Toledo ve Diyarbakır – İlber Ortaylı

Bu yazı milliyet.com.tr/ den alınmıştır

Türkiye’nin zengin mirasında yer alan kentlere Toledo’nun hakkını vermek için utanmazlık, aç gözlülükle karışık cüretkarlık, kurnazlığı zeka zanneden zihniyeti püskürtmek gerekir

Başbakan Ahmet Davutoğlu “Diyarbakır’ı Toledo yapacağız” diyor. Surların içindeki Diyarbakır’ın halini şu anda gidip görmem mümkün olmadığı ve ülkemizin iletişim araçları da doğrusu pek aydınlatıcı olamadığı için değerlendirmem mümkün değil. Yalnız bildiğim bir şey var; Diyarbakır’ı 1968’den beri zaman zaman ziyaret etmişimdir. Tercüman rehber kursları ve turlar dolayısıyla yaptığım bu gezilerin üstüne sonraları seminerler ve konferanslar vardı. Yedi-sekiz yıldır gitmiyorum, fırsat olmadı.

Diyarbakır surları ülkemizdeki en iyi korunaklı kalanlardandır. Aslında benzer bir durum Kayseriiç surları için de, Ankara kalesinin iç surları için de, hatta İstanbul surları için de sözkonusudur. Ne var ki suriçleri için aynı şey söylenemez. Nasıl ki Trabzon surlarının içinin 12’nci veya 18’inci yüzyılların Trabzon’uyla alakası kalmadıysa Diyarbakır’ın Suriçi bölgesi de ortaçağlar mimarisiyle aşağı yukarı 40-50 yıldır kat-ı alaka (ilgisini kesmiş) etmiş bir beldedir. Her gördüğümde daha bir acayip oluyordu.

Eski Diyarbakır’dan kalma Cahit Sıtkı Tarancı Evi veya Meryem Ana Kilisesi gibi birkaç örnek dışında her yerde sevimsiz kalfa yapıları, kesme taş sokakların üstüne dökülen asfalt, tabela ve formika yığını altında boğulmuş çarşı güzelim siyah bazalt taşının beyaz yağlı boyayla mahvedildiği bir Ulu Cami ile bu şehrin Toledo’ya (Emevi İspanya’sındaki tabiriyle Tuleytula) nasıl dönüştürüleceği bir muammadır. Şehirlerin il teşkilatına sızan müteahhitler ve aç gözlü esnaf güzellik ölçüleri çok değişik halkla, laubali bir eski eser envanterinin hakim olduğu Türkiye şehirlerinde bugün hiçbir yeri ne Tuleytula yapabilirsin ne eski Bursa ne Edirne ne de Dersaadet yani Suriçi İstanbul…

Van, Gevaş’taki nefis Selçuklu eseri Halime Hatun Kümbeti’nin arkasındaki heyula binayı diken zihniyetin Suriçi’ni nasıl Tuleytula yapacağını merak ederim. Evvela Kazlıçeşme’deki gudubet gökdelenleri halledip Darülhilafeti’l-Aliyye’nin profilini ve şerefini kurtarın da Diyarbakır Tuleytula’sı nutuklarını öyle dinleyelim.

