Dış Köşe

Syriza’dan ufka – Ömer Laçiner

0

SYRIZA konusunda hepimizin büyük ölçüde ezberlerimize dayanarak kolayca cevap verdiğimiz soruları –örneğin bu partinin nasıl olup da ve ne yapıp da bu seçim başarısını, oy oranını sağladığı sorusunu– geride bırakıp, konunun düğüm noktası olan soruya, yani SYRIZA’nın ne yapacağı, yapabileceği sorusuna geldik. Gerçi hem SYRIZA’nın seçim arefesinde yayınlanan programında hem de onu sempati ve umutla karşılayan, destekleyenlerin büyük çoğunluğunda bu sorunun da cevabı verilmiyor değil. Ancak, sorgulanması gereken nokta, bu cevabın karşı karşıya olunan sorunun “çözüm”üne yeterli olup olmadığıdır.

Daha basitçe ifade edeyim: –Çok zayıf ihtimal ama– diyelim ki malum Troyka (Yunanistan’ın borç ödeme ve “kemer sıkma” politikalarını dikte eden kuruluşlar) ve AB’nin başat ülke hükümetleri SYRIZA’nın kendilerinden istediği “kolaylıkları” kabul etti. Ülkenin ağır borç yükü 50-60 yıla yayılan bir ödeme planına bağlandı vs. Özetle durum, bu denli ağır bir borç yükü olmayan, imkânları Yunanistan’dan daha fazla olan İspanya ile benzer hale geldi. Yani SYRIZA’nın “kardeş partisi” PODEMOS’un birkaç yıl içinde % 20’leri aşan bir kitlesel destek edindiği ülke/toplum durumuna –yeniden– gelindi. Kaldı ki, genel iktisadi durumları İspanya ve Yunanistan’dan daha “iyi” gözüken ülkelerde de PODEMOS ve SYRIZA’nın popülerlik düzeyine –henüz– erişememiş olsalar da benzer hareketler son yıllarda dikkate değer bir etkinlik göstermekteler.

Dolayısıyla SYRIZA’yı bile, içinde oluştuğu ülke/toplumun –ağır borç yükü ve sıkı kemer sıkma politikaları gibi– özel koşulları ile değil; bütün –özellikle Avrupa– ileri endüstriyel toplumları kapsayan genel bir “rahatsızlık” üzerinden kavramak gerekiyor.

Bu “rahatsızlığın”, söz konusu ülkelerin özellikle iyi eğitimli genç nüfusunun kalbinde ve beyninde hissettiği bir rahatsızlık olduğu ortada. SYRIZA ve PODEMOS’un –dünya ölçeğinde bakıldığında– içinde bulunduğumuz post endüstriyel çağın –bir önceki çağın siyasal dünyasını belirlemiş merkez sağ ve sol partilerin, o partilerin zihniyet ve tavır kalıpları içinde şekillenmiş kadroların hükümranlığını çökerten– bir yükseliş sürecinden gelişleri, bu olgunun en anlamlı yönlerinden biri olarak ele alınmaya değer.

Şüphesiz, bu anlamın içeriğini, söz konusu “rahatsızlığın” mahiyetini kavradığımız ölçüde verebileceğiz. Gerçi, halen SYRİZA’yı, PODEMOS’u ve kıtadaki diğer benzer hareketleri oluşturan “kadro”lar, ön plandaki sözcüler ve A. Tsipras, P. İglesias gibi “lider”ler, perspektiflerini ve taleplerini ifade ederken önceki çağdan miras alınmış radikal solun dilini kullanıyor iseler de; yakında, asıl olarak da bu, şimdiki “ilk yükseliş dönemi”nin “bilanço”sunun yapılacağı safhada kendi yeni perspektif ve dilini de kuruyor olacaktır. Bunu yaparken, şimdi ülke ve küresel finans sistemine, kemer sıkma politikalarına, işsizliğe vb. ilişkin radikal ama yeni olmayan tanım ve taleplerinin de değiştiğini; az önce sözünü ettiğimiz “rahatsızlığın” kaynağına, onun post endüstriyel çağla birlikte çıplak gözle de görülebilir hale gelen “çekirdeği”ne özgü dil, tanımlar ve “çözüm perspektifleri”nin de belirdiğini görebileceğiz.

Bütün devletleri ve toplumların “gelir”i olan hemen her kesimini borçlandırarak, iliklerimize kadar işleyen bir sömürü ağını dünya ölçeğinde kurmuş bir finans sisteminin tam boyunduruğu altına girmiş bir kapitalizmin –dışarıya, gelir uçurumlarının derinleşmesi, işsizliğin, özellikle genç nüfus işsizliğinin önlenemez artışı ve gitgide genelleşen bir gelecek korkusu olarak yansıyan– “sonuç”larına soldan bir tepkinin post endüstriyel çağdaki ilk şekillenişleridir SYRIZA, PODEMOS ve onların benzeri hareketler. Marx’ın 18 Brumaire’in ünlü girişinde söylediği gibi, aslında yeni koşulların ve ezeli olmakla birlikte şimdi daha kapsamlı ve boyutlu olarak önümüze gelmekte olan sorunların “ürünü” olan hareketler bu ilk çıkış anlarında “geçmişten” devralınmış bir dil ve kavrayış biçimiyle zuhur ederler. Ama bu geçmişten ödünç alınmış dilin ve perspektifin yerine o yeni koşul ve dinamikleri, “eski sorunların” kazandığı yeni boyut ve derinliği kavramış yeni dil ve perspektifi koyabilme başarıları ölçüsünde de yol alabilirler. Aksi takdirde, bu ilk yükseliş safhasının ardından bir reaksiyon dalgası ile karşılaşmak kaçınılmaz olabilir. Dikkate alınmalıdır ki Yunanistan’da SYRIZA’nın –şimdilik– gölgesinde kalsa da % 10’a yaklaşan bir oy gücüyle Altın Şafak neofaşizmi “sırasını” beklemektedir. Ve küresel finans sistemine, kemer sıkma politikalarına, işsizliğe dair söyledikleri –en azından popüler algıda– SYRIZA’nınkiler ile örtüştürülebilmektedir. Aynı durumun, yeni radikal sol ve neofaşist hareketlerin daha az spektaküler bir varlıkla göründüğü ülkelerde de benzer olduğu not edilmelidir. Kaldı ki dünya tarihsel hafızamızda Nasyonal Sosyalizm ve hatta Faşizmin teşekkülüne dair kayıtlı olması gereken bilgi bunu da içerir.

Şu anda SYRIZA, tüm dünyada potansiyel olarak var olan yeni radikal sol perspektifin adeta ileri karakolu olarak “asıl savaş” alanına yürümektedir. Bu yazıda söz ettiğimiz “asıl rahatsızlığın” teşhisini yapmış, çözümüne dair ana perspektifi oluşturmuş değildir ama bunun ihtiyacını hissetmiyor, sezmiyor da değildir. Hatta onun ilan edilmiş –pragmatik– seçim bildirgesinin gerisindeki entelektüel birikimin bu konularda hayli mesafe aldığını gösteren bilgilere de sahibiz. Kapitalizmi, faşistlerin bile diline dolayabildiği finans ağı sultası, işsizlik ve paylaşım adaletsizliği gibi görünür sonuçları üzerinden eleştirmekle yetinmememizin bilincindedir bu çevre. Kapitalizmin “çekirdeği” denilmesi gereken “iş”in, yani insan(lığın) bilme, üretme, yaratma kapasitesinin kullanımını büyük çoğunluk için bir “zahmet”e, katlanılmaz bir tekdüzeliğe dönüştürülmesinin bizatihi kendisinin sorgulanmasına ve dolayısıyla da o kapasitenin yeni bir perspektifle her açıdan insanileştirilmesi ufkunun açılmasının hayati önemine, belirleyiciliğine de uzak değildir. Dolayısıyla da her ne kadar bugün “işsizliğin azaltılması”nı popüler bir talep olarak ne denli ilk planda ve kararlılıkla savunursak savunalım, orta-uzun vadeli geleceğimizi bizatihi “iş” denilen şeyi kökten dönüştürmek ve böylece yepyeni bir toplum-insanlık durumunu oluşturmakla “kurtarabileceğimizi” gereğince kavramak zorundayız.

SYRIZA –ve yakın gelecekte belki PODEMOS da– bizim ileri karakollarımız ise; onlarla birlikte onların arkasına sözünü ettiğimiz yeni kavrayış ve perspektifin düşünsel ve deneysel “malzeme”sini ne kadar fazla ve nitelikli yığabilirsek, o kadar ileri gidebileceğiz.

Ömer Laçiner – birikimdergisi.org

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.