Ayşenur Ezgi Eygi, Narin Güran ve Reşit Kibar, aynı günlerde üç farklı zalimliğin kurbanı olarak aramızdan alındı. Vahşet sisteminin çarkları öyle hızlı işliyor ki daha öldürülen canlarımızın yasını tutamadan yeni cinayetlerle ve yeni kayıplarla sarsılıyoruz. Kadınlar, çocuklar, dezavantajlı bireyler, mülteciler, sokak hayvanları ve yine kadınlar…
Narin ve kırılgan çocuklarının, kibar ve doğasını koruyan evlatlarının, ezilen halklarla dayanışan kardeşlerinin ölümüne seyirci kalan bir toplum şu zamanda sarsılmayacaksa batsın gitsin zaten! Yaşadığımız ülke ve gezegen, Pablo Picasso‘nun Guernica‘sını aratmayacak hale geldiyse neyin normalini yaşıyoruz? Her zamanki gibi işimize gidip gelip, gülücükler saçarak çocuklarımızı nasıl seviyoruz? Haklısınız evet, yaşam devam ediyor. Ama başkasının acısına sadece bakarak, onu gerçek anlamda görmeden yaşamak nasıl bir yaşamak? Gerçek anlamda görmek fiil değil midir? Baktığını, gördüğün yerde bırakmamak değil midir? Hiç kimse, örgütlü kötülüğe karşı mücadele ederken, ölürsem beni hatırlayacaklar mı diye düşünmez. O an, oluşturduğu kişisel etik gereği, iradesini ortaya koyup yapacağını yapar sonucundan bağımsız olarak. Onların, bütün bunları yaparken belki de bizden tek isteği bozuk düzenin çarkına bir çomak da bizim sokmamızdır kendi meşrebimizce…Görmek denilen olgudan beis budur bana göre.
Hayat sanatı taklit ediyor!
Bir köy düşünün, Lars Von Trier‘in 2003 yapımı Dogville filmini aratmayacak kadar yaygın kötülük halinde. Tek fark Dogville’de bu kötülük bir kadına karşıydı, burada 8 yaşında bir kız çocuğuna karşı.
Ayşenur Ezgi’nin İsrail askerlerince Batı Şeria‘da barışçıl bir eylemdeyken hedef gözetilerek öldürülmesinin ardından ABD Başkanı Joe Biden, “muhtemelen kaza gibi görünüyor. Kurşun yerden sekmiş ve kaza ile vurulmuş” açıklaması yapmıştı. Biden ve Trump açıklamalarıyla hep sanatın bir adım önünde zaten!
Artvin Hopa‘da ağaçları koruma mücadelesi verirken acımasızca katledilen Reşit Kibar’ın ölümü karşısında ise devlet katında tam bir sessizlik hakim, tüm ekoloji aktivisti cinayetlerinde olduğu gibi. Biz bu sessizliği çok iyi biliyoruz. Edouard Louis, babasının ölümünün yalnızca yaptığı işçilikle ilgili biyolojik bir ölüm olmayıp aynı zamanda toplumsal bir ölüm olduğunu müthiş bir gerçeklikle anlattığı “Babamı Kim Öldürdü” kitabında siyasilerin acımasız kurnazlığını şöyle dile getirmişti:
“Siyaset onların hayatını değiştirmez, belki azıcık. Bu da tuhaftır aslında, siyaseti yapan onlardır ama yaptıkları siyaset neredeyse hayatlarını hiç etkilemez. Siyaset, egemenler için genellikle estetik bir meseledir. Bir tür kendini keşfetme yöntemi, bir tür dünyayı algılama, kişiliğini inşa etme biçimidir. Bizler içinse ölmek ya da yaşamak anlamına gelir.” (1)
Ne Reşit Kibar cinayeti ne Narin Güran cinayeti ne de Ayşenur Ezgi Eygi cinayeti münferit ve tesadüf cinayetler değil. Hepsinin tetikçisi aynı. Küçük Narin’in ölümünün ardından sorumlu herkes yargılanacak demenizin, sosyalist kimliğiyle tanınan Ayşenur Ezgi’ye devlet katılımıyla tören düzenleyip hesap sorulacağı naraları atmanızın hiçbir karşılığı yok. Reşit Kibar ise zaten umurunuzda değil. Zira o üç cocuk babası, kamyon şoförlüğüyle geçimini sağlayan, herkesin yardımına koşan, neşeli ve herkesin Reşit abisiydi.
Kardeşlerimizi biz öldürdük!
Cinayetlerden, kötülüklerden, sömürüden, acılardan dolayı sistemi sorumlu tutalım. Evet sorumlu, hem de bizim bildiğimizden daha fazla gizli ve pis işleriyle…
Bunu ben de bazen yapıyorum. Sorumluluğu üzerinden atmanın müthiş bir katarsis etkisi var. Şimdi yazının başlığında sorduğum sorunun cevabına geliyorum: Kardeşimi ben öldürdüm.
İlksel insandan günümüze haysiyeti için acı çeken, ölümü göze alan insanları ve onların mirasını unuttuğumda öldürdüm kardeşimi. Bir halkın iktidarı, başka bir halka zulmederken seyirci kalarak ya da lafta bir şeyler yaparak öldürdüm. Bir kadının çığlığına kulaklarımı tıkayıp, aman başıma iş almayım dediğimde öldürdüm. Bakışlarıyla ne olur beni koruyun diyen çocuğun bakışının karşılığını verebilen bir toplumsallık geliştiremediğimde öldürdüm. Mermer ocaklarına karşı sedir ormanlarını savunup, kurdu-kuşu-böceği yaşatmak için elinden geleni korkusuzca yapan sevgili Ayşin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu‘yu fark edemeyip, sahip çıkmadığımda, davalarının peşine düşmediğimde öldürdüm.
Ama mücadele yaşatır! Nasıl bir mücadelenin cevabı ise sizde…
*
[1]Edouard Louis, “Babamı Kim Öldürdü”, Can Yayınları 2020, syf.48