılımcıları birbirine bağlayan kocaman bir ağ oluşuyor. Ardından konuya ilişkin cümleler dökülüyor insanların dilinden, daha sevecen daha az rekabetçi ve kesinlikle daha çok kalpten dökülen kelimeler topluluğumuzu daha bir güzelleştiriyor. Birinci gündem bittikten sonra sıkı bir çay molası veriyoruz. Hava epeyce soğuk, çay içip ısınmazsak da bu soğukla baş etmek kolay olmayacak. Komşulardan ve katılımcılardan gelen yiyecekleri paylaşıyoruz. Sobanın üstüne konan mandalina kabuklarının kokusu uzaktan da olsa hissedilir hale geliyor.

Toplantının ikinci bölümünde sunak yerine konan kırmızı gaz lambasının yanına bir dayanışma kutusu getiriliyor. Don Kişot işgal evine nasıl katkıda bulunabilirsiniz. Ya da bu evle ilgili düşleriniz nedir yazıp kutuya atın diye yazılmış üstüne… Yel değirmeni Dayanışması, para ve temsil ettiği değerler işgal evinin kapısının dışında kalsın kararı almış… Destek olmak isteyenlerden sadece emek ve eşya kabul ediyorlar. Dayanışma kutusunun hikâyesiyle başlıyor ikinci bölüm… Anlatıcı kadim kültürlerden bir ses olsun diye önce hafiften ardından hızlanan bir ritimle def çalarak başlıyor sözlerine:

‘’Kaçak hatta eşkıya olmanın olağan olduğu zamanlardı. Derviş olup yollara düşmenin, âşık olup maşukun peşinde koşmanın makbul olduğu zamanların sonuna yaklaşılmıştı. Issızdı ama kervan geçmez değildi. Mevsimi gelince olanca haşmetiyle sonu gelmez Yörük kervanları geçerdi sokaklarından. Toros dağlarında bir küçük köy… İçinde bir konuk evi vardı. Garibinin gurabanın, yolcunun ve ömrü yollarda geçen dervişlerin geceyi geçirip kış vakti ısındığı bir evdi burası… Ev dediğin tek göz oda içinde bir soba bir yatak iki de küp vardı.

Malum paranın pek de kıymetli olmadığı yıllardı. Yemekler tepside hep açık olan kapıdan içeri konur. Odunlar kapının önüne yazdan yığılırdı. Küplerden birinde mevsimine göre ya elma ya üzüm olur, diğerinde de ceviz, bandırma hiç eksik olmazdı. ‘’Hızır’ın eli değmiştir bu küplere’’ derdi babaannem… Konuk evinin bereketi bu yüzden hiç eksilmezdi. Hep dolu olur hiç boşalmazdı küpler. İçini dolduran da çok olurdu ama galiba aç gözlülüğün başka bir deyişle ihtiyacından fazla tüketmenin pek makbul olmayışı da küpleri dolu tutan nedenlerden biriydi. Belki de ‘’Hızır’ın eli’’ tüketmenin değil paylaşmanın ve dayanışmanın daha kıymetli olduğu pre modern değerlerin tümünün adıydı.

Son koruyucuları öldükten sonra geleni gideni de olmayan konuk evi harap oldu. Küplerden birini alıp buraya yel değirmeni işgal evine dayanışma kutusu olarak kullanmak için getirdik. Hızır’ın eli evimizin içinde olsun diye… Gönlünüzden kopanla küpümüzü dolu tutalım ki bereketi daim olsun…

Küpün ustasını da unutmayalım. Hasan Hüseyin usta hem öksüz hem de yetim bir Müslüman çocuğudur. Rum çömlekçilerin yanında öğrenir mesleği. Âmâ bir günde tüm Hristiyan ustaları mübadele nedeniyle köyü terk etmek zorunda kalır. Müslüman olanların çömlekçilik yapması o vakitler kabul edilebilir olmadığından tam yirmi yıl mesleğini dağlarda gizli atölyesinde icra etmiştir. Bu küp o vakitlerde imal edilmiş olmalı. Direnen bir ustanın yani bir kaçağın işidir bu küp… Don Kişot işgal evine de yakışır.”

İplerle birbirine bağlanan katılımcılar bu defa da yüz yüze birebir iletişimi zenginleştirmek için daha küçük gruplara ayrılıp farklı hipotezler ya da sorular üzerine görüşlerini paylaştı. Küçük grupların binanın değişik bölümlerinde bir araya gelerek yaptığı sunumların ardından yeni bir gündemle dünyanın öbür ucundan benzer işgal hareketlerini izleyen alternatif medya temsilcileriyle skype bağlantıları kurulup gündeme ilişkin deneyimler paylaşıldı. Ardından da soba boruları tarafından sınırları belirlenmiş ekranda güvenli internet üzerine hararetli bir atölye başladı.

Ana salonda bunlar olup biterken üst katlarda da çizer aktivist atölyesi muhteşem tasarımlar üretmeye ve uygulamaya devam ediyordu. Bir yandan mekânın duvarları süslenirken diğer yandan da katılımcıları atölyeyi 22 Aralık kent mitinginin görsellerinin tasarımlarının yapıldığı bir etkinliğe dönüştürdü.

Geziden sonra İstanbul şehrine bi şeyler oldu. Martılar hiç susmuyor dalgalar her sabah bu şehri başka türlü okşuyor…

 

You may also like

Comments

Comments are closed.