Türkiye İsrail’e insan hakları dersi verebilir mi? – Orhan Kemal Cengiz

 

Türkiye’nin İsrail karşısındaki sorunlu duruşu sadece kendisinin ciddi handikapları olmasından kaynaklanmıyor.

Japon dövüş sanatı Jusitsu, rakibin hamle yapmak için kullandığı gücün onun alaşağı edilmesi için kullanılması üzerine kuruludur. Sakin ve hareketsiz duran taraf, kendisine yönelen hamlenin yarattığı momentumdan yararlanarak rakibini yere indirir. Rakibinizin sizi ittirdiği tarafa doğru onu ittirirseniz, az bir çabayla onu yere çelersiniz. Kendisinin de zaafları olan alanlar üzerinden saldırıya geçen herkes bir Jusitsu darbesiyle yere çalınma riskini de üzerine alıyor demektir. Tıpkı Türkiye’nin İsrail’e karşı yapmayı planladığı hamlelerin bir süre sonra dönüp kendisini vurma riskinin olduğu gibi…

UCM korkusu

Meramımı anlatabilmek için Türkiye’nin uluslararası bir yargı organı karşısında duyduğu sıkıntıyı açıklamam gerekiyor. Türkiye, Avrupa Birliği’nden gelen tüm çağrılara rağmen bir türlü Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) yargı yetkisini tanı(ya)mıyor. Aslında bu konuda bazı hazırlıklar da yapıldı, örneğin Türk Ceza Yasası’nda yapılan değişikliklerle ‘soykırım’ ve ‘insanlığa karşı suçlar’ Ceza Yasası’na eklendi. Ama Türkiye bir türlü son adımı atıp UCM’ye taraf olamıyor. Peki neden?

Çünkü üç tane konunun bu mahkemenin önüne taşınmasından korkuluyor. Bunlardan ilki Kıbrıs meselesi. Türkiye UCM’nin yargı yetksini tanıdığı gün Kıbrıs Cumhuriyeti, 1974’te değişen sınırlar nedeniyle Türkiye’nin ‘saldırganlık’ suçunu işlediği, yani adayı ‘işgal ettiği’ gerekçesiyle bir dava açabilir. Yine keza 1974’te adada kaybolan Rum askerlerin durumu UCM’ye taşınabilir.

Aynı şekilde Kürt meselesi çerçevesinde Türkiye’nin bu mahkeme önünde bir dizi davayla karşılaşma riski var. ‘Kaybolan kişilerin’ durumu ve Güneydoğu’daki ‘köy yakma’ eylemleri, kayıpların hâlâ bulunamamış ve köylere dönüşlerin sağlanamamış olması nedeniyle ‘süreciden insanlığa karşı’ suç olarak kabul edilebilir. Türkiye’nin Kuzey Irak’a yaptığı operasyonlarda meydana gelen sivil ölümlerinin de UCM’ye taşınması büyük bir olasılık olarak görünüyor. Türkiye İsrail’i uluslararası hukuku kullanarak sıkıştırmaya başladığında, aynı silahlann kendisine de yönelme ihtimali var. Türkiye’nin Gazze ablukasını Uluslararası Adalet Divanı’nın gündemine taşıyacağı metodun aynısı, Kıbrıs meselesinin bu mahkemenin önüne getirilmesi için de kullanılabilir. Yine aynı şekilde Türkiye İsrail’i sıkıştırdıkça ‘Ermeni soykırımı’ iddialarının giderek artan oranda uluslararası arenaya taşındığına tanık olacağız. Aslında İsrail’in bütün bunların bir biçimde hazırlıklarını yaptığını da görebiliyoruz. Davos krizinden başlamak üzere İsrail Türkiye’nin tüm sorunlu komşularıyla ilişkilerini ciddi bir şekilde geliştirdi. Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan ve Irak’a yönelik artan İsrail ilgi ve alakasını bu çerçevede de okuyabiliriz.

İsrail’i eleştirelim ama…

Yukarıda söylediklerimin hiçbirisini “Türkiye haddini bilsin, başka ülkeleri eleştirmesin” mealinde dile getirmedim. İsrail insanlığa karşı suçlar işleyen bir ülke. Türkiye kendi vatandaşlarına yönelen saldırganlık da dahil olmak üzere İsrail’den insan hakları ihlallerinin hesabını sorabilmeli. Ama bunu yapabilmenin yolu öncelikle Türkiye’nin kendi sorunlarını çözebilmesinden geçiyor. Kürt meselesini çözemeyen, geçmişte Kürtlere karşı işlenmiş suçların hesabını göremeyen bir Türkiye, Filistin halkının dertlerine ne kadar deva olabilir? Türkiye’nin İsrail karşısındaki sorunlu duruşu sadece kendisinin ciddi handikapları olmasından kaynaklanmıyor. Erdoğan’ın bu konuda kullandığı dil de ciddi sorunlar içeriyor. Sürekli olarak İsrail’i eleştirirken, Darfur’da insanlığa karşı işlenen suçları görmezden gelen, katliamcı El Beşir’i “Müslümanlar soykırım yapmaz” diye savunan bir yaklaşımın dünya çapında bir etki yaratma şansı yok. Bir kerecik olsun Hamas’ı, Hizbullah’ı eleştirmeden, İsrail’e yönelik ‘duyarlılığınızın’ sadece insani hassasiyetlere dayandığına kimseyi inandıramazsınız. Uzun lafın kısası, kendi evinin içini toparlamadan ve insan hakları alanında çifte standartsız bir dil kullanmaya başlamadan, Türkiye’nin İsrail’e karşı yapacağı her hamlenin, bir süre sonra dönüp kendisini vurması kaçınılmazdır. Jusitsu dersleri bize bunu anlatıyor…

Orhan Kemal Cengiz – Radikal

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR