Dış Köşe

Üç kadınla medeniyetler buluşması – Selami İnce

0

Her kim Türkiye’de özgürlüklerden ve liberalizmden bahsediyorsa Sabine Leutheusser-Schnarrenberger adını bir yere yazmalı. Hele bunlardan söz eden kişi televizyonlarda ahlak dersi veren ileri demokrat bir kanaat önderi, kibirli liberal köşe yazarı, onurlu milletvekili, ahlaklı bakan, sorumlu parti yöneticisi ve hatta başbakan ise, bu ismi sürekli aklında tutmalı. En azından, ülkemizde her insan hak ve özgürlüklerinden, parlamentonun onurundan, liberal düşünceden falan bahsedildiğinde utançla bu uzun isim hatırlanmalı.

Kasetlerin, telefon dinlemelerin ayyuka çıktığı, dört kadın almanın faziletlerinin anlatıldığı, internet yasaklarının gündemde olduğu, iktidardan farklı düşünmenin ‘terör suçu’ sayıldığı bu günlerde bir ülkede, bildiğiniz bir liberal olan bu Alman parlamenter ve Adalet Bakanı Sabine Leutheusser-Schnarrenberger’i hatırlamak neye yarar? Bu soruya cevap vermek yerine, Sabine Hanım’a dair birkaç anekdot anlatayım, gerisine isterseniz siz karar verin:

DEVLET ÖZEL HAYATA GİREMEZ

Almanya’da 1995 yılı sonlarına doğru, 14 Aralık günü öğleden sonra televizyonlarını açanlar, haberlerde parlamentoda bir kadının ateşli ateşli bir süre konuştuktan sonra ağlamaya başladığını ve ortalığın biraz tuhaflaştığını gördü. Aynı kadın, kısa bir aradan sonra kendini topladı ve 18 Mayıs 1992’den beri sürdürdüğü Adalet Bakanlığı görevinden istifa ettiğini açıkladı. Meclis başkanının kendisine son birkaç söz daha söylemesine izin vermesini istedi ve şunları söyledi:

“İnsanların özel hayatlarını gözetlemeye ve konuşmalarını dinlemeye izin veren bir hükümette görev alamam. Savunduğum liberal düşünce asla, kişilerin özel hayatlarının sere serpe göz önüne serilmesine müsaade etmez. Nedeni ne olursa olsun, devlet bireyin özel hayatına giremez, girilmesine müsaade etmez. Bu karar Almanya’nın faşist döneminden sonra aldığı en acı, en karanlık kararlarından biridir. Almanya bu karardan sonra yas tutmalıdır. Ben bu karardan dolayı kendi adıma utanç içindeyim…”
Bu sözler o yıllarda televizyonlarda defaten gösterildi. Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, yasa gereği, yaklaşık bir ay sonra, 17 Ocak 1996’da bakanlıktan ayrıldı. Partisi, liberal Hür Demokrat Parti (FDP) iktidarda kalmasına, muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ile koalisyonu sürdürmesine rağmen Sabine Leutheusser-Schnarrenberger istifa etmişti, neden?

SOL LİBERAL-SAĞ LİBERAL

Almanya, 16 yıl süren Helmut Kohl’ün başbakanlığı döneminde 1980’li ve 90’lı yıllarda ‘suçla mücadele’ adı altında bir hayli histerik kararlara imza attı.  Özellikle yabancı suçlularla mücadele, uyuşturucu kaçakçılığı gibi konularda hükümet, Meclis’ten şüpheli telefon dinleme, şüpheli evi ya da büroyu gözetleme veya ortam dinleme yasası çıkartmak isteyince, koalisyonun küçük ortağı FDP’deki bir avuç liberal, liberal düşünceye göre bunun asla mümkün olmaması gerektiğini savunmaya başladı.

Leutheusser-Schnarrenberger, bu düşünceyi savunanların başını çekiyordu ve parti sağ liberallerle-sol liberaller olarak bu konuda ayrıştı. Konu üyelere soruldu ve üyeler yasaya evet demek gerektiği yönünde oy kullandı. Leutheusser-Schnarrenberger’in ağladığı oturumda da tasarı Meclis’e geldi,   teknik düzenleme için liberallerin oyuyla komisyona gönderildi. Tasarıya kendi grubu evet oyu verdi. Peki, tasarı bizdeki gibi, polise istediği anda ve her zaman kılıfına uydurarak dinleme hakkı veriyor muydu? Ortam dinleme veya gözetleme hakkı kimlere veriliyordu ve hangi durumlarda bu hak kullanılabilecekti?

DİNLEME İNSAN ONURUNU ZEDELER

Bir avuç liberalin önlemek için canla başla savaştığı yasa aslında, bizim öpüp başımıza koyabileceği bir yasaydı ve yasa daha çok ‘nasıl dinlenilemez, nasıl gözetlenilemez’ konusunu düzenliyordu. Ama buna rağmen, mahkemeye yasayla belirlenmiş bazı ciddi durumlarda dinleme ve gözetleme hakkı veriyordu. Ne okyanus ötesine ne de berisine asla dinleme veya gözetleme hakkı vermediği gibi; mahkeme, sadece suçla veya soruşturmayla ilgili kısımları sadece dava süreci boyunca kullanmayı da karara bağlıyordu. Savcı ya da hâkim kararı değil, mahkeme kararıydı aranan.

Bütün bunlara rağmen, Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, gözyaşları içinde ‘evrensel liberal ilkeleri’ hatırlattı ve yasakçı zihniyet altında bakan olma onursuzluğunu taşıyamayacağını bildirdi. Bu yasayı çıkaracak hükümetten istifa etti. Asla, başka gerekçelerle hükümetinin kararını savunmaya kalkmadı. Yasa tasarısının her görüşüldüğü oturumda partisi ve hükümet aleyhinde, tasarı aleyhinde canla başla konuşma yaptı.

Tasarı 1998’de hükümet çoğunluğu ile yasalaştı. Leutheusser-Schnarrenberger, kendisi gibi sol liberal olan parlamenterler Gerhart Baum ve  Burkhard Hirsch  ile yasa aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme 2004 yılında, bu üç kişinin taleplerini haklı buldu ve yasanın yer yer ‘insan onurunu zedelediğine’ ve bu anlamda “Anayasa’ya karşı olduğuna” karar vererek yasayı iptal etti.

Sabine Leutheusser-Schnarrenberger, “Önemli olan hükümet ya da bakanlık değil. Önemli olan evrensel prensipler ve insan onuruydu” diye açıklama yaptı. Buna ‘varan bir’ diyelim.

KENDİ BAKANLIĞINA KARŞI DAVA

Şimdi ‘varan iki’ye bakalım. Varan iki biraz daha ilginç gibi görünüyor. 2007 yılında bu sefer hükümette sosyal demokratlarla–muhafazakârlar koalisyonu vardı ve yine hükümet ‘suça karşı mücadele’ adı altında bir yasa çıkarmıştı. 2007 Kasım ayında çıkan yasa, telefon konuşmalarının ve internet bağlantı izlerinin 6 ay saklanmasına, gerekirse bu arşive polisin mahkeme kararıyla uzanabilmesine imkân veriyordu. Kısaca, ‘veri saklama yasası’ diyebileceğimiz yasaya karşı da bu üçlü Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. (Bizde verilerin bırakan 6 ay saklanılmasını adeta sonsuza dek saklandığını ve isteyen herkesin bu verilere ulaşabildiğini hatırlayalım.) Mahkeme başvuruyu görüştü ve geçen Mart ayında kararını verdi. Bu yasa da iptal edildi.

2 Mart 2010 tarihindeki karar duruşmasında Adalet Bakanlığı’nı Anayasa Mahkemesi’nde kim temsil etti dersiniz? Tabii ki, Sabine Leutheusser-Schnarrenberger. Çünkü Leutheusser-Schnarrenberger bu arada liberallerin ortaklığında kurulan Merkel hükümetinde 28 Ekim 2009’dan beri Adalet Bakanı’ydı. Yani 13 yıl sonra tekrar aynı göreve gelmişti. Peki, daha önce karşı olduğu, Adalet Bakanlığı aleyhine Anayasa Mahkemesi’ne gittiği yasayla ilgili olarak duruşma günü ne tutum aldı? Herkes, kendisinin gitmesine gerek olmadığını, hatta başka başvurular da olduğu için, zaten davanın görüleceğini ve şikâyetini geri çekmesini önerdi. Leutheusser-Schnarrenberger elbette, bizzat mahkemeye gitti. Elbette davadan vazgeçmedi ve kendi bakanlığına karşı açtığı davada, kendisine karşı muhalefette olduğu zamandaki tutumunu sürdürdü. Yasa iptal edildi. Olay biraz karışık gelmiş olabilir ama şöyle düşünün: Prensip diye bir şey var. Muhalefetteyken başka, iktidardayken başka düşünmüyorsunuz. İnsan onuru ve özgürlükler de var.

ÇOCUK PORNOSU RİSKİ OLSA BİLE

Daha bitmedi. ‘Varan üç’ de var, hatta ‘varan dört’ de. Bu ‘varan üç’ bugünlerde bizde de yürütülen ‘internet engelleme’ ile ilgili. Almanya’da koalisyon hükümeti bir yılı aşkın bir süredir, internette çocuk pornosuna karşı alınacak önlemleri ve çıkarılacak yasayı tartışıyor. Koalisyon protokolünün de maddelerinden biri bu konuda. Olayı kabaca anlatmak gerekirse durum şöyle: Koalisyonun hemen bütün tarafları, çocuk pornosu ile ilgili internet adreslerinin filtrelenmesini ve bu sitelere ulaşımın engellenmesini savunuyor. Hükümetin aldığı karar da bu yönde. Tabii ki Adalet Bakanı Sabine, bu karara da itiraz ediyor.

Sabine Leutheusser-Schnarrenberger diyor ki, “Böyle bir yasa olur da, böyle bir karar alırsak peki, polis kafasına göre çocuk pornosu dediği ya da sandığı başka adresleri de server’ları de engellemez mi? Leutheusser-Schnarrenberger böyle bir yasa çıkarsa, bu engellemenin önüne geçilemeyeceğini savunuyor. Elbette böyle bir yasa çıkarılmayacağını, insanların iletişim ve bilgilenme özgürlüğünün ‘toplumu koruma’ adı altında engellenemeyeceğini ileri sürüyor.

Leutheusser-Schnarrenberger’e göre, internet engelleme zaten çocuk pornosuna karşı bir yöntem olamaz, çünkü çocuk pornosu web üzerinden değil, bazı özel kanallar üzerinden yayılıyor ve çocuk pornosunu engelleyeceğim diye web kontrolü yapılamaz. Tabii bütün bunları ‘prensip gereği’ savunuyor. Leutheusser-Schnarrenberger’in önerisi, genel filtreleme değil, mahkeme kararıyla ‘tehlikeli’ bulunan adreslerin iptal edilmesi. Aslında bu konuda geçen yıl çıkan bir yasa da var Almanya’da ve uygulama sürüyor.  Hatta Leutheusser-Schnarrenberger, Almanya’da bütün çocuk pornosu adreslerinin iptal edildiğini de rakamlarla kanıtlıyor, bu durumda internet filtrelemeye gerek olmadığını vurguluyor.

İNTERNET FİLTRELEMEYİ DE İPTAL ETTİRDİ

Ve bu yılın Nisan ayı başında Adalet Bakanı Leutheusser-Schnarrenberger, istediğini elde etti ve yasayı hükümet gündeminden kaldırmayı başardı. Bunun hiç de kolay olmadığı ortada. Örneğin koalisyon ortağı CDU’nun Aşağı Saksonya Eyaleti İçişleri Bakanı Uwe Schünemann’ın Leutheusser-Schnarrenberger hakkında söylediklerine baksanıza: “Adalet Bakanı ideolojik tutumu yüzünden, pedofili ve teröristleri koruyor ve bu blokaj tutumu nedeniyle ülke için kendisi bir güvenlik sorunu haline geliyor…”

Leutheusser-Schnarrenberger, Frankfurter Allgemeine Zeitung’a geçtiğimiz günlerde yazdığı bir makalede tutumunu şöyle savunuyor: “İnternet kullanıcısının sörf tutumunu yerleşik ahlaki açıdan değerlendirmek devletin görevi olamaz. Çok sesli bir toplum, bireyin özgürlüklerinin korunmasını sağlar ama bu teorik olarak değil, bireyin haklarını ve imkânlarını sınırsız kullanmasıyla ortaya çıkar. Medya kullanımında sadece ulusal yasal sınırların oluşturulması önemli değildir, aynı zamanda bu sınırların kişisel hakların kullanımını kısıtlama tehlikesine ve kişisel verilerin kaybolmamasına da dikkat edilmelidir. Bu ‘tehlikeyi’ dikkate almadan atılmış her adım, kişisel haklara yönelik baskıdır. Bir toplumsal internet sözleşmesi hazırlama tartışması ‘yasaya’ indirgenemez. Dijital dünya öncelikle yeni bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duymuyor, dijital dünya genel geçerliliği olan bir dijital değerlere ihtiyaç duyuyor…” Bu düşüncelerin geçen hafta düzenlenen G- 8 zirvesinde de gündeme geldiğini hatırlayın.

BİREYİN AHLAKI OLUR, YASALARIN DEĞİL

Leutheusser-Schnarrenberger Almanya’da pornografinin her türlüsünün yasaklanmasını savunan bir kadın inisiyatifinin destekçileri arasında. Nasıl oluyor bu? Kişisel olarak pornografiye karşı olabileceğini, bunu savunabileceğini ama bakan olarak asla böyle bir yasağı savunamayacağını söylüyor. Etiğin kişisel olduğunu, devletin herhangi bir etiğinin olmayacağını, yasaların etiğinin olmayacağını vurguluyor. Ne toplumun değerleri, ne örf adetler ne aile kurumunun korunması, ne de dinimize uygun olup olmadığı gibi kıstasların yasa koyarken anlamlı olmadığını hatırlatıyor.

5 Nisan 2011 tarihli internet filtrelemesine izin vermeyen hükümet kararının Leutheusser-Schnarrenberger’in eseri olduğunu söylemeye gerek yok ama daha önce bu yasasının çıkması için uğraşan muhafazakâr sağcıların ve dindarların sessiz kalmasını neyle açıklayabiliriz?

Belki de, tam da bu çocuk pornosu tartışmasının kızıştığı dönemde kiliselerdeki ve dini kurumlardaki ortaya çıkan ‘çocuk tacizi’ olaylarında Leutheusser-Schnarrenberger’in aldığı tutumun korkusuyla açıklamak mümkün olabilir. Leutheusser-Schnarrenberger, 23 Şubat 2010’da katıldığı bir televizyon programında, herkesin çocukları korumadan, ahlaktan, toplumu korumaktan falan bahsettiğini ama kilisenin bile kendi içindeki ‘çocuk tacizinin üstüne gitmediğini’   söylemişti. Kilise ayaklanmış, sözlerini geri almasını istemiş ama Leutheusser-Schnarrenberger “sözlerimi geri alamam” demişti.

BAKAN OLUNCA MÜCADELE BİTMİYOR

Sabine Leutheusser-Schnarrenberger’ın ‘demokrasi ve prensip’ uğruna mücadelesi bitmiyor. En son geçen hafta, Almanya’da ‘üç gizli istihbarat servisi’ olduğunu ve bunların ihtiyaçtan çok fazla olduğu için en azından birinin kapatılması gerektiğini açıkladı. Hükümetin bir bakanı olmakla insan hakları ve demokrasi mücadelesinin sona ermediğini hatırlatmaktan da geri durmadı bunları açıklarken.