Kültür değişimi bazen din değişiminden daha kuvvetli ve yaygın olur

6-Toledo

Tarık Bin Ziyad’ın komutasındaki kuvvetler 8’inci asrın ilk yarısında Andalusya’ya yani İspanya’ya ayak attılar. İber Yarımadası’nın fütuhatı hızla ilerledi ve Latinlerin “Toletum”, o çağda yerli Vizigotların “Toledo” dedikleri kent “Tuleytula” diye anılmaya başladı. Fetihten hemen evvel şehrin Yahudilerinin başına gelecekler açıktı. Oysa Müslüman fethiyle bir Rönesans’a girdiler. Müslümanlarla birlikte Yahudiler felsefe, ilim, tıp, mimaride dev adımlarla ilerlediler. Yerli Hıristiyanlar da onların dışında kalmadı. Vizigot gençler Arapça öğreniyordu, ilimleri ve edebiyatı tahsil ediyorlardı. Arap şiiri ve edebiyatı derken İslam dinini bile öğrenmeye başladılar. Bu yeni kültürü benimseyen ama kendi Hıristiyan kimliğini muhafaza eden zümreye Araplaşmış anlamında (Musta’rib) İspanyolca Mozarap denirdi. Mozaraplar Hristiyan kaldılar. Ama Arap-İslam kültürünün de en sadık mensuplarıydılar. Sevil piskoposu bu gençlerden şikâyet ederken; “Bir Pater noster duasının Latincesini okumayı beceremezler ama Arapça edebiyat hatta Kur’an şerhi yapıyorlar” diyordu.

Kültür değişimi bazen din değişiminden daha kuvvetli ve yaygın olur. Müslüman Endülüs’te Yahudiler Yunan kültürünün Arapçasını Latinceye taşırlardı. Papa II. Sylvester gibileri talebeyken orada yetiştiler. Musa ibn Meymun Yahudi felsefesinin en iyi ürünlerini orada verdi. Devletin idaresinde Yahudi de, Hıristiyan da vardı. İbn Rüşd o ülkenin çocuğudur, İbn Haldun o kültürün çocuğudur. O kültürü yıkan da kabile barbarlığı ve taassuptu.

Bize her şeyi gözleyen bilinçli bir halk lazım

Bugün İspanya’nın en orijinal şehirleri Toledo (Tuleytula), Cordova (Kurtuba), Sevilla (İsbiliyye), Granada’dır (Gırnata). Tam sekiz asır o şehirlerin mimarisi, o kültürün tezahürü olarak gelişti ve yaşadı. Şimdi de İspanya’yı besliyor. Toledo’nun nüfusu 90 bin. Üçkağıtçı müteahhit ve açgözlü politikacılar İspanya’da da çok ama kimse o şehrin taşına bile dokunamıyor. Tıpkı İtalya’da olduğu gibi, tıpkı Dubrovnik’te olduğu gibi. Yunanistan’da ise pek öyle değil. Ama Isfahan’da öyle. Örneğin Isfahan halk ve idaresi yanlışlıkla karar verilip yükseltilen bir gökdeleni yıkıverdi. Esad’ın gaddar birlikleri topa tutana kadar Halep hep aynı Halep’ti. Nüfusu 10 misline katlansa da başka yerde büyümüştü.

İspanya İç Savaşı’nda Toledo Cumhuriyetçilerle Franco’cular arasında kanlı ve inatçı çatışmaların cereyan ettiği yerdi. Alcazar (yani El Kasr) denen kale karargahtakiler Franco’cu komutan Jose Moscardo Ituarte’nin oğlunu rehin almışlardı. Telefona bağlanan rehin oğul “Baba bunlara boyun eğme” demiş. Bütün Franco devrinde ve sonrasında da bu telefon kaydı Alcazar’ı gezenlere dinletilirdi. Komutanla oğlunun prensip sahipleri olduğu açık ama iç harplerde hiçbir taraf kendisiyle övünmesin; övünülecek şey değildir.

Türkiye’nin zengin mirasında yer alan kentlere Toledo’nun hakkını vermek için utanmazlık, açgözlülükle karışık cüretkarlık, kurnazlığı zeka zanneden zihniyeti püskürtmek ve asıl önemlisi bu tip çevrelerin idarede söz sahibi olmasını önlemek gerekir. Bunun için de bilinçli bir halk lazımdır. Her şeyi gözleyen ve önleyen yahut iyi şeyleri destekleyen…

Bu yazı milliyet.com.tr/ den alınmıştır

8-İlber-Ortaylı

 

 

İlber Ortaylı

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR