Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Yapay zeka, kentler ve demokrasi

0

[email protected]

Türkiye çok yakın bir gelecekte kendi geleceğini belirleyecek ve bu gelecek aynı zamanda kentlerin de geleceği bakımından etkili olacak (ya da olabilir).

Doğal olarak, bu geleceğin nasıl olacağı ve kurulacağı üzerinde birçok tartışma yapılmakta. Gelecek (ve elbette geleceğin bir karşıtı ya da kaynağı olarak geçmiş/ tarih) tartışmaları zaten her zaman yapılır. Ancak dünyanın belki de II. Dünya Savaşı etkisiyle içine girdiği hızlı ve gerçekten devrimci olan teknolojik gelişmeler çağı o kadar büyük bir hızla ivmelenerek gelişiyor ki teknolojinin kullanımı/kötüye kullanımı ve yarattığı avantajlar ve sorunlar giderek daha ön plana geçmeye başladı.

Bunun en son örneği, yapay zeka (AI) ile ilgili araştırmaların altı aylık bir süre için durdurulması… Tartışmaların ana konusunun bu teknolojileri kullanmanın sonuçlarının giderek öngörülemez/kestirilemez olması ya da AI ile geliştirilen robotların geleceği ve insanlığın yarattığı bütün değerler ve etik, kültür ve vicdan bakımından alacağı ve uygulayacağı kararların öngörülemezliğinin yaratacağı risk, vb. gibi başlıklar olduğu söylenebilir.

Kent planlamasında yapay zekanın rolü

AI belki yeni bir konu değil. AI kullanımının yaygınlaştığını birçok üretim veya meslek konusunda zaten görüyoruz. Belki AI desteği olmaksızın artık astronomi, fizik, belki jeoloji ve mühendisliğin birçok alanında kuramın geliştirilmesi, en önemlisi, savaş teknolojilerinin üretimi düşünülemez bile. Ancak AI kentlerin geleceği bakımından da giderek daha çok tartışılan alanlardan biri haline geldi. Aynı düşünceyi başka türlü ifade edecek olursak, kent planlaması ile yapay zeka ilişkilerinin irdelenmesi gerekiyor.

Bu gereklilik bir bakıma gelişen teknolojilerle ve daha önce kullanmaya başladığımız “akıllı kentler” terimiyle birlikte ortaya çıkmıştı. Ancak yeni durum birçok bakımdan farklı ve yeniden düşünmeyi gerektiriyor. Tartışmaya önce güncelleşmeye başladığı alanlarla girelim. Böylece, tartışmayı genişletmek ve yeni olanı söylenmiş olanlarla sınamak daha kolay olacak.

Depremin, bu büyük felaket ve yıkımın hemen ertesinde (yaklaşan seçime sağlayabileceği propaganda gücü de düşünülerek) başlatılan çok savruk “yeniden inşa ve imar” uygulamaları, AI için duyulabilecek gereksinimi ister istemez düşündürüyor. Ama belki daha da önemlisi savaşın yıktığı kentlerin (özellikle Irak ve Suriye’de ve daha yakın zamanda da Ukrayna’da vb.) yeniden yaşamaya başlamasında AI kullanımı dikkate alınan düşünceler arasında… Sorunu, deprem ya da başka türlü afetler ya da savaş gibi nedenler dolayısıyla ele aldığımızda AI makul, hatta olmazsa-olamaz diyebileceğimiz kadar ön plana geçen bir fikir oluyor. Çok büyük bir hızla yıkıma uğramış kentlerin/yerleşimlerin yine çok büyük bir hızla, üstelik olabileceği kadar iyi hesaplanmış bir maliyetle yeniden üretimi için AI, çok büyük olanaklar sağlıyor.

AI, yıkıma uğramış kentlere nasıl katkı sunabilir?

Suriye ve Irak’ta yıkıma uğramış kentlerin, yıkımın yanı sıra olağanüstü tarihsel zenginliği veya geçmişle ilgili taşıdıkları kültürel mirası kaybetmesi (ya da tarihi mirasın/mekansal ve kültürel değerinin hem korunması hem de geleceğin kentine uyumlaştırılması) gibi sorunları AI’nin yardımıyla hızla ve kabul edilebilir bir maliyetle çözebilme vaadi çok göz alıcı duruyor.

Belki Antakya gibi depremle büyük bir yıkıma uğramış veya Halep gibi geçmişini yaşayarak sürdürmeyi yakın zaman kadar başarmış ama savaşla nerdeyse dümdüz edilmiş kentler üzerinden düşünürsek “AI iyi bir öneri olabilir” diyebiliriz. Ancak bu kentler, çeşitli nedenlerle yerel toplumunun bir ölçüde kenti terk ettiği veya içinde bulunulan travmanın nedeniyle sosyal-psikolojik olarak çok sarsılmış ve birçok konuda demokratik işleyişler için kaygı duyabilecek durumda olmayan, küçülmüş nüfuslara sahip olan kentler…

Kentlerin yerel nüfusları dağılmış ve küçülmüş olsa da kentlilerin kararlarının yerine geçecek teknolojik ve otomasyona bağlı (belki çok daha iyi boyutlandırılmış ve irdelenmiş, maliyetleri iyi hesaplanmış) hızlı kararların kuracağı kentin daha yaşanabilir ve daha konforlu, daha “iyi” olabileceğini düşünmek yine de oldukça zor… Buradaki “iyi”nin ne olduğunu ve zorlukların neler olacağını ve nerelerden kaynaklanabileceğini biraz daha açmak gerekiyor. Bu kısa yazı kuşkusuz “AI ve kentlerin geleceği” sorusunu bütünüyle aydınlatmak için yeterli olmayacak. Ancak düşünmeye başlamak veya tartışmanın boyutlarına dair bazı öngörüler için fikir verebilir…

Başlangıç olarak, AI tartışmasının (Elon Musk dahil, bu teknolojiyle ilgili veya bu teknolojileri geliştirmekte olanların yazdığı deklarasyonun güncelliğini de dikkate alarak) ulaştığı yerde şu soruları sorabiliriz: AI teknolojisinin sağladığı olanaklarla çok büyük (sonsuz diyebileceğimiz kadar büyük) veriyi toplayabilen, sınıflandıran ve depolayabilen, bu veriyi analiz edebilen ve analizlerden çıkan sonuçlara göre seçenek geliştiren, karar alabilen, (seçim yapan ve) kendiliğinden davranabilen dijital bir süreç, bilginin (ve elbette bu bilginin oluşumunu/elde dilmesini sağlayan her türlü özel ve kamusal verinin) aşırı derecede merkezileşmesi anlamına gelmez mi?

Gelişen teknoloji sayesinde merkezileşen “büyük veri” ve bilgi eğer devletler ya da özel şirketler (tekeller) tarafından bilinebilir/kullanılabilir haldeyse, bu soruna karşı toplum, kentliler, en alt düzeydeki küçük yerel topluluklar ve birey kendisini nasıl koruyabilecek?

Aynı soruyu eğer bu büyük işlem kapasitesine sahip olan (software ve hardware) yazılımların ve makinelerin (belki robotların da diyebiliriz) kendi geliştirdikleri yeteneklerle bu kararları üretiyor olmaları ve uygulamaları durumunda kendimizi nasıl koruyabileceğimiz bakımından da sorabiliriz.

Bu sorular, asıl sorunun “büyük veri” toplama ve elleçleme/analiz etme ve karar üretiminin giderek aşırı merkezileşmesinde olduğunu gösteriyor. Bu aşırı merkezileşmiş güç ve iktidar karşısında küçük ülkeler ve firmalar, kentler ve yerel topluluklar ve birey kendi adem-i merkezi konumlarını koruyabilecek mi? Hatta artık böyle bir konum kalabilecek mi? Bu konumun yitmesiyle birlikte, özgürlükler ve ortak kararlar üretmek istediğimizde gereksinim duyduğumuz/duyacağımız demokratik işleyişler, kurallar ve kurumlar vb. olabilecek mi?

Özgürlük ve demokrasi kavramları ne olacak?

Teknolojinin, özellikle iletişim ve taşıma teknolojilerin ve bu gelişmiş teknolojik olanaklardan yararlanarak geliştirilen kitle imha silahlarının bulunduğu dünyada sadece kentler için değil bütün insanlık için bir gelecek var mı? Ya da bu geleceğin içinde özgürlük/demokrasi vb. gibi kavramların herhangi gerçek bir yeri olacak mı?

Distopik bütün edebiyatta (bir bakıma belki Jules Verne’den başlayan gelecekçi edebiyatta) bu sorular zaten çoktan beri sorulmakta ve tartışılmakta. Bizler de kentler ve kentlerin geleceğindeki demokrasinin, özellikle katılımcı bir demokrasinin olumsallığı/olabilirliği üzerine bir süredir tartışıyoruz. Üstelik ülke yakında bir seçim yapacak ve belki kendi tarihinde bir dönüm noktası yaratacak biçimde daha özgürlükçü ve demokratik bir toplumsal yapıyı gerçekleştirme arayışı içinde olacak…

Biliyorum, tam da toplumun böylesine heyecanlı ve yaşanan afetler savaşlar nedeniyle iyice endişeli olduğu dönemde bu tür sorular üzerinde durmanın zamanı değil… Ama yine de bu deklarasyonu gördük hepimiz. Hepimiz bu teknolojileri belli bir düzeyde kullanıyoruz ve onları sürekli yeniliyoruz. Gelişmelerin getirdiği konforlara alışığız ve robotlarla sohbet etmeye başlıyoruz…

Galiba bu tür tartışmalar için ne erken ne de geç olmayan bir dönemdeyiz.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.