Kültür-Sanat

Yozgat Blues: Bir görünmez adam hikayesi

0

Mahmut Fazıl Coşkun’un Altın Koza’da en iyi film dahil 5 ödül alan son filmi “Yozgat Blues” bu yıl izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Yozgat Blues, düşük tempolu, durağan, olayların pek bir şey olmuyormuş gibi aktığı bir film. Bu nedenle filme ancak bittikten sonra bir anlam verebiliyorsunuz. Bütün iyi sanat eserleri gibi, bütününe vakıf olduğunuzda, üzerinde biraz düşündüğünüzde, biraz olsun sindirebildiğinizde anlayabiliyorsunuz. İlk anda size bir şeyler eksikmiş gibi gelecek, ama zaman geçtikçe aklınızda daha çok yer edecek filmlerden biri Yozgat Blues. O nedenle filmi acele etmeden, üzerinde düşünerek ve ciddiye alarak anlamaya çalışmak gerekiyor.

Yozgat Blues hakkında yapılan değerlendirmelerdeki “taşra filmi” nitelemesi bu nedenle bana aceleci geliyor. Bu konudaki en iyi değerlendirmeyi Fatih Özgüven yapmıştı. Filmin “son zamanlar sinemasındaki genelgeçer taşra tahayyülüne karşı zalim” olduğunu söyleyen Özgüven haklı. Ama bana sorarsanız yönetmenin bize ne demeye çalıştığını anlamamız için bu değerlendirme de yeterli değil. Olayın Yozgat’ta geçmesi, yan hikayelerin taşra insanlarının hikayeleri olması filmin bir taşra filmi olduğu anlamına gelmiyor. Filmin adı Yozgat Blues, ama filmin Yozgat’la bir ilgisi yok, ya da bu ilgi Yozgat’ın filmin derdini anlatmasına elverişli bir mekan olarak kullanılmasından öte değil. Zaten yönetmen bize Yozgat’ı pek göstermiyor da. Şehrin belki de tek ayırdedici simgesi olan saat kulesinin bile ancak otelin duvarındaki bir fotoğrafının önünde poz veriyor “konuklar”. Filmin adı Yozgat Blues, ama müzik de aynı şekilde (simgesel görevleri olan, absürdleştirici) bir arka plan ögesi. Çünkü Yozgat Blues, mesela Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba’sından ziyade, Ömer Kavur’un (Yusuf Atılgan’ın romanından uyarladığı) Anayurt Oteli’yle aynı kategoriye giriyor.

Yozgat Blues’da aslında tek bir kişi var. Ercan Kesal’ın mükemmel bir karakter yarattığı şanson şarkıcısı Yavuz. Ayça Damgacı’nın oynadığı Neşe dahil, zaten az sayıda olan diğer karakterlerin hikayeleri Yavuz’un hikayesiyle gerçek anlamda hiçbir şekilde kesişemedikleri için önem taşıyor. Diğer karakterler ancak Yavuz onlara değerse bizim görüş alanımıza giriyorlar. Yönetmen bunu film boyunca abartılı yakın plan çekimleriyle, pek çok yan oyuncuyu göstermeden göstererek de vermiş. (Yemek masasındaki babaannenin sırtı mesela…)

http://www.youtube.com/watch?v=4adaFmgcyEY

Yavuz ise aslında bir görünmez adam. Zaten yönetmenin anlattığı hikaye bu yüzden daha en başından absürd bir temele dayanıyor. İstanbul’da yaşayan, belediye kursunda müzik dersi veren, düğünlerde Fransızca şansonlar söyleyen, hüzünlü, ciddi, 50 yaşlarında bir şarkıcı! Yani çizilen kişi aslında olmayan bir kişi. Böyle bir kişinin belediye kursundan bir öğrencisini yanına alıp Yozgat’taki bir gazinoda şanson söylemeye gitmesi de olacak işler değil. Bu yarı gerçeküstü zemini besleyen en önemli simge ise müzik: Yani hep aynı şarkının, ya da sonlara doğru şarkı olduğuna bile emin olamadığımız o hep aynı nakaratın hep aynı şekilde söylenmesi. Çünkü hikaye, aslında bir adamın görünmez olmasının hikayesi. Yani gerçeküstü, ama fazlasıyla gerçekçi.

Kimsenin fark etmediği, kimsenin anlamadığı, kimsenin aslında kim olduğunu, nereden geldiğini, neden bu işi yaptığını (ya da ne iş yaptığını) anlamadığı bu adamı herkes tanıyormuş gibi davranıyor. Bir de üzerine övüyorlar. (Taşra gazetesinin ya da radyosunun otomatiğe bağladığı övgü cümleleri…) Oysa Yavuz’u kendisinden başka kimse tanımıyor. Yavuz da film boyunca bize kendisini tanıtmıyor. (Kimse sormuyor ki!) Görünmez adam olmaktan çıkmak için küçük birkaç hamle yapmıyor değil Yavuz. Özenip yeni tabaklar alıyor mesela, ama Neşe fark etmiyor. (“Tam da otel tabağı ha!”). Gömleğinin leke olmasıyla uğraştırıyor bizi dakikalar boyunca, ama kimse yeni gömleğini görmüyor. Arabasını bile soran olmuyor. Kendi hayatı var Yavuz’un, öncelikleri, dertleri. O da bir insan neticede. Ama o bir görünmez insan.

Görünmezliğinin en simgesel kanıtı da peruğu zaten. Sabah uyanır uyanmaz taktığı, görünmezliğe bürünmesini sağlayan peruğu. Sadece bir kez, en sonda peruğunu çıkardığına, görünmez olmaya karşı direnmeye kalkıştığına tanık oluyoruz Yavuz’un, ama o otobüse binebiliyor mu, onu bilmiyoruz.

Yozgat Blues’un Yavuz’u, 21. yüzyıl Türkiyesi’nin Zebercet’i bence. Bugün bu hikaye Anayurt Oteli gibi bulantılı, varoluşçu bir tonda anlatılsa küf kokardı. Mahmut Fazıl Coşkun bize ironik, postmodern bir Zebercet hikayesi anlatıyor. Absürd, sonu kötü bitmeyen, ama nasıl bittiği de pek belli olmayan bir günümüz insanı hikayesi. Yozgat Blues’un bir anlam kazanması için arka plandaki taşra havasına fazla takılmamak, sıradan bir kaybeden hikayesi olarak da görmemek gerekiyor. Herkesin sürekli göz önünde, kameralar karşısında teşhir olduğu günümüzde,gerçekte birer birey olan (ya da olması gereken) insanların aslında nasıl  da görünmez olduğuna, ya da biçimsiz kalabalıklar içindeki görünmez adamlara dair derin bir anlatı Yozgat Blues. Hem bu nedenle, hem de Ercan Kesal’ın akıldan çıkmayan kusursuz oyunculuğu ile yılın benim için en akılda kalan filmi.

 

Ümit Şahin

@umitsahin

 

You may also like

Comments

Comments are closed.