Ana Sayfa Blog Sayfa 5407

Tuna nehrinde ekolojik felaket

Ajka aluminyum fabrikasında atık barajının yıkılan duvarı (AP Photos/MTI, Gyoergy Varga)

Macaristan’da önceki gün bir aluminyum fabrikasının atık barajının çökmesi sonucu Marcar nehrine boşalan ağır metal yüklü bazik “kırmızı çamur” atığı Tuna nehrine ulaştı. Macaristan Başbakanı Viktor Orban kazadan etkilenen Kolontar kasabasını ziyaretinde yaşananları bir ekolojik felaket olarak adlandırdı. Orban yıkımın boyutlarını kendilerinin de bilmediğini, ancak büyük ve ciddi bir sorunla karşı karşıya olduklarını söyledi.

Tuna nehriyle birleşen Raba nehrine ulaşan atıklar Macaristan’dan sonra Hırvatistan, Sırbistan ve Romanya’dan geçerek Karadeniz’e dökülen Tuna nehrini de zehirliyor.

Uluslararası Greenpeace yetkilisi Herwit Schuster olayı son 20-30 yıldır Avrupa’da yaşanan en büyük 3 ekolojik felaketten biri olarak niteledi. (Associated Press, BBC)

Toksik atığın boşaldığı Marcar ve Raba nehirleri Tuna'ya birleşiyor

Nükleerde bir Japonya eksikti

Japonya'da bir antinükleer gösteri

Rusya ve Güney Kore’den sonra Türkiye’ye şimdi de Japonya mı nükleer santral kurmaya niyetleniyor?

Enerji Bakanı Taner Yıldız, Japon Toshiba şirketinden yetkililer ile yaptığı görüşme sonrası yaptığı açıklamada Japonya’nın Türkiye’de nükleer santral kurulması için Toshiba aracılığı ile teklif sunduğunu açıkladı.

Yıldız “Japonya’nın nükleer santral teklifi çok agresif. Sinop ya da başka bir yere santral kurabileceklerini ilettiler. Şu anda üçüncü santral kurmak gündemimizde yok” dedi.

Enerji Bakanı, ABD’den şu ana kadar nükleer santral için teklif gelmediğini ancak ABD ve Fransa’dan gelebilecek tekliflere açık olduklarını kaydetti.

Japonya’nın Türkiye Büyükelçisi de yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Türkiye’de nükleer santrali Toshiba liderliğinde altında olacak şirketlerin konsorsiyumu ile yapmak istiyoruz. Nükleer santral teklifimizde ABD’li Westinghouse da Toshiba’nın şemsiyesi altında bulunuyor.”

Öte yandan Reuters’a konuşan Enerji Bakanı Yıldız, Güney Koreli Kepco şirketi ile Sinop’a yapılacak nükleer santral projesine üçüncü bir şirketin ya da ülkenin ortak olarak alınması konusunu değerlendirdiklerini söyledi.

Çok sayıda nükleer santral bulunan Japonya’da Tokaimura nükleer santralında 30 Eylül 1999′da dünyanın en ciddi nükleer santral kazalarından biri meydana gelmişti. (NTVMSNBC, Yeşil Gazete)

Tiyatro biriktirmeye hazır mısınız?

İstanbul’un en işlek tiyatro salonlarından Kumbaracı50 sezonu açıyor. Ev sahibi Altıdan Sonra Tiyatro’nun yanısıra tiyatrotem, Tiyatro Boyalı Kuş gibi toplulukların da sahne aldığı Kumbaracı50 Beyoğlu’nda tiyatro sanatının merkezlerinden biri olmaya aday.

Kumbaracı50’nin ev sahibi Altıdan Sonra Tiyatro, yeni sezonu, geçen sezon ilk gösterimini 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde gerçekleştirdiği, Yiğit Sertdemir’in yazdığı ve tasarlayıp aktardığı ‘Fail-i Müşterek’ oyunuyla açacak. Altıdan Sonra Tiyatro geçen sezon sahnelediği ‘444’, ‘Öldün, Duydun mu?’, ‘O.B.E.B (Ortak Bölenlerin En Büyüğü)’ ve ‘Kapıların Dışında’ oyunlarını da sahnelemeye devam edecek.

