Yıkılınca bir duvar- Hasan Bülent Kahraman

Dersim sadece Dersim olmaktan çıktı. Zaten bu derecede ağır, geniş ve kapsamlı bir tarihsel-toplumsal olayın sadece CHP-AK Parti tartışmasıyla sınırlı kalması düşünülemezdi. Olayların çapı hızla büyüyor ve önüne geleni içine, altına alan bir çığ halinde resmi tarih, toplumsal bellek, geçmişle yüzleşmek gibi daha dün denecek kadar kısa bir süre önce, 1989 sonrasında, Batı’nın yaşadığı bir “durumun” bizdeki tezahürüne dönüşüyor.

***

Gerçekten de 1989 sonunda Berlin Duvarı’nın çökmesiyle birlikte bir dönem kapanmış Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku çökmüştü. 1917‘de büyük, evrensel sonuçları olan bir devrimle kurulan sosyalist-komünist rejim çökmüştü. Kabul etmek gerekir ki, 1920‘lerde kurulan bütün büyük rejimler gibi (Lenincilik, Maoculuk, Kemalizm) ve o dönemi atlatıp 1930‘larda rejimlerini Faşizmle rehabilite eden Batı Avrupa toplumları gibi sosyalizm de Tek Adam kültüne dayanıyordu. Lenin-Stalin çizgisinde gelişen bu model tabii ki, totaliter bir rejimdi.
Bu rejimlerin ister sağdakileri olsun isterse soldakileri daima hızlı ve yoğun bir modernleşme öngörüyordu. Kalkınma, büyüme, teknolojinin toplumsallaşmış nimetlerinden faydalanma, orta sınıfın inşası gibi hamleler bu bürokratik, merkeziyetçi-devlet öncelikli rejimlerin meşruiyetini meydana getiriyordu.
Hepsinin altında Fransız Devrimi’nin temel kurgusu ve yöntemi vardı. Daima “devrimci radikalizm, şiddet ve terör”dü söz konusu olan “Kamu Güvenliği” (salut public) en önde gelen, en hassas konuydu. (Ah, şu gerine gerine “ben Jakobenim” diyenler, ah büyük cahiller…) Bütün bu rejimler polis devleti anlayışıyla bütünleşmişti.

***
Söz konusu rejim önce 1956‘da 20. Kongre‘de gevşedi. Gulag Takımadaları‘nı Soljenitsin, 1973’te yayınlayınca bitti. Uyanış, diriliş, ayağa kalkma derken son nokta 1989’da Berlin Duvarı yıkılınca koyuldu. Bu rejimlerin tamamı sert bir dalgayla 1990’ın ilk günlerinde tarumar oldu gitti.
Tümü bu yönetimler Tek Adam anlayışına dayanıyordu. Bu devletlerin tümünde bir kurucu baba (founding father) yer alıyordu. Bütün rejim onun etrafında düzenleniyordu. Toplumun rejimle uyuşumu hem polis kuvvetiyle hem de çok geniş bir sembol, mit, kült figür üstünden sağlanıyordu. Eğitim sistemi söz konusu uyumu, bütünleşmeyi sağlamanın en önemli, en işlevsel yoluydu.

***
Bu rejimler yıkıldı, gitti. Duvar aşağı indirildikten hemen sonra Doğu Avrupa ülkelerindeydim. Bilhassa Doğu Almanya‘ya gitmek istemiştim. Her şey dehşet verici görünüyordu. Artık “eski” olmuş Doğu Almanya’da bindiğim trenlerde, metrolarda, otobüslerde gördüğüm “insan manzaraları” ürperticiydi. Yaşlıların suratına bakıyordum.
Bir ülkenin bir şehrinden zorla şerle koparılıp alınmış ve bambaşka bür kültürle bütünleştirilmiş bu Doğu Almanya’da, şu Berlin’in (eski) doğusunda yaşayan bu insanlar bir rejime doğmuş, onun “doğrularıyla” yetişmiş, bir ömrü onun içinde geçirmiş, ne kadarsa artık nimetlerinden istifade etmişlerdi ve şimdi inandıkları, güvendikleri her şey hem somut hem soyut olarak gözlerinin önünde eriyip gidiyordu. Bıçaklar açamıyordu ağızlarını. Karamsarlık, hüzün, korku karışımı ifadeleri şimdi bazı fotoğraf kitaplarında mevcut.

***
Dersim tartışmaları sırasında ve sonrasında CHP‘nin tepkileri, toplumda bazı kesimlerin yaşadığı aynı korku, hüzün, karamsarlık duygusu bana bunları düşündürüyor. Kolay değildir bir rejimin sembolleri, mitleri ve kült figürleriyle tartışmaya açılması, sonra da eski önemini yitirmesi, eriyip gitmesi. Geride tortu, telaş ve tepki bırakacaktır.
Modernleşmenin nimetlerini sayıp dökerek, rejimin doğrularını öne çıkararak, geçmişindeki doğruları ve iyileri öne sürerek bir şeyleri kurtarmaya çalışmak da bir yöntemdir. Ama sonuç vermez. Tekçi rejim gider. Çünkü, şu bittiğini söylediğim rejimlerin tamamı modernleştiricidir, doğrudur- başarıdır denen unsurlar modernleşmeyle ilgilidir ve gene bu rejimlerin bir teki özgürlükçü, demokrat değildir. Ve değişim daima kuru ve altyapıya dayalı bir modernleşmeden demokrasiye doğrudur.

***
Şunları bir de CHP anlasa…

Hasan Bülent Kahraman – Sabah

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR