Ahmet Atıl AşıcıYeşeriyorum

Yeni Teşvik Yasası: Cari açık evet ama ya biyokapasite açığı?

0

Hükümetin açıkladığı yeni teşvik yasasının birincil amacı Türkiye ekonomisinin yapısal bir sorunu olan cari açığın azaltılması olarak basına yansıdı. Türkiye’nin 1960’larda Devlet Planlama Teşkilatı eliyle planlı bir şekilde büyümeyi seçtiği dönemde ithal ikameci sanayileşme politikalarının da amacı o sanayileri ülke içinde kurarak ithalat bağımlılığını azaltmaktı. Hep söylenen, kör topal da olsa ilerleyen bu süreç 1980’de ani bir kesintiye uğramıştır. O güne kadar Türkiye tüketim malları ve birtakım ara-malı sanayisini kurmayı başarmıştır. Ancak kimi ara-malları ve daha da önemlisi yatırım malları (makine vs.) sanayisini kuramadan ekonomi 1980’de bambaşka bir dönüşümün içine girmiştir. Bu yapısal sorun, yani ekonominin büyürken cari açığın (basit olarak ihracat eksi ithalat olarak ifade edelim) da büyümek zorunda olması Türkiye’nin 1980 sonrası yaşadığı krizlerin en temel sebeplerinde biridir. Yani, eğer uygulamada ümit edilen başarı sağlanabilirse, bu yasa Türkiye ekonomisinin en temel kırılganlıklarından biri olan cari açığa çare olabilir. Kendi içinde düşünüldüğünde bu hedef doğrudur, hedefe ulaşmak için sadece teşvik araçları yeterli olmayacak, kimi köşe yazarlarının belirttiği gibi faiz oranı ve döviz kurunun da bu politikaları destekler mahiyette belirlenmesi zorunludur. Aksi halde, birinin yaptığını diğeri yıkacak, herhangi bir sonuç alınamayacaktır.

Bu noktayı tespit ettikten sonra yasanın ayrıntılarına indiğimizde neler görüyoruz, biraz ona bakalım.

Yukarda da değindiğimiz gibi bu yasa Türkiye’nin ekonomisi büyürken cari açığa sebep olan sektörlerdeki yurtiçi üretimi artırmaya çalışmakta. Hangi sektörler bunlar? Demir-Çelik ve madencilik (toplam ara malı ithalatının %28’i bu sektörde yapılıyor), otomotiv ve makine (%18), kimyasallar (%21), tarım (%9) ve tekstil (%9). Demir-çelik sektörü ilginç, Türkiye 15.7 milyar ton hurda çelikle dünyanın en büyük hurda ithalatçısı, bu hurdalar yurtiçi üretim ve ihracat için işlenmekte.

Şimdi, demir-çelik sektörünü hiç sorgulamadan, yani Türkiye küresel iş bölümüne gerçekten hurda çelik ithal edip, bunları işleyip çelik üreterek mi entegre olmalı diye hiç sormadan, sırf sebep olduğu cari açığı azaltmak için ne yapılmalı diye sorulduğunda, yasada yer alan, “e o zaman, yurtiçi ve yurtdışı maden yatırımlarını artıralım” sonucunun çıkması kaçınılmazdır. Çin’in dünaynın dört bir köşesinde hızla artmakta olan maden yatırımlarına öykünmenin gideceği pek bir yer yok, ne yazık ki. Bu da bizi yazının esas meselesi olan biyokapasite açığı kavramına getiriyor.

Uzun dönemde cari değil biyokapasite açığı daha önemli?

Biyokapasite açığı ne demek önce onu tanımlayalım? Her ülkenin, tarım alanı, otlak, su kaynakları, deniz, göl, orman formlarında bir biyolojik kapasitesi var. Her ülkenin bir de, üreterek, ihraç ve ithal ederek sebep olduğu bir ekolojik ayakizi var. Ekolojik açık, tüketimin sebep olduğu ekolojik ayakizinin biyokapasiteden fazla olması anlamına geliyor. Yani, doğanın kendini yenileyebilme gücü üzerinde tüketen bir ülke, ya kendi doğal kaynak stoklarını geri dönülmez bir biçimde azaltıyor ya da başka ülkelerden bunu ithal ediyor demek oluyor. Tüketimin tüm dünyada hızla artması, bu küresel biyokapasiteyi elde etmek için mücadelenin de artması anlamına geliyor. Çin’in tüm dünyadaki madencilik yatırımlarını, büyük tarım arazilerini kapatmasını bu şekilde yorumlamak mümkün.

WWF Türkiye’nin geçen haftalarda yayınladığı Türkiye’nin Ekolojik Ayakizi Raporu’nda  “2007 yılında Türkiye’de kişi başına düşen tüketimin Ekolojik Ayak İzi 2,7 kha ile kişi başına küresel biyolojik kapasitenin %50 üzerindeydi. Bir başka ifadeyle; dünyadaki herkes ortalama bir Türkiye vatandaşı kadar tüketseydi, 1,5 gezegene ihtiyacımız olacaktı. Türkiye, doğal kaynaklarını, kendini yenileyebilme hızından daha fazla tükettiği için ekolojik açıdan borçlu ülkeler arasında yer alır. Türkiye’nin, biyolojik kapasite fazlasına sahip olma durumundan biyolojik kapasite açığına gelmesinin en temel nedeni nüfus artışıdır” denilmektedir. Sahip olduğundan daha fazlasını tüketen Türkiye bu kapasiteyi dışarıdan ithal etmeye 1989 yılında başlamış görünüyor. Ondan önce az da olsa biyolojik kapasite ihracatçısı olarak görüyoruz Türkiye’yi.

Figür 1. Kişi Başına Ekolojik Ayakizi ve Biyolojik Kapasite: Türkiye 1961-2008





Kaynak: Global Footprint Network.

Yeni yasa, Türkiye’nin cari açığını azaltmayı başarabilecek mi bilemeyiz, ama sektör lobilerinin etkisi altında herhanig bir vizyondan yoksun olarak belirlenmiş sektörler Türkiye’nin biyokapasite açığını azaltmayacak, aksine önerilen politikalar Türkiye’nin biyolojik kapasite açığını daha da artırıp, gelecekte dünya kaynakları üzerinde oluşması kaçınılmaz gerginliklere daha kırılgan hale getirecektir. Yeni Teşvik Yasası’nı bir de bu açıdan değerlendirip gerekli değişiklikler acilen yapılmalıdır.

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.