Çok heyecanlanıyorum ben böyle şeyleri görünce, yaşayınca. Çığlık atmak geliyor içimden. Akıl almaz işlerin olduğu Türkiye’de, aslında ne denli güçlü bir tarihsel birikimin, nasıl yok edilemez bir ‘itiraz’ kültürünün ‘de’ var olduğunu, o kültürün tortusunun bir yerlerde sessiz sedasız beklerken bir vesileyle ortaya çıkıverdiğini görmek, beni mutluluktan uçuruyor.
Tekel işçilerinin Ankara Sakarya’da kurdukları çadırlarda geçirdikleri o
haftalar gibi… On binlerce insanın ‘Adalet Yürüyüşü’nde o sıcakta, o zorlu koşullarda inat ve dirençle ‘hak-hukuk-adalet’ deyişi gibi… Gezi döneminde düzenlenen park forumlarında yüz binlerce insanın bir araya gelip ‘dertleşmesi’ gibi… İstanbul seçimi iptal edilince ‘alın o zaman’ dercesine verilen 800 bin oy farkı gibi… Oy çuvallarının üzerinde uyuyanlar gibi…
Yurttaşlık anları
Bunlar ‘yurttaşlık anları’, nefes alınan anlar. Vergilerimizle ‘ekmek
verdiğimiz’ sayın makam arabalılara, “Sakin ol, sahip olduğun ne varsa ben izin verdiğim ve emek harcadığım için var” denilen anlar.
İstanbul’da yapılması planlanan kanal projesine karşı binlerce insanın,
hazırlanan rapora karşı ‘itiraz dilekçesi’ vermek için yağmur soğuk dert etmeden kuyrukta beklemesi, yine böyle tarihi bir ‘yurttaşlık anı.’ İngiltere’de yasama yetkisi, yüzyıllar önce uyruk temsilcilerinin her yıl hükümdara sunduğu dilekçelerin, zaman içinde yasa metinlerine dönüşmesiyle doğmuştu. Anlayacağınız, öyle dilekçe deyip geçmeyin sakın!
O kuyrukta bekleyen insanlar, azınlıkta mıdır çoğunluk mudur; diğer
sorunlarımıza dair özgürlükçü bir çizgide mi yoksa tutucu mudurlar? Boş verelim şimdi bu soruları.
İtiraz hakkı
Velev ki bu satırların yazarı ya da okuyanlarla pek çok konuda farklı
düşünüyorlar. Önemli olan, ellerinde şemsiye, soğuktan titreyerek o kuyrukta bekliyor olmaları. Hiçbir bireysel çıkarları olmadan. Yönetenlerin asla anlamayacakları bir durum bu. Kuyruktakiler itiraz ediyorlar. Bıkkın ama kararlılar. Şehirlerine, topraklarına, memleketlerine sahip çıkıyorlar.
Hiçbir karşı çıkışı küçümsememek gerek. Tümü, toplu bir deneyimin
parçası ve yurttaşlaşma sürecinde küçük, küçüklüğü ölçüsünde mücevher değerinde. Boş verelim iri sözleri, büyük adımları. Böyle böyle oluşuyor, oluşacak yurttaşlık bilinci. Kalabalıklar, ‘deneyimleyerek’ yurttaş haklarına sahip çıkıyor. Bundan daha güzel ne olabilir!
Anlamıyorlar tabii. Üç güne kalmaz ‘feşmekan örgütü başlatmış imza
kampanyasını’ diyebilirler, misal. Üç beş cümleleri var, biri bu. Anlamıyorlar. Dünyanın ve Türkiye’nin değiştiğini, insanların ne halde olduğunu, bıkkınlığın ölçüsünü, afra tafranın eninde sonunda herkese illallah dedirteceğini kavrayamıyorlar.
Diğer yandan, ‘hayırlara vesile’ bir ‘anlamama hali’ bu belki de! Bu sayede, milli eğitim tornasının neden olduğu zarar telafi ediliyordur, kim bilir. ‘Düşünmemek, sorgulamamak ve yalan yanlış bir tarih bellemek’ sac ayakları üzerine temellendirilmiş eğitim tornasından çıkan kalabalıklar, ‘yeter’ demeyi öğreniyor. Eşitlik için önce yurttaşlık bilinci gerekiyorsa eğer, ‘yeter’ sözcüğü ilk adım.
Bu rejimlerin alameti, baskı ile yaratılan ‘sessizlik’ ortamını, bir zaman
sonra ‘memnuniyet’ sanmak. Ne yapsın insanlar? Yönetime katılabilmek için önlerinde yalnızca sandık seçeneği var. Onun selameti de ayrı bir konu! Demokrasi sandıktan ibaret değil ki. Hele ki geleceğin demokrasisinde sandık, muhtemelen tali araçlardan biri olarak işlev görecek.
‘Yeter’!
Devir değişti, devir. 16 yaşında bir kız çocuğu dünyayı sarstı. BM’de
konuşma yapıp Time’a kapak oldu. Trump, Putin gibi kabadayılar sessiz
kalamayıp bir şeyler söylemek zorunda kaldı. Dünyanın sayısız şehrinde
milyonlarca ‘yurttaş’ iklim protestosu gerçekleştiriyor. Ha keza, her yerde kadınlar ayakta. Her yerde ve Türkiye’de. Akıl fikir sahibi insanlar olup biteni görüyor, anlıyor ya da anlamaya çalışıyor. Yükselen yalnızca otoriterlik değil Batı’da. ‘Yeter’ diyen sıradan yurttaşın sesi de giderek daha fazla çıkıyor. Milyonlar, üç beş ahlaksız sömürgen servetini biraz daha büyütsün diye havanın suyun zehirlemesine tahammül göstermiyor.
Artık herkesin herkesten hesap sorduğu, herkesin her yere ulaşabildiği
bir maceradayız. Bunun olumsuz ve olumlu yanlarını yaşayacağız yıllar içinde. ABD’deki biri benim elimdeki gazeteyi benden daha net okuyabilir, doğru ve çok ürkütücü. Buna mukabil ben de onun yalanını üç gün içinde öğrenebiliyor ve oradaki sıradan yurttaşla istediğim anda temas kurabiliyorum! Eh, bu da onlar açısından ürkütücü!
Memleketteki güncel çekişme, bilgilenme, haberdar edilme haklarıyla, höt zöt arasında geçiyor. Biri Kanal’ın muhtemel çevre zararlarını anlatırken, diğeri ‘Karadeniz her an patlayabilir’ diyor. Biri uluslararası hukuktan söz ederken, diğeri ‘Vatikan altın saklamış oraya,’ diyor. Biri deprem riskine dikkat çekerken, diğeri ‘yerli ve milli değilsiniz’ diyor. Biri ‘bilimsel ve tarihsel verileri’ anlatırken, diğeri ‘çatlasanız da patlasanız da’ buyuruyor.
Ve Türkiye’de sıradan insan, nefes alma hakkına, denizine, toprağına,
coğrafyasına sahip çıkıyor. O kuyruktakiler ve gönlü onlarla birlikte olanlar. Ağır da olsa, çok yavaş da olsa, hak bilinci yeşeriyor.
İnsanlara hiçbir şeyin olması gerektiği gibi anlatılmadığı, aslında çoğu
zaman herhangi bir şeyin anlatılmadığı, anlatılanların ise çoklukla yalandan ibaret olduğu bir toprakta yaşıyoruz.
Buna rağmen azınlıkta olup inatla direnenler, her şeye rağmen farkında
olan, itiraz edenler var. Dilekçe kuyrukları gibi muhteşem ‘yurttaşlık anlarının,’ birlikteliği ve hak mücadelesini büyüteceği kanısındayım. Her tarafımız tel tel dökülürken, insani ve kurumsal çöküş yaşanırken; kayayı delen her minik ve yemyeşil yaprak çok değerli, güzel görünüyor.
Verilen dilekçeler hiç işe yaramayabilir, kibirden önünü göremez hale
gelmiş olanlar o dilekçeleri zerrece umursamayabilir. Önemi yok. Önemli olan o kuyruklar.
Sandık değil, doğru bilgilendirme önemli
Bıkıp usanmadan anlatmak gerek. Herkes insan muamelesi görmek ister.
Herkes kendine bir şey anlatılsın, birileri onu ciddiye alıp konuşsun ister. Hele ki bu çağda, artık yurttaş katılımının asıl yol göstericisi ‘doğru bilgilendirme’ olmak zorunda.
Kanal tartışmasında muhalefet ‘sandığa’ vurgu yapmak yerine,
usanmadan bilgilendirme yolunu seçmeli, ki şu ana dek bunu çok iyi yapıyor. Doğru ve yoğun bilgilendirme yapılmadan ortaya konulacak sandık, umulmadık sonuçlar verebilir ve artık bu külhanbeyi ‘Bonapartist’ tuzaklara düşmeden siyaset mümkün olmalı.
Bir yurttaş olarak, aldığım ‘nefesi’ oylamaya sunmak istemiyorum, bu kadar basit. Yaşamımı, çocuğumun geleceğini ‘oylamak’ hiç kimsenin haddi değil. Biri çıkıp ‘köleliği’ gündeme getirse, oylama mı yapacaksınız?!
Bir kez daha: Demokrasinin içerdiği katılım yollarından yalnızca biri olan ‘sandık’ tapınmasına lüzumundan fazla iltifat etmeden, öncelik ‘doğru bilgilendirmeye’ verilmeli ve insanlara yurttaş oldukları hatırlatılmalı. Marifet ve geleceğe dönük yarar burada. Teknoloji fazlasıyla imkân tanıyor.
Bu memlekette üç gün önce haysiyetsiz birileri, vefat eden yabancı
uyruklu işçiyi yol kenarına bıraktı. Bir diğeri, iki işçisine hata yaptıkları
gerekçesiyle işkence yaptı. Halimiz bu. Fakat aynı toprakta, sesini duyuramayan, ne yapacağını bilmeyen, yapılması gerekeni gördüğündeyse harikalar yaratan milyonlarca dürüst insan var. Her görüşten. Kalın bir sis perdesinin arkasındalar nicedir. Ama oradalar.
On binlerce ‘yurttaş,’ ellerinde dilekçe kuyruk bekliyor yağmur altında.
Harika. Selam olsun o kuyruktakilere. Bu harika ‘yurttaşlık anının’ emekçilerine…
Teşekkür notu: Bir seçmen sıfatıyla, iktidarın şu aralar hedef aldığı Ömer
Faruk Gergerlioğlu’na teşekkür ederim. Kendisi, milletvekilinin nasıl olması gerektiğinin en canlı ve etkileyici örneği. Sağ olsun, var olsun.