Bildiğiniz gibi, Paris Anlaşması’na taraf olan ülkeler iklim değişikliğiyle mücadele için atmosfere saldıkları ve yeryüzünü ısıtan sera gazlarını önümüzdeki yıllar ne kadar azaltacaklarına dair hedeflerini kendileri belirliyorlar. Buna Ulusal Katkı Beyanı (NDC) (aslında Ulusal Düzeyde Belirlenmiş Katkı) deniyor.
Geçen yıl Paris Anlaşması’na taraf olan Türkiye de, uzun süredir beklenen yeni ve güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’nı COP27’de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un bakanlar oturumundaki konuşmasıyla kamuoyuna açıkladı.
Türkiye, özetle 2030’da yüzde 41 artıştan azaltım ve 2038’de emisyonlarını tepe noktasına çıkarma hedefi verdi. Ancak aslında bu bir yüzde 41 azaltım hedefi değil, yüzde 33 artış hedefi. Beyanın detaylarını haberimizde okuyabilirsiniz.
Ancak ben bu yazıda Türkiye’nin hedeflerini yorumlamak için biraz işin temelinden, yani neye bakarak yeterli mi yetersiz mi anlayabiliriz, oradan başlamak istiyorum.
İPM’nin Net Sıfır raporundan
İstanbul Politikalar Merkezi’nde geçen yıl hazırladığımız ve Türkiye’nin ilk net sıfır raporu olan Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası: 2050’de Net Sıfır başlıklı çalışmasında son derece gerçekçi ve makul sınırlarda bir baz senaryodan yola çıkmıştık. Baz senaryo, Türkiye’nin beklenen ekonomik büyümesini, elektrik talebindeki artışı ve tarihsel gidişata uygun olarak enerji verimliliğinde ve karbon yoğunluğunda beklenen gelişmeleri göz önüne alarak hazırlanan bir normal durum senaryosu anlamına geliyor.
Yani Türkiye, yenilenebilir enerjiye geçmek, emisyonlarını düşürmek, enerji verimliliğini geliştirmek için bugüne dek ne kadar bir dönüşüm yaptıysa o hızda devam eder, hiçbir ekstra iklim politikası veya yeşil dönüşüm ya da enerji dönüşümü patikası izlemez, kısacası bugüne kadar nasıl gittiyse öyle devam ederse sera gazı emisyonları nereye gelir, baz senaryo onu gösteriyor. Ekonominin normal gidişatını veri aldığı için de emisyonlar yükseliyor.
Kullandığımız ekonominin gidişatına ilişkin değişkenler şöyleydi: 2020-2030 arasında ortalama yüzde 3,7 yıllık büyüme hızı, elektrik talebinde yıllık ortalama yüzde 2,5 artış ve enerji verimliliğinde yılda binde 3 iyileşme. Tabii bu hesaba yıllık nüfus artış da dahildi.
Bizim hesaplamalar 2018’i baz alarak yapıldığı için, geçen dört yılda hesaplarımız tutmuş mu bunu görmek de mümkün. Bizim hesaplarımıza göre elektrik talebi 2023’te 353 terawatt saate çıkıyordu, 2021’de gerçekleşen 330 terawatt saat oldu. Beklediğimiz artış hızı sürerse 2023 değeri aşağı yukarı tutuyor. Aynı şekilde bizim hesaplarımıza göre sera gazı emisyonlarımız 2020’de 513 milyon tona çıkıyordu, aynı yıl gerçekleşen emisyon miktarı 520 milyon ton oldu, yani tahminlerimizin çok az (sadece yüzde 1,3) üzerinde. Yine tutturmuş sayılabiliriz.
Peki 2030 için baz senaryo neler söylüyor? Bu varsayımlardan yola çıkarak bizim hesaplarımıza göre elektrik talebi 2030’da 460 terawatt saate, sera gazı emisyonlarımız ise 655 milyon tona çıkıyor. Hem elektrik talebi hem de büyüme hızı tahminlerimizden biraz yüksek seyretse bile elektrik talebinin 500 terawatt saati, sera gazı emisyonlarımızın ise 700 milyon tonu geçmesi pek mümkün değil. Akılda kalıcı olması açısından sayıları yuvarlıyorum.
Türkiye’nin güncellenmiş NDC’si
Bizim rapora göre net sıfır hedefine ulaşmak için izlenmesi gereken senaryoda emisyonlar nasıl seyrederdi, bunu sonraya bırakıp bugün açıklanan Türkiye’nin güncellenmiş Ulusal Katkı Beyanı’na (NDC) dönelim. Çünkü NDC’nin de benzer bir mantıkla hazırlandığını biliyoruz.
Türkiye hükümeti de dünyadaki bütün modelcilerin kullandığı yöntemi kullanarak 2030’a kadar olası nüfus artışını, büyüme hızını, elektrik talep artışını, bir de belki bizden fazla olarak sanayi sektörlerinde beklenen üretim artışını kullanmış olmalı. Bunun sonucunda bulmaları gereken baz senaryonun da net sıfır yolunda çıkacak patikanın da aynı ya da benzer olmasa bile en azından karşılaştırılabilir olması lazım.
Oysa yeni NDC hiçbir şey yapılmadığı takdirde emisyonların çıkacağı seviyeyi 2030’da 1.175 milyon ton kabul etmiş. Bizim modelimizde bu değer 655 milyon tondu ve 1.175 milyon tona ancak 2070’te çıkıyordu.
Herhangi bir beklenenden yüksek büyüme hızının ve elektrik talebi artışının emisyonları 1.175 milyon ton çıkarması mümkün değil.
NDC’de yer verilen azaltım senaryosu ise 1.175 milyon tondan 2030’da yüzde 41 azaltım yapıldığında 693 milyon tona denk geliyor. Yani hükümet bizim gayet makul baz senaryomuzdan 40 milyon ton daha yüksek bir emisyon düzeyine çıkmayı (ki bu 520 milyon ton olan 2020 seviyesinden yüzde 33 artış anlamına geliyor) azaltım hedefi olarak sunmuş durumda.
Ancak 2038’de tepe noktasına çıkma “hedefi” de emisyonların 693’te de durmaması, sonraki 8 yıl boyunca artarak muhtemelen 800 milyon tonu bulması ve ancak ondan sonra azalmaya başlaması demek. Bu da 2053’e kadar kalan 15 yılda emisyonları ortalama yüzde 13 azaltmayı gerektiriyor ki, bu da imkânsız. Dolayısıyla yani açıklanan yeni NDC, Türkiye’nin 2053’te net sıfır hedefine uygun olmadığı gibi bu hedefi yok sayıyor.
Net sıfıra uygun azaltım hedefi ne olmalı?
İPM’nin net sıfır senaryosuna göre oldukça gerçekçi ve net sıfır hedefine de uygun sayılabilecek bir patikayla Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını 2018’e göre yüzde 32 azaltarak (diğer sera gazlarının hiç azalmadığı, hatta artmaya devam ettiği, sadece karbondioksit emisyonlarının azaltıldığı varsayılırsa) 445 milyon tona indirmesi mümkün.
Dünya Bankası’nın Türkiye için yaptığı net sıfır senaryosunda ise emisyonlar 400’ün de altına iniyor. Oysa yeni “azaltım” hedefimiz 693 milyon ton!
Bu da bize yeni Ulusal Katkı Beyanı’nın hiçbir modellemeyi ve bilimsel çalışmayı dikkate almayan siyasi bir hedef olduğunu gösteriyor.
Türkiye’nin emisyonlarını azaltmayı değil diğer bazı gelişmekte olan ülkeler gibi beklenenden daha az artırmayı (artıştan azaltım) hedeflemesini (her ne kadar iklim değişikliğiyle mücadeleye ve net sıfır hedefine aykırı olsa da) siyasi olarak anlaşılabilir bulabiliriz. Ancak bu kadar ulaşılması imkânsız, hayali bir baz senaryoyu devam ettirmeyi ve buradan azaltmış gibi yapıp emisyonları normalde çıkamayacağı bir noktaya “azaltmayı” hedeflemelerini anlamak mümkün değil. Bu sadece siyasi bir karar değil, anynı zamanda mantıksız ve anlamsız bir siyasi karar. Bu hedefi COP27’de hiçbir heyete anlatamazsınız.
O zaman da akla şu soru geliyor: Madem bu kadar yetersiz, öncekinden de fazla eleştiri alacak bir güncelleme yapacaktınız, o zaman neden bunu COP27’de beklenti yaratarak, büyük bir atılım yapmış gibi, Bakan’ın yaptığı konuşma sırasında duyurdunuz? Bu kadar yetersiz bir NDC’nin COP27’den çok önce, sessiz sedasız UNFCCC’ye teslim edilmesi çok daha anlaşılır olurdu. Bunun önemli bir atılım ve övünülmesi gereken bir güncelleme olduğunu fikrine nasıl kapıldıklarını her şeyden çok merak ediyorum.