Sabine, askeri istihbarat servisi MAD’ın kapatılması gerektiğini gerekçeleriyle şöyle anlattı: “Gizli istihbarat hizmetlerinin ülke genelinde üç ayrı koldan yürütülmesi gereksiz bir çifte yapılanmaya neden olmaktadır. Ama daha önemlisi, bu üç ayrı koldan sürdürülen çalışma, saydamlığı engellediği gibi, temel hak ve hukuku engellenmiş birinin bilgi paylaşımı nedeniyle üç kez haksızlığa uğraması tehlikesi de doğmaktadır…”  Geçen Çarşamba günü Reuters ajansına verdiği bir demeçte de ülkede anti terör yasası çerçevesinde önlemlerin artırılmasına karşı olduğunu da açıkladı.

Leutheusser-Schnarrenberger, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısından sonra Almanya’da çıkarılan anti terör yasasının özellikle izleme, dinleme ve veri depolama kısmına karşı çıkıyor. 2012’de geçerliliğini yitirecek bu yasanının yerine yeni yasa koymaya çalışan hükümet Leutheusser-Schnarrenberger’in itirazlarıyla baş edemez hale geldi. Geçen Salı akşamı İçişleri Bakanı muhafazakâr Hans-Peter Friedrich ile tekrar yasa hakkında görüşen Leutheusser-Schnarrenberger’in ikna edilemediği açıklandı. Muhafazakârlar, yasanının olduğu gibi tekrar uzatılmasını ya da ağırlaştırılmasını savunurken,  Leutheusser-Schnarrenberger tamamen gözden geçirilmesini ve çoğu maddelerinin iptal edilmesini istiyor. Leutheusser-Schnarrenberger, polis ve gizli servis çalışmalarının hepsinin sürekli parlamento denetiminde olması gerektiğini ve saydamlık konusunun daha da açıklığa kavuşmasını savunuyor.

Araba süren kadına hapis

Her neyse, Almanları Almanya’da bırakalım ve bölgemize dönelim. Evet, sözü ‘oraya’ ya da ‘oralara’ getireceğim. Almanya’da bir kadın bunları yaparken, Suudi Arabistan’da Manal El Şerif adlı bir kadın sırf araba kullandığı için hapse atıldı. Türkiye’de Fatih ve Eyüp Belediyesi danışmanı Sibel Üresin adlı Müslüman bir kadın, erkelerin çok eşliliğini savundu. Rosa Parks ABD’de, otobüste sırf bir beyaza yerini vermediği için 1 Eylül 1955’te hapsedilmişti. ABD’de ırkçılık yasayla düzenlenmişti ve bu siyah kadını yasa hapsediyordu. Ama hâlâ Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanamayacağını düzenleyen bir yasa bile yok.  Manal El Şerif yasadışı tutuklanıyor, Bildiğiniz, keyfi olarak hapse atılıyor. “Şaka gibi” diye bir laf var ya, insanın bu lafı kullanası geliyor.

Belki de, zaten kamusal alanda hiçbir zaman olması düşünülemeyen kadınlar aleyhine yasa çıkarmak kimsenin aklına gelmemişti. Kadın hakları açısından yarım asır öncesi ABD’deki ırkçılıktan daha geri bir durumdaki bir ülkede herhalde kadınların haklarını yasayla düzenlemek bayağı lüks olurdu. Evet, bu lafı da edeceğim: Ulema varken, yasaya ne gerek var ki? Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanmasına dair aleyhte bile yasa olmadığı bir zamanda belki de, Alman Bakan’ın “yasaların ve devletin ahlakı olmaz” sözünün ne kadar önemli olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Dört kadınla evlenen erkeklerin yasa çıkarmaktan daha mı önemli işleri var hep? Peki, Erdoğan’ın ‘medeniyetler buluşması’ dediği şey böyle böyle mi gerçekleşecek?

Bir şey daha var: Yazının başlarında “iktidardan farklı düşünmenin ‘terör suçu’ sayıldığı bu günlerde” demiştim, işte yorumsuz örneği: Tutuklu Gazeteciler Dayanışma Platformu (TGDP) Sözcüsü Necati Abay ‘yasa dışı MLKP terör örgütü üyesi olduğu’ gerekçesiyle 18 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.

(Birgün, 29.05.2011)

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.