Tiyatro Boyalı Kuş'un Kürtçe oynadığı Nora/Nure Kumbaracı50'de Türkçe üstyazıyla sahneleniyor

Ayrıca ‘Hakiki Gala’ oyunuyla tiyatrotem, ‘Nora/Nüre’ oyunuyla Tiyatro Boyalı Kuş, ‘Yorgun’ solo performansıyla İlyas Odman, ‘Anneler-Ninniler’ projesiyle Sema, ‘Çatı’ oyunuyla Serbest Bölge, kıyıya oturmanın böylesi/un felice naufragio’ ile Merve Engin Ekim ayında Kumbaracı50’ye konuk olacaklar. Ayrıca Street Art Festival İstanbul kapsamında ‘Megunica’ adlı belgesel film gösterimi yapılacak.

Kumbaracı50 yeni sezonda seyircisine de yeni avantajlar sunacak. Kumbaracı50’nin yeni üyelik kartı  Kumbarakart ile daha çok oyun izleme şansına sahip olacaklar.

Kumbaracı Yokuşu no:50 Tünel-Beyoğlu adresindeki Kumbaracı50’de yer alan etkinlikleri web sayfasından takip edebilirsiniz. www.kumbaraci50.com

Ayrıntılı bilgi için salonun telefonları 212 243 50 51 ve 532 255 55 80

(Yeşil Gazete)

Pekin’den Paris’e Eğitime Destek Serüveni

10 Eylül’de başlayan cesaret ve dayanıklılık yarışı Pekin-Paris rallisinde ilk kez bir Türkiyeli araç yer alıyor. Rallide Anadol marka araçla yola koyulan Ahmet Şefik Öngün ve Erdal Tokcan, Toplum Gönüllüsü gençlere burs desteği sağlamak için Pasifik’ten Atlantik’e yol alıyor!

Toplum Gönüllüleri yarışma araçları Anadol ile

7 Ekim 2010 günü, Türkiye-İran sınırından geçerek Türkiye topraklarına giriş yapan Toplum Gönüllüleri Erzincan ve Sivas üzerinden yola devam ederek 8 Ekim 2010 günü Nevşehir Kozaklı’ya, 9 Ekim 2010 günü ise Bolu’ya varacak.

Toplum Gönüllüleri Otosan fabrikasının 1967 model üretimi Anadol A1 marka araç ile yarıştıkları rallide kendi sınıfında 2. sırada yarışmaya devam ediyor.

Pasifik’ten Atlantik’e uzanan ralli, Pekin’den başlayıp Moğolistan, Gobi Çölü, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran, Türkiye, Yunanistan ve İtalya’dan geçerek Paris’te tamamlanacak olan uluslararası bir klasik dayanıklılık yarışı. Yarış Toplum Gönüllüleri, Özel Sektör Kuruluşları ve halkımızın el ele vermesi ile örnek bir sosyal sorumluluk projesine dönüştürülmüş durumda. Ahmet Şefik Öngün ve Erdal Tokcan’ın eğitime destek için dünyaya meydan okumaları; hem katılımcılar hem yerel halk hem de medya tarafından büyük ilgi görüyor.

Proje kapsamında elde edilen sponsorluk giderleri ve bağışların tamamı Toplum Gönüllüleri Vakfı’na bağışlanıyor. Yaratılan fon ile ihtiyaç sahibi ve başarılı olan 17-25 yaş arası üniversite öğrencisi gençler öğrenimleri boyunca burs ile desteklenecek.

Birçok özel sektör kuruluş tarafından desteklenen Pekin-Paris Rallisi ekibine, birey destek için BURS yazıp 4555’e göndermek yeterli. Bu SMSler ile TOG’a 10 TL bağışta bulunulabiliyor.

Aşağıdaki internet sitelerinden yarışın ve kampanyanın haberlerini takip edebilirsiniz.

www.pekindenparise.com

http://www.facebook.com/#!/group.php?gid=101452889905815

(Yeşil Gazete)

Köprüde DPT ile Karayolları uzlaşamıyor – Metin Münir

Metin Münir, Milliyet – 6 Ekim 2010

Karayolları Genel Müdürü Cahit Turhan geçenlerde verdiği bir beyanatta İstanbul’a üçüncü köprü ihalesi için ilan verme aşamasına yaklaştıklarını belirtti.
“Altı milyar dolarlık yarış için ilgi büyük görünüyor” dedi.
İhale ile İtalya, Fransa, Çin, Japonya, Koreliler ilgileniyormuş. Türkiye’den Doğuş, Tekfen, Yüksel, Nurol, Limak, Cengiz proje üzerinde çalışıyormuş.
“İlanlar çıktığında şirketlerin ilgisi ihtirasa dönüşür” dedi Turhan.
Bunun böyle olacağına şüphem yok. Karayolları, yap-işlet-devret denklemine göre yapılacak köprü ve bağlantı yolları için geçiş garantisi verecek. Belli miktarda aracın geçiş parasını, araçlar geçsin geçmesin ödeyecek. Yani, kâr garantisi verecek.
Bu dolaylı olarak Hazine garantisi demektir. Bu da proje için banka finansmanı bulmanın su içmek kadar kolay olacağı anlamına geliyor.

Müteahhitler akın edecek
Kârın ve kredinin garanti olduğu bir projeye kim gitmek istemez? İhtiras kelimesi az geliyor. İlanlar çıktığında ellerinde dosyalar Karayolları’nın kapısından akın edecek müteahhitleri sıraya sokmak için çevik kuvvet çağırmak gerekebilir.
Geçiş garantisinin bir anlamı daha var: Köprü ve güzergâh seçiminin yanlış yapılmış olduğu.
Eğer üçüncü köprü doğru yere, yani diğer iki köprünün arasına, planlanmış olsaydı trafik hazır olacak, geçiş garantisine ihtiyaç duyulmayacaktı. Ama köprü şehrin kuzeyine, nüfus yoğunluğunun düşük olduğu bir yere kondurulmak isteniyor. Buradaki köprü banka finansmanı bulamaz, talibi de olmaz.
Güzergâhın ve üzerinde dayandırıldığı hesapların yanlış olduğunun ikinci bir kanıtı daha var: Devlet Planlama Teşkilatı’nın güzergâhı yanlış bulması.
DPT’ye göre Karayolları’nın yaptığı geçiş hesapları doğru değildir. Ve proje İstanbul’un trafik sorununa katkıda bulunmayacak.

ÇED düğümü
Karayolları çevre etki değerlendirmesine ihtiyaç görmemektedir. DPT kesinlikle bu değerlendirmenin yapılmasını istemektedir.
DPT bu konudaki görüşlerini yazılı olarak Karayolları’na bildirdi.
Üçüncü köprü ve bağlantı yollarının gerçekleştirilmesi için Yüksek Planlama Kurulu kararı alınmasına gerek var. Karayolları buna yönelik başvurusunu Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) 14 ay önce yolladı. Ama olumlu cevap almadı.
DPT ile Karayolları’nın görüşleri o kadar taban tabana zıttır ki uyuşturulması mümkün değildir. İstanbul’un trafiğini rahatlatmak Karayolları’nın projesinin birinci amacı değildir. Birinci amaç köprüyü boş bir alana kondurarak gayrimenkul rantı yaratmaktır. DPT’nin böyle bir derdi yoktur.
Turhan DPT’nin isteklerini yerine getiremez. Çünkü o zaman köprünün yerini değiştirmek zorunda kalacak. Ama bu yeri Başbakan tayin etti ve sadece o değiştirebilir.
Düğümü Başbakan çözecek.
Nasıl?
Herhalde, her zaman nasıl ise öyle.

BAÇEP toplantısı sonuç bildirgesi açıklandı

Antalya, Isparta, Burdur, Denizli ve Muğla çevre örgütlerinden oluşan Batı Akdeniz Çevre Platformu 2 ve 3 Ekim tarihlerinde, Marmaris’in Orhaniye Köyü’nde toplandı. 2 Milyon İstanbullu kampanyasından nükleer enerjiye dek pek çok ekolojik gündem konusu, bildirgede yer alıyor. Platform tarafından yazılı olarak duyurulan bildirge metni şöyle:

Orhaniye Keçibükü Mevkiinde bulunan Martı Marina tarafından, 49 yıllığına kiralanmak suretiyle, “deniz yüzeyinde 68.203,42 m2. lik bir alan doldurulmak suretiyle, 16.356,23 m2’lik alan üzerinde gerçekleştirilmesi planlanan dolgu rıhtım, kazıklı rıhtım, kazıklı iskele, yüzer iskele ve çeşitli kapalı alanlardan ibaret inşaat izni”ne karşı, açılan dava ile yerel halkın inisiyatif örgütlenmesi tarafından sürdürülen mücadeleyi destekliyoruz.

Dünya harikası kız kumu yok olma sürecindedir. Kum ve sediman gelişi marina ve diğer faktörler tarafından engellenmektedir. Ayrıca kum üzerinde aşırı yürüyüş yoğunluğu, posidonya çayırlarının tahrip olması ve sahile dışarıdan getirilen kumların dökülmesi nedeniyle kız kumunda yayılma vardır. Acilen araştırma yapılarak önlem alınması gerekmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası m. 90/5. fıkra uyarınca, kabul edilmekle, iç hukuk kuralı haline gelmiş bulunan Barceleno Anlaşması’na göre korunması gereken, Datça ve Bozburun Yarımadasında mevcut “POSEDANİA Çayırları”na zarar verilmesinin önlenmesini istiyoruz.

Çevre Kanunu ile Çevre ve Orman Bakanlığı Kuruluş Kanunu’na göre havza planı ve koruma havza planı yapmadan, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecine tabi yatırımlara izin verilmemesini, ÇED Yönetmeliği ekinde yer alan “Duyarlı Yöreler”in korunmasını, halkın“demokratik katılım”ına açık olunmasını talep ediyor, Alakır’da, Yuvarlakçay’da ve diğer tüm hidroelektrik santrali (HES) projelerine itiraz ediyoruz. Yerel örgüt ve inisiyatif gruplarca yürütülen HES karşıtı mücadeleleri destekliyoruz.

İstanbul 3. Boğaz Köprüsü’nün de çözüm olmadığını, ulaşımda yeni ve alternatif, sürdürülebilir zihniyet değişikliğine ihtiyacımız olduğunu ifade ediyor; köprü projesi nedeniyle 2 milyon ağacın kesilmesine ve diğer ekolojik olumsuzluklara izin verilmemesini istiyoruz.

Türkiye-Rusya ülke devletlerinin anlaşmasıyla, Akkuyu’da kurulmak istenilen Nükleer Santral projesine sonuna kadar karşı çıkacağımızı ifade ediyor, “Atom karşıtı” mücadeleyi sürdüren Büyükeceli Kasaba halkı ve tüm nükleer karşıtları ile omuz omuza olduğumuzu duyuruyoruz.

İzmir’in Bergama ilçesinde bulunan Allianoi Antik Kenti’nin Yortanlı Baraj suları altında kalmasına İzmir 2 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından izin verilmesi ve antik kentin ‘kumla’ doldurulduktan sonra baraj suları altında kalmasına karar verilmesini ve bu doğrultuda yapılan çalışmaları kınıyoruz. Çevre Bakanını ve Kültür Bakanını acilen önlem almaya davet ediyoruz.

Atmosferdeki mevcut karbondioksit miktarı milyonda 392 parçacık miktarında. Bu oran güvenli sınır olan 350 parçacığın çok üzerinde . Enerji ve üretim için fosil yakıtlarının kullanımın bir sonucu olan bu durum yaşadığımız iklim değişikliklerinin en önemli nedenidir. Bu sınırının atmosferdeki karbondioksit oranının 350 ppm’e çekilmesi için küresel duyarlılığı arttırmak amacıyla küresel düzeyde düzenlenen 10/10/10 yani 10 Ekim 2010 da yapılacak ‘350 ppm için iş başına’ eylemlerine katılınmasına,

Muğla iline yapılmak istenen yeni termik santrallara karşı verilen mücadelenin devamına,

Önümüzdeki AKÇEP toplantısında verilecek Saynur Gelendost ödülü için Munzur nehri için mücadele eden Munzur halkının ve Yuvarlakçay için mücadele eden köylülerinin aday gösterilmesine karar verilmiştir.

(Yeşil Gazete)

Richard Falk: “İklim şüphecilerininki bir ortaklaşa ölüm talebi”

Ömer Madra Açık Radyo'da Richard Falk ile konuştu

Princeton Üniversitesi’nden, uluslararası hukuk profesörü, California Üniversitesi, Küresel ve Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde misafir öğretim üyeliği yapan ve son yıllarda iklim değişikliği alanında da sözünü söylemekten geri durmayan Richard Falk, 5 Ekim günü Açık Radyo’da yayınlanan Açık Gazete programına konuk oldu.

Açık Radyo yayın yönetmeni Ömer Madra Richard Falk’la, küresel iklim değişikliği ve 10 Ekim günü 187 ülkede aynı anda yapılacak büyük iklim eylemi üzerine bir röportaj yaptı. Röportajın bant çözümünü Açık Radyo web sitesinden aktarıyoruz.

Ömer Madra: Açık Gazete’de Richard Falk’la beraberiz; kendisi Princeton Üniversitesi’nde uluslararası hukuk dalında profesör ve aynı zamanda da California Üniversitesi’nde Küresel ve Uluslararası Araştırmalar Bölümü’nde misafir akademisyen olarak görev yapıyor.. Kendisi çok tanınmış, küresel ısınma alanında da olduğu gibi pek çok alanda çalışmaları olan bir kişi. İki sene önce de radyomuzda kendisiyle etraflıca konuşmuştuk. Şimdi ona öncelikle küresel ısınmayla ilgili bir kaç soru sormak istiyoruz. Hoşgeldiniz Prof. Falk, sizi burada görmekten memnunuz.

Richard Falk: Teşekkürler Ömer, tekrar burada olduğum için ben de memnunum.

ÖM: 71’de Richard Falk tarafından yazılmış ‘Tehlikedeki Gezegen’ diye çevirebileceğimiz kitabın son cümleleri şunlar: “Hareket etmemek için, hareketsiz kalmak için herhangi bir  neden göremiyorum, çünkü hükümetin işini yapacağını gösteren herhangi birşey yok. Şimdi elimizden gelen herşeyi yapmalıyız” diye çevirebiliriz. “Gezegeni kurtarmak için gereken acil çalışma, bizim, vatandaşların bütün çabasını gerektiriyor ve şu anda gerektiriyor” diyor. Yıllar sonra bu sözle ilgili ne düşünüyorsunuz?

RF: Aslında bu sözler yazdığım zamana göre ne yazık ki artık daha da doğru sözler. Bence duruma 1970’lerin başında eğer müdahale edebilmiş olsaydık, böylesine ekolojik, küresel bir durumla karşı karşıya kalmış olmayacaktık. Gerçi yıllar öncesinden çok daha farklı bir vak’ayla karşı karşıyayız, ama yine yönetişim, kapasite, uluslararası kurumlar ve insanların anlamasıyla ilgili aynı eksikliği yaşamaya devam ediyoruz.

ÖM: İklim değişikliğine adalet perspektifinden baktığınızda ne görüyorsunuz? En büyük sorun nedir?

RF: En acil sorun küresel ısınma sebebiyle zaten tehlikede olan pek çok topluluğun, halkın daha da ciddi bir tehdit altında olması. Özellikle 26 Sahraaltı Afrika ülkesi orantısız bir sıcaklık ve kuraklıkla karşı karşıya, ayrıca su paylaşımı konusunda da doğal olarak ciddi sorunlar yaşıyorlar. Mesela Darfur etnik çatışması iklim değişikliğine kadar geri götürülebilir, su eksikliği sebebiyle. Çünkü daha önce orada yerleşik olarak tarım yapan topluluklarla, hayvan otlatarak ve hayvanlarını besleyerek yaşayan bedevi insanlar arasında bir sıkıntı yoktu, çünkü iki taraf için de yeterli su vardı. Suyun bitmesiyle birlikte şimdi soykırım gibi bir durumla karşı karşıya kalmış oluyoruz.

Buna verilebilecek ikinci cevap ise, kapitalist üretim şekilleri sonucunda ortaya çıkan bu çılgın tüketim durumu ve hayat tarzı. Pek çok, gerekli olmadığı halde üretilen mallara ve tüketicilik üzerine kurulu ekonominin herkes için iyi olmadığını görmek gerekiyor. Orta ve üst sınıflar için iyi, ancak toplumun bütününe baktığımız zaman, toplumun bütününün beslenebildiği bir durum değil bu. Hindistan’da ciddi anlamda gördüm; bir ekonomik büyüme var, ama bir ekonomik gelişmeden bahsetmek mümkün değil. Hintlilerin çoğu için veya bütünü için iyiye doğru bir ekonomik değişiklik olduğunu söyleyebilmek mümkün değil. Orta sınıf ve benzer hayat şekilleri oluşmuş durumda, ancak yoksulluk da bir o kadar daha derinleşmiş geçmişe göre. Bunları görmek gerekiyor. Benim ülkem olan ABD bu durumda en büyük saldırgan, çünkü ekonomik aktivitesinin çoğu ve ekonomisinin tamamı neredeyse tüketicilik ve tüketim toplumunun üzerine dayanıyor. Başkan birinci Bush –yani bizim söyleşimizde ‘Baba Bush’- Rio Zirvesi’nde 92 yılında şunu söylemişti: “Amerikan hayat tarzı tartışılabilir bir konu değildir, tartışmanın ötesinde pazarlığa da açık değil. Yani uluslararası toplumda bunun tartışması yapılamaz, görüşmelerde yer alamaz.” Bu tabii politik bir gerçeklik, ama öte yandan bütün olanlarla ilgili gerçekten ahlaki ve politik herhangi bir niyet olmadığını da gösteren bir söz. Yani daha az lüks yaşamaktan bahsediyoruz sadece, 3 yerine 1 arabadan, ya da kişi başına enerji tüketiminin daha az olmasından ki Amerikan hayat tarzının karakteristiklerinden birini oluşturuyor; ama bunların hiçbirisi çok kolay olabilecekmiş gibi görünmüyor. Amerikan hayat tarzı uluslararası pazarlık konusu olana kadar da bu iş düzelemez, yani bunu pazarlık konusu haline getirebiliriz.

ÖM: James Hansen “kuşaklararası adalet” diye bir kavramdan bahsediyor. Bu konuda bir yorum yapar mısınız?

RF: Hansen ve diğer iklim uzmanları iklim değişikliğinin gelecek kuşaklar için ciddi bir tehdit olduğunu onaylıyorlar ve ne kadar beklersek sera gazlarının o kadar artacağını, bu durumda çözümün daha pahalı ve belirsiz bir hale geleceğini ve zararlı etkilerle başa çıkmanın çok daha zor olacağını da söylüyorlar. Gaia Teorisi’nin teorisyeni Lovelock, “Geri dönüş olabilecek bir noktayı çoktan geçmiş durumdayız ve bunun dönüşü yok” diyor. İnsan aktiviteleriyle doğa arasındaki denge yüz bin yıldır olmadığı kadar bozulmuş durumda ve bunun nasıl dengelenebileceğini bilmiyorum. Size bir de 70’lerde olmayan bir durumdan bahsetmek istiyorum. Şimdi iklim uzmanlarının söyledikleri ciddi anlamda dinleniyor, bunların hepsi kulak kabartılan konular. O zamanlarsa başka birşey oluyordu, çünkü bilimde, bilim insanları arasında bir konsensus yoktu, bir konsensus olmadığı için de politik bir doğrultuya doğru gitmiyordu iş. Şimdi ise politik bir yola doğru da giren bilim insanları arasında, politik-bilimsel bir konsensustan bahsetmek mümkün. Ancak bunun ardından hemen iklim şüphecileri türediler. Bunlar büyük oranda petrol şirketlerinin parasıyla ortaya çıkan insanlar ve büyük ihtimalle tıpkı sigaranın zararlı olmadığına dair halkla ilişkiler çalışması yapan şirketlerin tarzında bir işle karşı karşıyayız. Halbuki burada şöyle de bir fark var, sigara bireysel bir tehlikeydi, iklim değişikliğiyse tüm dünyayı tehdit ediyor, hayat ve sağlığı ciddi anlamda tehdit ediyor, hem insanlar için hem de hayvanlar için, bitkiler için, yani bütün dünya için.

ÖM: James Hansen Storms of My Grandchildren (Torunlarımın Fırtınaları) başlığını taşıyan, 2009’da çıkan son kitabında, meselenin artık bilim açısından çok net hal aldığını, gezegenin olağanüstü zengin hayatıyla beraber yok olmasının eli kulağında olduğunu, çöküşe doğru gittiğini ve politikacıların hiçbir şey yapmadığını, durakssdıklarını ve geri durduklarını, dolayısıyla meselenin sonunda bize kalmış olduğunu söylüyor. “Çocuklarınızı ve torunlarınızı bu meselede siz korumak zorundasınız ve işinizin de zor olacağını söylemek zorundayım. Çünkü özel çıkarlar demokrat sistemimizi de çökerttiler ve bu lobilerle vs.” diyor. Ama demokratik sistemden asla vazgeçmemeliyiz ve tam tersine “herkese eşit adalet ilkesi üzerinden” kovalamalıyız. Son ve en iyi umudumuzun da sivil direniş olabileceğini söylüyor ve 350.org’dan www.350.org bahsediyor.

RF: Hansen’ın söylediklerine genel olarak katılıyorum, ama asıl olan kitlesel hareket nasıl olmalı? Yani bunun için tek bir taktikten ve tüm uluslar için işe yarayabilecek bir taktikten bahsetmemiz mümkün olamaz. İklim değişikliği sorununa küresel bir cevap verilmeli, bu bir kaç ülkenin cevap verebileceği, ya da bir kaç ülkenin çabasıyla olabilecek birşey değil. Tabii ki yararı olur bir kaç ülkenin de hareketinin, ama küresel boyutta birşeyler yapabilmeli, küresel boyutta bir dayanışma üretmeliyiz. Çünkü politikacılarımızı ittirmemiz gerekiyor, bunun önemli birşey olduğunu kitlesel hareketlerle göstermemiz gerekiyor. Onlar 3-5 yılda bir olan seçimlerin ve ulusal çıkarlar perspektifinin dışına çıkabilmeliler bizim bu baskımız sayesinde. Eğer sadece direnişten bahsetmeye başlarsak bazılarımızın hoşuna gidecektir, bazılarımız bundan tam bu sebeple ürküp çekinecektir, medyaysa içerik yerine direnişin bizatihi kendisine odaklanmayı tercih edebilir. Bu yüzden eğitim de çok önemli bu konuda. Durumu şu anda yaşayan ülkelerin anlatması, ne olduğunu söylemesi çok önemli. İklim şüphecilerine dikkat etmemiz gerekiyor, çünkü büyük paralarla yapılıyor bu işler ve zaten sorunlu olan bir durumun daha da karmaşıklaşmasına yol açıyor. Sanki bu bir çeşit ortaklaşa alınmış bir ölüm talebi gibi birşey. Kapitalist tüketim toplumunun bizi yok etmesine izin vermemeliyiz.

ÖM: Biraz Bill Mc Kibben ve 350’den bahsedelim. “Ne yapılabiliriz ve sivil muhalefeti ve halk hareketini nasıl organize ediyoruz konusunda 350.org hem efektif hem de sorumlu işler yapıyor,” diyor Hansen. Gençlerin örgütlenmesiyle ilgili çok önemli işler yaptı 350.org. Pazar günü de 10/10/10 eylemi var 350.org’un organize ettiği. Biz de İstanbul’da bir eylem yapıyor olacağız. Tam da yürüyüş denemez aslında, 20 tane akordeon ve flüt çalan çocuk olacak, maskeler, kuklalar filan var. Böyle bir iş yapacağız. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

RF: Tabii ki Mc Kibben’ı destekliyorum. Sadece eğitim değil, mesajı güçlendiren bir şey yapıyor, ayrıca politik mesajı da var, politik mesajını da destekliyorum. Sera gazları düşürülmeli. 350 hareketi milyonda 350 parçacığa (ppm) gönderme yapıyor. Yani atmosferde karbondioksit oranı milyonda 350 parçacığı aştığı anda, 2 derecelik ısınmayı da önleyemiyoruz; bu bilimsel bir gerçek. Halbuki şimdi 390 ppm civarındayız, 392’deyiz. Bir yandansa gittikçe yükselen hayat standartları, gittikçe artan bir nüfus, popülist politikalar derken, gerçekten istesek bile birşey yapmayı birşey yapabilmemiz çok kolay değil. O yüzden bunu görmek gerekiyor, ancak böyle işlerle örgütleniyoruz, bu tip işlerin sayesinde var olabiliyoruz. Amerika’da mesela iklim değişikliği diye bir konudan medyada çok fazla bahsedildiğini görebilmek mümkün değil, onun yerine medyanın ilgisi daha fazla “tea party” (çay partisi) denilen yıkıcı sağ örgütlenmeyle ilgili, daha fazla bunları görebiliyorsunuz. Saygın medya kuruluşlarında ciddi destek görüyorlar ve görünürlük sağlıyorlar. “Kim var arkalarında?” derseniz, bu “çay partisi” ekibinin arkasında yine sağ kanat milyarderler var. Aynı 1990’larda Washington’da ‘think tank’lar yoluyla neo muhafazakârların, ‘neocon’ların gelişi gibi bir süreci yaşıyoruz.

Tüm bunların dışındaysa politik bir fenomenden bahsediyoruz aslında. Bu kadar yüksek görünürlüğü olan ve kuvvetli bir eylemliliği nasıl örgütleyeceğiz? Onu bilemiyorum, ama beklenmedik şeyler için inancım var. Aslında politikacıların eninde sonunda gerekli hareketleri yapabilmek için cesaret bulacağına inanıyorum, ancak o şimdi olan birşey değil. Şimdi bizim için çalışma zamanı, hareket etme zamanı.

ÖM: Çok teşekkürler buraya geldiğiniz için ve umarız sizi de 10 Ekim’de İstanbul’daki eylemde görürüz.

RF: Beni konuk olarak aldığınız için teşekkür ediyorum, kesinlikle beni göreceksiniz oradaki eylemde, görüşeceğiz.

(Açık Radyo web sitesi)

Günün asparagası: Buzul çağı geliyor!

Bugünkü Milliyet'in sürmanşeti

Bugün Türkiye basınının gözde haberlerinden biri önümüzdeki kışın çok soğuk geçeği, hatta son 1000 yılın en soğuk kışı olmasının beklendiği idi. Bu da gazetelere “Buzul çağı mı geliyor” başlığıyla yansıdı. Milliyet gazetesi bir Polonyalı uzmana dayandırarak sürmanşetten verdiği haberde “Polonyalı uzmanlar, Meksika Körfezi’nde doğup Kuzey Avrupa’ya doğru yol alan Gulf Stream sıcak su akıntısının ivmesinde düşüş olduğunu ve bu durumun Avrupa’da sert kışlar yaşanmasına neden olacağını söyledi. Fobos Meteoroloji Merkezi’nden iklimbilimci Vadim Zavodchenkov, Avrupa’da bu yıl yaşanacak sert kışın etkileri hakkında daha net sonuçları Kasım ayında alacaklarını bildirirken, tahminlerin yüzde 70 oranında gerçekleşeceğini söyledi.” ifadelerini kullandı.

NTV’ye konuşan İTÜ Meteoroloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ise “Bilmiyorum nereden çıkardılar. İklim tahmini merkezlerine bakıldığında, İngiltere’dekiler de buna dahil, normal bir kış geçeceğini görülüyor. Uyarılara bakıyorum, sertlikle ilgili bir şey ok. Olsa zaten, Batı Avrupa ülkelerinden uyarılar, raporlar gelir. Polonyalılar Ruslara vermiş onlar da bize… Tek bir kaynaktan çıkmış bir şey” dedi.

Bilindiği gibi küresel ısınma nedeniyle bütün dünyada sıcaklık rekorları kırılmaya devam ediyor. Geçen kış da İngiltere ve Kuzey Amerika’da aşırı soğuk günler olmuştu, ancak bu Rusya’da haftalar süren orman yangınlarının ve Pakistan’da sellerin damga vurduğu 2010’un tüm zamanların en sıcak 2. yılı olmasını etkilemeyecek gibi görünüyor.

Dünyanın en önemli iklim bilimcisi NASA Goddard Enstitiüsü müdürü ve Columbia Üniversitesi öğretim üyesi Dr. James Hansen son kitabı Torunlarımın Fırtınaları’nda “İnsan türü dünyada olduğu sürece bir daha asla yeni bir buzul çağı olmayacak” diye yazmıştı. (Milliyet, NTVMSNBC)

(Yeşil Gazete)

Chomsky özgür düşünce için İstanbul’da

Noam Chomsky bu hafta sonu İstanbul'da

Düşünce Özgürlüğü için 7. İstanbul Buluşması 9 ve 10 Ekim 2010 tarihlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampüsünde yapılıyor. Toplantının onur konuğu, ABD yurttaşı ve Yahudi asıllı ünlü dilbilimci Prof. Noam Chomsky. ABD ve İsrail’in yayılmacı politikalarını acımasızca eleştiren Chomsky, Mavi Marmara baskını sonrasında bir konferans için gittiği İsrail’e alınmamıştı.

Noam Chomsky’nin buluşmaya destek mesajını aşağıda izleyebilirsiniz.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin işbirliğiyle yapılan buluşmaya dünyanın çeşitli ülkelerinden 20 kadar düşünür katılıyor.

Katılımcılar, iki gün sürecek oturumlarda düşünce özgürlüğünün bugününün yanısıra -ve özellikle- geleceğini de tartışacaklar.

Toplantılar herkese açık, ancak önceden kayıt gerekiyor. Kayıt için: 0212/ 444 0428

Daha fazla bilgi için http://www.antenna-tr.org/sites.aspx?SiteID=52

NOAM CHOMSKY’NİN DESTEK MESAJI

Hayvan barınağında “Sıradan Bir Gün”

Geçtiğimiz yıl sokak hayvanları için hazırladığı kısa filmi Ezber ödül alan yönetmen Tolga Öztorun, Yedikule Hayvan Barınağı’nın bir gününü içeren “ Sıradan ” bir gün isimli yeni bir belgesel çekti.

İzleyenlere “siz hiç barınak gördünüz mü?” diye soran belgeselin görüntü yönetmenliğini Efe Balkan yaptı.

4 Ekim Dünya Hayvan Hakları haftası sebebi ile çekilen belgeselin çekimleri Yedikule Hayvan Barınağında 3 gün sürdü. Belgeselde sokak köpeklerinin yaşamları konu ediliyor.

Belgeselin yönetmeni ve aynı zamanda Yeşiller Partisi Hayvan Hakları Çalışma Grubu üyesi olan Tolga Öztorun “‘Sıradan bir gün’ bir ömür kadar uzun, bir düş kadar çabuk geçer bazen…Barınakta yaşamak zordur. Barınaklar köpekler için bir son durak değil, yeni yaşamlarına gidecekleri bir ara istasyondur. Lütfen dostlarınızı barınaklardan sahiplenin.” diyor.

“Sıradan” bir gün belgeseli http://vimeo.com/15590357 adresinde ve İz TV’de izlenebilir. Belgeselin İz TV yayın saatleri şöyle: 03 Ekim 00:55, 03 Ekim 17:30, 04 Ekim 14:30, 20 Ekim 19:30, 24 Ekim 01:10, 24 Ekim 15:50

(Yeşil Gazete)

“ Sıradan ” bir gün bir ömür kadar uzun, bir düş kadar çabuk geçer bazen…