İltica hakkında bilmemiz gereken birkaç husus – Cengiz Aktar

53.Cengiz-AktarSuriye kaynaklı kitlesel ve sonu görünmeyen iltica hareketi karşısında bütün ülkelerin bocaladığını görüyoruz. Özellikle Avrupalı sabık komünist ülke hükümetleri yakın geçmişte aynı durumda olduklarını pek hızlı unutmuşa benziyor. Bocalama Suriyelilere mahsus değil. Mülteciler hastalar gibidir, kimse hoşlanmaz, herkes onların yanlış bir şey yaptıkları için o hâllere düştüğünü düşünür. Bu suçluluk damgası onlara uzatılmayan yardım elinin de gerekçesidir. Bencillik cabası. Oysa mülteciler arasında yeni ülkelerinde harikalar yaratmış niceleri vardır. Göç bir nevî döllenmedir.

Mülteciler yerleri yurtları dahî olmadığından yoksuldan da yoksul olan, ancak toplu hâlde denizde boğulduklarında veya kamyon kasalarında havasızlıktan öldüklerinde haber olan lânetlilerdir. Onlara gösterilen “vebalı” muamelesi evrenseldir. Tam da bu yüzden eğer bir gün yabancı bir ülkeye yerleşebilirlerse oranın yerlisinden de yerli olurlar; kendilerini kabul ettirebilmek için.

Mültecilik hâli kaynak ülkenin genel insan hakları siciliyle birebir alâkalıdır. Dünyada hiçbir yürüyebilen canlı keyfinden göç etmez. İnsanı doğduğu yeri terk etmeye zorlayan bir siyasî, iktisadî veya içtimaî sorun illâki vardır. Mülteci bu sorunlar karşısında kendi devletinin hukukî anlamda güvencesini kaybetmiş insandır. Can güvenliği tehlikededir. Diğer yanda, bu temel hukuksal boşluk mültecinin her çeşit istismara açık olduğu anlamına gelir. Parasal, bedensel istismar mültecilerin canlarını kurtarmak üzere erişmeyi başardığı her yerde var. İrili ufaklı pek çok kişinin nemalandığı o kirli mülteci ticaretinin yıllık cirosu yüz milyar dolar mertebesinde. Belirleyici olan transit ve iltica edilen ülkelerin, başta istismarı engelleyecek şekilde işleyen bir iltica politikasına sahip olmaması. 1945’ten sonra şekillenen uluslararası hukuk, savaş esnasında asla uygulanmayan iltica ilkelerini 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’nde kayda geçirir. Batılı ülkeler gayet sınırlı, eksik ve bencil de olsa hukukî ilkeyi, sivil toplumun büyük katkısıyla uygulamaya çalışır.

İltica konusunda mütemadiyen Batı’ya ayar veren ve asırlardır göç alan, göç veren Türkiye’nin ciddî ve bir göç/iltica politikası yoktur. Bugün, yegâne dişe dokunur uygulama kapının hâlen açık olması. Çökmüş Suriye politikası iltica ayağında da çöküyor. Olmayan iltica politikasının nedeni 1951 Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafî çekince. Çekince uyarınca Suriyeliler gibi Avrupa dışından gelen iltica talebi işleme konmaz. Onlara ne anlama geldiği belirsiz bir “misafir” statüsü uygulanıyor. Bu geçici koruma, “sana bir üçüncü ülkeye gönderilinceye kadar müsamaha gösteriyorum” demek. Ancak öngörülebilir bir zaman diliminde memleketlerine geri dönmeyeceklerinden sorunlar çığ gibi büyüyor.

Çekince kalkmadıkça Türkiye’nin hukukî ve idarî anlamda sağlam ve insanî kaygılara cevap verecek çapta bir mevzuata sahip olması mümkün değil. Göç ve iltica konularında acıma ve hissiyat dolu, eşitsiz ve istikrarsız bir insan ilişkisine işaret eden “müsamaha” yaklaşımından çağdaş, hukukî ve diğerkâm “iltica” kavramına geçilmesi gerekiyor.

Hükümet mültecileri baştan itibaren tecrit etmeye çalıştı. Basın, diğer ülke delegasyonları, başta BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) olmak üzere diğer BM kurumları ve Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün, “Angelina Jolie’li organize turlar” dışında mültecilerle irtibatı yok. Nedeni Türkiye’nin mültecileri Suriye politikasının aracı olarak görmesi. Oysa silâhlı mülteci olmaz. Silahlı mülteci hem diğer mülteciler, hem yöre hem de kabul eden ülke açısından sakıncalıdır. Eğer kabul eden ülke, savaşın cereyan ettiği ülkedeki taraflardan birine askerî destekte bulunacaksa bu mülteciler vasıtasıyla olamaz.

Diğer yanda Türkiye ısrarla uluslararası camiadan maddî destek istemekte. Hâlbuki hükümet, mültecilerin ihtiyaçlarını kendi başına karşılayacağını dünya âleme ilân etmişti. “Siz verin parayı biz burada harcarız” yaklaşımı gayriciddîdir.

Son olarak, ilticanın Suriye ile sınırlı kalacağını sanmayın. Memlekette hüküm süren ceberut rejim bu gidişle yakında Türkiyeli mültecileri de, tıpkı 1980’lerde olduğu gibi yollara dökebilir.

Cengiz Aktar – Taraf

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR