Ana Sayfa Blog Sayfa 5301

Auschwitz ile tarihi yüzleşme

0
Almanya cumhurbaşkanı

Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff, Polonya’da Nazi rejimince kurulan Auschwitz-Birkenau toplama kampının kurtarılmasının 66’ncı yıldönümü nedeniyle düzenlenen anma törenindeydi. Wulff böylece Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü’nde, Auschwitz-Birkenau toplama kampında konuşma yapan ilk Almanya Cumhurbaşkanı oldu.

Özgürlük ve demokrasi için en korkunç şeyin umursamazlık olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı, anıların sonsuza kadar taze tutulması gerektiğini kaydetti. Kamptan hayatta kalmayı başaranlar, gençler ve Yahudi cemaatinden temsilciler ile Auschwitz’de idamların infaz edildiği duvarın önüne çelenk bırakan Wulff ve Polonyalı mevkidaşı Komorowski, daha sonra iki kampta Nazi döneminde katledilen 1 milyon 100 bin kişi için Birkenau’da düzenlenen anma törenine katıldılar.

Bu törene katılanlardan Eva Umlauf Auschwitz’de konuşup konuşmama konusunda epey düşünmüş. Nowaki çalışma kampında dünyaya gelen 68 yaşındaki Umlauf, bebekken Auschwitz’e götürülmüş. Toplama kampındaki hayat hakkında hiçbir anısı olmadığını söyleyen Umlauf, yine de Auschwitz’i anmadığı tek bir gün bile olmadığını şu kelimelerle anlattı:

Benim ufak bedenime yöneltilen ağır hastalık ve yok etme tehdidi, hücrelerime işlemiş. Ruhumun karşı karşıya kaldığı ölüm korkusu, dehşet ve değersizlik hissi, bilinçaltımda iz bıraktı. Ve tüm bu duygular her an yine su yüzüne çıkabilir.”

Almanya Cumhurbaşkanı’ndan önemli konuşma

Yahudi Soykırımı’nda hayatta kalıp, anma toplantısına katılan en genç isim olan Eva Umlauf konuşurken, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Uzun zamandır Almanya’da yaşayan Slovak kadının sözleri Cumhurbaşkanı Christian Wulff’ü de etkiledi. Wulff’den önce Auschwitz’i ziyaret eden tüm Almanya cumhurbaşkanları, Nazi barbarlığının en karanlık sahnesi olarak gösterilen bu toplama kampında susmayı tercih etmişlerdi. Ancak, savaştan sonra doğan kuşağın çocuğu olan Wulff, kürsüye gelerek, Almanya’nın suçunu ve sorumluluğunu hatırlattı. “Auschwitz ismi, Almanların milyonlarca insana çektirdiği eziyetlerin en belirgin sembolü. Bu eziyetler biz Almanlarda tiksinti ve utanç yaratıyor ve bu yüzden, kişisel suç duygusundan tamamen bağımsız olarak, tarihi ve sürekli bir sorumluluk taşıyoruz.” diyen Wulff, “Bir daha benzeri suçların işlenmesine asla izin veremeyiz.” şeklinde konuştu.

Auschwitz’in ayakta kalabilmesi için vakıf

Polonyalı mevkidaşı Bronislaw Komorowski ile kampta kurbanların anısına bir çelenk bırakan Wulff’e, Nazi teröründen hayatta kalmayı başarmış yaklaşık 80 kişi de eşlik etti. Bazılarının üzerinde zamanında toplama kampında giymek zorunda oldukları üniformaları, bazılarında ise bu çizgili üniformaları andıran mavi beyaz atkılar vardı. Eski Auschwitz mahkumlarının en ünlüsü, 87 yaşındaki eski Polonya Dışişleri Bakanı Wladyslaw Bartoszewski, Auschwitz’teki binaların ve yıkıntıların korunması için iki yıl önce bir vakıf kurmuş. Bartoszewski konuşmasında, „Auschwitz-Birkenau normal bir şehit müzesi değil. Burası cinayet işlenmiş bir yer, burası bir mezarlık, insanlığın ebediyen kanayan yarası.” ifadelerini kullandı.

Hatırlamak geleceği mümkün kılar

Almanya, vakfı gelecek beş yıl zarfında toplam 60 milyon euro ile destekleyecek. Bu başlangıç sermayesinin yarısı. İlk olarak, Birkenau’daki eski kadınlar kampının yıkılmaya yüz tutmuş barakaları elden geçirilecek. Konuşmasında Auschwitz’in belleklerden silinmemesi gerektiğini söyleyen Almanya Cumhurbaşkanı Wulff, medeniyetin tekrar böyle ayaklar altına alınmasına izin veremeyeceklerini kaydetti ve “Hatırlamak, anmak ve matem hayatı felç etmez, geleceğe giden yolu kesmez. Aksine bunlar geleceği mümkün kılar.” dedi. (Deutsche Welle)

2011 Türkiye’de “kadın kanserleri” yılı

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı 2011 yılını Kadın Kanserleri yılı olarak kabul etti.

Kurum Başkanı Prof. Dr. A. Murat Tuncer imzasıyla İl Sağlık Müdürlüklerine gönderilen bir yazıda meme kanserinin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadınlarda en sık görülen kanser olduğu, Türkiye’de yılda en az 20.000 kişiye meme kanseri teşhis konulduğu ve bu vakaların büyük bölümünün geç evrelerde teşhis edildiği bildiriliyor.

Yazıda, meme kanserlerinin yanı sıra, ülkemizde en sık görülen ilk on kanser arasında yer alan genital (üreme organları) kanserlerin de 2011 yılında farkındalık ve eğitim açısından öncelik gösterilmesi gereken türler olduğu belirtilerek, bu nedenle 2011 yılı içindeki etkinliklerin bu kanser türleri üzerinde yoğunlaştırılması ve ilgili sivil toplum örgütleriyle işbirliği içinde çalışılarak kadın sağlığına verilen önemin arttırılması istendi.

Kanser yükü artacak…

Kurum’un istatistik verilerine göre, Türkiye’de, her yıl teşhis edilen en az 20.000 yeni vakayla, meme kanseri en yaygın kadın kanserleridir ancak gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda en fazla ölüme yol açan tür, servikal (rahimle ilgili) kanserlerdir. Mevcut sosyo kültürel değişikliklerin, ülkemizde de servikal kanser yükünü her gün arttıracağı ve gelecekte çok daha büyük bir tehdit oluşturacağı ifade edilmekte ve gerekli tedbirlerin alınması için önerilerde bulunulmaktadır. Buna göre kadın kanserlerinde farkındalık programları öncelikli olarak ele alınmalı, gerekli taramalar ve KETEM ulusal tarama standartları hakkında gerek hekimlere gerekse halka yönelik eğitim programları planlanmalıdır.

KETEM Nedir?

Türkiye’de 2009 yılından beri 81 ilde Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri, ya da kısa adıyla KETEM’lerde meme, serviks (rahimağzı) ve kolorektal kanserlerle (kalın bağırsak kanseri) ilgili tarama programları kapsamında ücretsiz hizmet verilmektedir.

Orjinal belge için: Kadın Kanserleri

Gülden Akyol

Uganda’da Kato öldürüldü, İngiltere Brenda’yı da ölüme gönderiyor

Brenda Namigadde

Uganda’nın önde gelen eşcinsel hakları aktivistlerinden David Kato dün evinde ölü bulundu.[1] Uganda Cinsel Azınlıklar örgütü üyesi Kato’nun feci şekilde dövüldüğü ve kafasına aldığı darbeler sonucunda hastanede yaşamını yitirdiği belirtildi. Kato, Uganda’da yıllardan beri demokrasi ve eşitlik için mücadele ediyordu ve bu nedenle hükümet ve eşcinsellere karşı “Hepsini Asın” kampanyası yapan ulusal bir gazete tarafından hedef gösteriliyordu. Kato’nun öldürülmesinin ülkedeki LGBT hareketi için büyük bir trajedi ve önemli bir kayıp olduğu belirtiliyor.

Ulusal ölçekte yayın yapan tabloid Rolling Stones gazetesi geçen sene aralarında Kato’nun da olduğu ülkedeki 100 eşcinsel erkeğin ismini ve fotoğraflarını manşetine taşımış ve “Hepsini Asın” manşetini atmıştı.[2] Bunun ardından çok sayıda eşcinselin evine saldırı gerçekleşmiş, çoğu çareyi saklanmakta bulmuştu.

Nüfusun %45’ini Katolik Hıristiyanların oluşturduğu Uganda’da Katolik Kilisesi de gazetenin kampanyasına yoğun şekilde destek veriyor.

Uganda’da mevcut Ceza Kanunu’na göre eşcinsellik ömür boyu hapisle cezalandırılan bir suç. Ancak bununla yetinmek istemeyen iktidardaki Ulusal Direniş Hareketi milletvekili David Bahati eşcinsellikle ilgili cezaları ağırlaştıran bir kanun teklifi vermiş durumda. Teklife göre eşcinsel bir ilişki yaşadığını inkâr etmeyen herkes cezalandırılabilecek. Bir gazetecinin eşcinsel bir çiftle röportaj yapması dahi suç kabul edilecek. İlişki bir engelli veya 18 yaşından küçük biriyle yaşandıysa veya ilişki sırasında AIDS bulaştırıldıysa ceza idam olacak. Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni’nin yasa önüne gelirse onaylayacağı biliniyor. Bahati’nin teklifi, zaten tabu olarak görülen eşcinselliğe karşı Uganda’daki nefret dalgasını beslemiş oldu.[3] Kato’nun da bu nefret dalgasının bir sonucu öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Konuyu başka bir boyuta taşıyansa İngiltere’nin Brenda Namigadde’yi sınırdışı etmeye hazırlanması. Brenda Namigadde 8 yıl önce evinin yakılması ve can güvenliğinin kalmaması nedeniyle İngiltere’ye göç etmiş bir lezbiyen. Ancak yasadışı göçmenlik prosedürünü uygulayan İngiltere Brenda’yı Cuma günü (yarın) sınırdışı etmeye hazırlanıyor. Brenda Uganda’da tanıdığı kimsenin kalmadığını ve ülkesine geri dönerse işkence görmekten ve öldürülmekten korktuğunu ifade ediyor. İnsan hakları ve eşcinsel örgütleri Brenda’nın sınırdışı edilmemesi için bir kampanya başlatmış durumda. Oluşturulan web sitesi aracılığıyla İngiltere İçişleri Bakanlığı’na mail gönderilmesi ve hükümet üzerinde sınırdışı işlemini durdurmak için baskı kurulması amaçlanıyor. Kampanya web sitesi şu şekilde:

http://www.allout.org/brenda

Brenda Namigadde’nin Uganda’ya iade edilmesi ihtimali kendisine sorulan “eşcinselleri öldürün” kanun teklifini veren David Bahati’ye göre Brenda Uganda’ya geri dönmeli çünkü böylece Brenda tövbe edebilir ve kendini yenileyebilir.[4] Bahati ayrıca, eşcinselliğini bırakması halinde Brenda’nın korkması için bir neden olmadığını, seçimin ona ait olduğunu ifade ediyor.

İnsan hakları örgütleriyse Brenda’nın Uganda’ya gönderilmesi durumunda çok açık ve yakın bir ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor. İngiltere’nin daha önce aldığı kararlarda eşcinsellerin sığınma hakkını kabul ettiğini[1] ifade eden örgütler Brenda’nın da bu korumadan yararlandırılmasını istiyor.

[1] http://www.msnbc.msn.com/id/41292753/ns/world_news-africa/

[2] http://www.timeslive.co.za/africa/article718887.ece/Hang-them–Ugandan-paper-publishes-photos-of-Top-100-gays

[3] http://www.courrierinternational.com/article/2010/01/07/l-homosexualite-consideree-comme-un-crime

[4] http://lezgetreal.com/2011/01/uganda-lesbian-files-urgent-new-asylum-claim-in-uk-in-face-of-friday-deportation/?utm_source=All+Out&utm_campaign=71bced3c7d-Uganda_Brenda_01_25_11_non-us&utm_medium=email

[5] http://lezgetreal.com/2011/01/uganda-lesbian-files-urgent-new-asylum-claim-in-uk-in-face-of-friday-deportation/?utm_source=All+Out&utm_campaign=71bced3c7d-Uganda_Brenda_01_25_11_non-us&utm_medium=email

(: Hoşçakal AkP.

Bülent Arınç’tan hayat derslerini duydunuz mu?

“Hayat içki ve seksten ibaret değil”miş.

Yüce devletimizin temsilcisi muhterem şahıs, hayatın ne olmadığı yanında, bir de, ne olduğunu söyleseydi de tam olsaydı. Hani biz hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini bilmiyor değiliz ya, belki yeni bir şey öğrenmiş olurduk.

Mesela hayat; vatan-millet uğruna şehit namıyla ölmek -ama yine de ölmek midir acaba?

Ya da hayat; şerri hükümler çerçevesinde bu hayatta yaşamamak -ama öbür tarafta gırla yaşamak üzere bir yatırım mıdır?

Belki de hayat devlete saygı duymak, o ne istiyorsa vermektir. Böylece lanetler ettiğimiz Amerikan emperyal tavırlarına benzer biçimde emperyalleşme çabasına girmek ve buna sevinmenin  ikiyüzlü ahlakıdır.

Kim bilir belki de hayat; astlarının isteklerini görmezden gelip, üstlerinin sözünden ise çıkılmaması gereken hiyerarşi içinde varlığını sürdürme çabasıdır. Bu hayat içinde; işe gidip gelmek, elektrik-su-telefon-doğalgaz-internet ve kira faturalarını yetiştirmeye çalışmak, “yaşamak” demektir.

Hayat; belki de hayaldir. Hep ötelenen emeklilik zamanının gelmesini düşleyerek beklenen… Emeğinin sömürülmesi amacıyla evcilleştirilmiş, dünyanın en tehlikeli canlısı olan insanın bu sömürüden mızmızlanarak uzaklaşma gayretidir.

Öyle değilse bile modernite içinde hayat, herhalde en çok; tüm bu keşmekeşten uzaklaşmak üzere, sahip olunan bir gün içindeki bir kaç saat, bir hafta içindeki bir gün ve nihayet, bir yıl içindeki 3-5 günün değerini bimek, rahatlamak ve gevşeyebilmek üzere bencilce davranmaktır.

*******

Bu tartışmalar bilindiği üzere alkol yasağıyla birlikte geldi. Bahanesi ise kimi başka ülkelerde de bu tarz yasaklar olmasıyla örtüldü. Oysa Ümit Şahin’in yazdığı gibi alkol kullanımının aşırı dereceye yükseldiği bir ülkede yaşamıyoruz. Zaten pek içilmeyen ve içkinin, diğer ülkelerle kıyaslandığında aşırı pahalı olduğu bir ülkedeyiz. Bu durumun sağlık boyutu ise, esas ekonomik temelli yani yüksek fiyatların sebep olduğu; kör eden rakılar, köpek-öldürenler, free-shop kuyrukları ve kaçak mı değil mi bilinmeyen şişeler üzerinden tartışılsa daha anlamlı olmaz mıydı?

******

Hep söylemişimdir. “Ülkeye sigara yasağı gelmedi. Sigara sadece vapurların açık alanlarında yasaklandı.” Belki istenen de, elbette fiyatlara zam getirmenin yanında, sadece buydu. Bir düşünün haksız olmadığımı göreceksiniz.

Şimdiki yasak ise elbette kar etmenin yanında iki amaca sahip;

Birincisi bu yasak küresel kartellerin bakkalların işini bitirmek üzere son ve yeni hamlesi. Temizlik malzemelerinin, muhtelif gıdaların ve daha bir çok ihtiyacın karşılandığı alışveriş merkezlerinin; artık, sadece gündelik ihtiyaçların karşılandığı süt, yoğurt, ekmek satan kahraman küçük esnafların elinden, o küçük pazar payını da alma girişimidir. Bakkal için küçük ama onlar için toplamda büyük pazar payının… Bilindiği üzere küçük esnaflardan, bir de, tütün ve alkol ürünleri, soğuk soğuk ve denk fiyatlarla karşılanabilmekteydi. Amaç esnafa, ya alkol, ya ekmek tercihi yaptırıp son darbeyi vurmak. Üstelik alkol demesi halinde fişleneceği garanti olduğu gibi, ekmek demesi halinde de batması garanti.

Bırakın kır düğünü, catering tartışmalarını allansen. Bu yasağın ikinci hedefi ise gençlik müzik festivalleri…

Yeşil Gazete’de geçen yaz festival haberciliği yapmıştım. Festival derken, yalnızca gençlik müzik festivallerini içeren, hem etkinliklerin haberini verdiğim hem de daha sonra etkinliklerde yaşananları aktardığım bir yazı dizisiydi. Bu festivallerin Türkiye gibi bir ülkede, gençlere “nasıl yaşanması gerektiğini öğretmeye çalışanlara”  karşı protesto niteliği taşıdığını vurgulamaya çalışmıştım. Çünkü 60’larda 80’lerde eylem alanlarında yükselen örgütlenmeler, günümüzde “ancak” şehir dışındaki festival alanlarında yaşanır oldu. Bunda ise kasvetli solcu dilinin etkisi büyük. Bir zamanlar eylem alanlarında eğlenen ve yaşayan insanlar günümüzde sırf dünyayı ya da memleketi kurtarmak amacındaki politikliğe sıcak bakmıyor. -Ki bu tavır yapay kalıyor, inandırmıyor. Bu sebeple bakılmaması da doğal zaten. Bu festivallerde ise gençler, ellerinde biraları ile iktidarlara küfürler etti. Modernitenin ve dinin baskısı altında yaşayan gençler özgürlüklerinin tadını çıkardı. İlginç olan ise hiç politik olmayan festivallerde bile, yeri geldiğinde, iktidardakiler sağlam küfürler yediler.

Anlaşılan gençlik müzik festivallerine DUR demenin zamanı gelmiş. Bu konu inceden Efes Pilsen One Love Festivali’nin sponsorluk meselesiyle dile getirildi ama esas sorun o festivalden daha öte. Eğer yaşınız 18 – 24 arasındaysa ve geçtiğimiz yıllarda herhangi bir müzik festivaline katıldıysanız biliniz ki siz, artık, “-kötü”sünüz. Dahası gençlere kötü örnek oluyorsunuz, bu sebeple cezalandırılmanız gerekir. Hatta sizi cezalandıran herhangi biri olursa memlekete hayırlı bir iş yapmış olacaktır. Bu festivallere onbinlerce genç katıldı ve sayıları her geçen gün artan organizasyonlarla bu rakamın kat be kat fazlası eğlencenin, özgürlüğün tadını çıkardı. Şimdi ise YASSAK. Artık kanun var. Örneğin bu yassak barlarda işlemeye başladı ama tabi ki denetimi gerçekleşmeyecek ve her şey nasılsa öyle devam edecek. Tek fark artık içenler yasadışı kalmış olacak ve yassak sadece festivallerin gerçekleşmesini engellemiş olacak.

İşte, bu yassak bir meydan okumadır. Bu hükümetin, vatandaşının elinden hukuki yönden “istediği gibi yaşama hakkı”nı alarak yaptığı bir meydan okuma… Neye mi güveniyor? Kolluk kuvvetleri yanında çıkardıkları silah yasasına. Eğer içki içerseniz yani “gençlere kötü örnek” olursanız, yasalar artık sizin arkanızda değil. Gerek polis, gerek kendisini “ağabey” ilan etmiş akranlarınız  canınıza okur. Okuma hakkına sahiptir. Parkta içen gençleri öldüren polis vakası hatırlanacaktır. Eski yasayla istemeye istemeye de olsa ceza alan o polisler artık suçlu değil. Suçlu olan mahallesinin parkında içen gençler oldu. Devlet “kötü”nün tanımını yaptı. Ve eğer içiyorsanız artık yasa dışısınız. Hadi sıkıyosa iç! İç de rengini belli et.

Diyorlar ya hani şeriat geliyor diye… Şeriat çoktan geldi, şeriatın içinde yaşıyoruz. 3 yıl önce R. Tayyip E. rejimi açıkladı muhafazakar demokrasi diye. Bu söz yurtdışında yankı buldu ama bizler uyanamadık. Şimdi ise rutin bir sözcüğe dönüştü.

Bir de Arınç’a sözüm var. O kadar kaba bir şekilde dillendirmesek de, biliriz ki bu dünyada insana düşen yemek, içmek, şarkılar söylemek, danslar etmek, oyunlar oynamak, sevmek, sevişmektir. İnsanca yaşamak bunlar demektir. Aynı dünyayı paylaştığı tüm canlılarla birlikte. Daha ne olacaktı ki? Şimdi Platon, Kant, Schiller, Nietzsche diyecem ama siz onları tanımazsınız. Yabancı onlar. Tübe tübe

29 Ocak’ta (yarın) eylem var, her yerde… Kadehinizi kaldırmayı unutmayın. Bir de okkalı küfür sallayın, ve şuan iktidarda bulunanlara kahkahalarla gülün. Neden mi? Çünkü Marx ve Engels’i anarak; içinde yaşadığımız baskıyı mezara göndermek için gülmek ve tüm bu baskıyı yaratanlara neşeli bir HOŞÇAKAL demeliyiz.

( : HOŞÇAKAL AkP.

Yeşil Gazete Yaşam Sayfası Editörü

Yeşil Politika Yazıları

Kaos GL’den davet var

Homofobi Karsiti Bulusma 2010

Kaos GL, homofobi ve transfobiye karşı mücadele eden kampüs toplulukları ile LGBT inisiyatif ve derneklerini Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma kapsamında yapılacak Bölgesel Ağ Girişimi ile Gökkuşağı Forumu toplantılarına davet etti.

VI. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’nın hazırlık çalışmalarına devam eden Kaos GL, LGBT örgütlerine mektup gönderdi. Hazırlık sürecindeki gelişmeler, çalışmaların ve yapılan toplantıların notları antihomofobi e-grubunda paylaşıldığı gibi haber sitesi kaosgl.org ile Buluşma’nın kurumsal sitesi antihomofobi.org’da haber olarak yayınlanıyor.

Dönem başında ilan edildiği gibi Homofobi Karşıtı Buluşma’nın merkezi etkinlikleri, 1 Mayıs ile 22 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da yapılacak. Ankara dışındaki Homofobiye Karşı Kampus Buluşmaları ile yerel etkinlikler ise Mart ve Nisan aylarında gerçekleşecek.

Bölgesel Ağ Girişimi

Bölgesel Ağ Girişimi ile Gökkuşağı Forumu hakkında LGBT örgütleri bilgilendiren Kaos GL, bu iki forumun toplantılarına Türkiyeli LGBT örgütleri davet etti.

6. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, Bölgesel Ağ girişimine ev sahipliği yapacak. Homofobiye karşı mücadelede dayanışma için Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan Ülkeleri LGBT Ağı oluşturmak isteyen Kaos GL, Bölgesel Ağ’ı örgütleme hazırlıklarına devam ediyor.

“Homofobiye Karşı Bölgesel Ağ” girişimi için uluslararası çağrıda bulunan Kaos GL, bölge ülkelerinden katılımcıları 6. Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’ya bekliyor. Altıncı Buluşma programında 20 Mayıs Cuma günü, “Bölgesel Ağ” toplantısına ayrıldı.

Pembe Hayat, Lambdaistanbul, İstanbul LGBTT, Hevjin, MorEl, Çukurova Eşcinsel İnisiyatifi ve Siyah Pembe Üçgen’den temsilciler Bölgesel Ağ Girişimi Toplantısına davet edildi. Kaos GL, Ağ Toplanstısına katılacak LGBT örgütlerin temsilcileri ile birlikte çalışmak ve Bölgesel Ağ Girişimi sürecinde eşgüdüm oluşturmak istiyor. Ağ’ın sekreterya işlerini yürütecek olan Kaos GL, LGBT örgütler ile uluslararası alanda politika üretmede, yaymada ve bölgesel müdahalelerde ortaklaşmayı planlıyor.

Gökkuşağı Forumu

Homofobi Karşıtı Buluşma’nın ilkinde bir buçuk saatlik bir oturum için kullanılan bu isim bu yıl bir tam günlük bir toplantı dizisi olarak örgütlenecek.

Kaos GL’nin 21 Mayıs Cumartesi günü örgütleyeceği Gökkuşağı Forumuna, homofobi ve transfobiye karşı mücadele eden kampus toplulukları, LGBT inisiyatif ve derneklerin tamamından temsilcilerin katılması bekleniyor.

Gökkuşağı Forumundaki toplantılar dizisi ile LGBT hakları masaya yatırılacak. Forum’da ele alınacak ve bütün LGBT örgüt temsilcileri ile tartışılacak başlıkları için belirlenen alanlar ise şunlar:

Nefret Söylemi/Nefret Suçları, Çalışma Hayatı, Örgütlenme ve İfade Hürriyeti, Ayrımcılığa Karşı Anayasal Eşitlik, Temel Haklar (İşkence ve Kötü Muamele Görmeme Hakkı, Yaşam Hakkı), Medeni ve Sosyal Haklar, Askerlik.

Hazırlıkları süren Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma’nın altıncısının programı hakkında LGBT örgütleri bilgilendirmeye devam edeceğini belirten Kaos GL, “Trans Forum” ile “Lezbiyenler ve Biseksüel Kadınlar Forumu” hakkında ayrıca açıklama yapacağını duyurdu.

(Kaos GL)

Festus Okey davasında adalet yok, toplu suç duyurusu var

2007 yılında Beyoğlu Polis Karakolu’nda öldürülen Festus Okey, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk sistemi tarafından bir kez daha tanınmadı.

Beyoğlu 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 27 Ocak 2011 günü gerçekleşen on ikinci duruşmada Festus’un kimliği resmi olarak ispatlanamadığı için davanın esasına yine geçilemedi.

Göçmen Dayanışma Ağı’nın çağrısına icabet eden 35 kişi davaya müdahil olmak için mahkemeye dilekçe sundu.

Mahkeme heyeti oy birliğiyle müdahale talebini reddettiği gibi, müdahale talebinde bulunanlar hakkında “dilekçe vermek suretiyle mahkemeye hakaret ettikleri ve mahkeme heyetini etkilemeye yönelik sözlü ve yazılı beyanları” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin sıklıkla kişileri, insan haklarını ve insan onurunu değil; sözde “yüce Türk devleti”ni ve ondan nemalanan bazı kamu görevlilerinin çıkarlarını koruduğu düşünülüyor. TC mahkemeleri ve devlet sistemi, pek çok kamu görevlisi katili saklıyor, deniyor. TC mahkemelerinden birisi de geçtiğimiz aylarda “öldürülen her asker için 10 Kürt öldürelim” temasındaki bir gazete yazısını ifade özgürlüğü içinde değerlendirmişti.

Bir önceki Festus Okey duruşmasında da dokuz kişi müdahale dilekçesi vermiş ve onların talebi de reddedilerek haklarında suç duyurusunda bulunulmuştu.

Festus Okey cinayeti ile ilgili süreci koordine eden Göçmen Dayanışma Ağı, daha çok insanı müdahil olmaya çağırıyor. Bir sonraki celse 26 Nisan 2011’de yine Beyoğlu Adliyesi’nde olacak. İktidarın bekçisi bir yargı ve güvenlik sistemine değil, yaşam hakkına saygı duyan herkes sürece müdahil olabilir.

Yeşil Gazete olarak biz de bu süreci takip edeceğiz. Unutmayacağız, unutturmayacağız. Bunu, her basın organının asli görevlerinden biri olarak görüyoruz.

(Murat Köylü)

Yemen halkı da Tunus’un yolunda

0

On binlerce Yemenli, yoksulluk ve siyasi baskıları protesto etmek ve son 30 yılın Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in istifasını istemek için sokağa döküldü.

Başkent Sanaa’nın farklı noktalarında toplanan protestocular, “değişim zamanı” sloganı attı. Protestolara, muhalefet üyeleri de katıldı.

Muhalefet partileri bir süredir artan yoksulluk ve iktidarın siyasi reforma direnmesini protesto için gösteriler düzenlenmesi çağrısı yapıyordu.

AFP haber ajansına açıklama yapan, muhalefetteki Islah Partisi üyesi Abdülmelik el-Kasus, “bugün Devlet Başkanı Salih ve yolsuz hükümetinin çekilmesini istemek için toplandık” dedi.

Taşıdıkları pankartlardan, göstericilerinTunus’ta Zeynel Abidin bin Ali’yi deviren halk hareketini örnek aldıkları anlaşılıyor.

Aslında Tunus’taki olayların ardından Yemen’de de ufak tefek gösteriler düzenlenmişti.

Ancak gözlemciler bugünkü protestoların daha büyük ve örgütlü olduğuna dikkat çekiyor.


Karşı protestolar

Devlet Başkanı Salih’in partisi Genel Halk Kongresi, karşı protestolar düzenlemeye başladı.

Bu protestolara katılan ve hükümeti destekleyen Salih el-Mrani adlı gösterici, isyancıların ülkenin istikrarını tehdit ettiğini söyledi.

Mirani, “Ülke çıkarlarını tehlikeye atan herkese karşıyız. Tüm Yemen halkı böyle düşünüyor ve herhangi bir rahatsızlık yaşanmasına izin vermeyeceğiz” dedi.

Yoksulluk ve siyasi baskıların yanı sıra, güneydeki ayrılıkçı hareket ve kuzeydeki Şii Huti isyancıların eylemleri de Yemen’in büyük sorunları arasında. Ayrıca ülkenin El Kaide için bir güvenlikli bölgeye dönüştüğü, örgütün işsiz gençler arasından kolayca taraftar bulduğu belirtiliyor.

Batı’ya yakın bir isim olan Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih 1978’de Kuzey Yemen’in lideri oldu. Kuzey ve Güney’in birleştiği 1990’dan beri de ülkeyi yönetiyor. Parlamento bir süredir, son olarak 2006’da seçilen Ali Abdullah Salih’in yeniden aday olmasının önündeki engelleri kaldırmaya çalışıyordu. Protestocuların en öfkeli olduğu siyasi gelişmenin bu olduğuna dikkat çekiliyor. (BBC)

Mısır’da rejim sallanıyor

Tunus’da yaşanan Yasemin devrimi sürerken sokak göterilerinin sıçradığı Mısır’da da rejim sallanmaya başladı.

Gösteriler 30 yıldır iktidarı elinde tutan Hüsnü Mübarek’in halefi sayılan oğlu Cemil Mübarek’in Londra’ya gtmesi ve muhalif liderlerden eski Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu başkanı Muhammed El Baradey’in ülkeye dönmesiyle yeni bir aşamaya girdi.

Kahire’de başlatılan rejin karşıtı eylemler İsmailiye ve Süveyş kentlerine de sıçradı. Dün gece saatlerinde bazı kamu binalarının ateşe verildiği duyurulan Süveyş’te bugün de bir polis merkezine saldırı düzenlendi.

İsmailiye’deyse eylemciler ve güvenlik güçleri arasında çatışma yaşandı ve polisin göz yaşartıcı gazlar ile müdahalede bulunduğu eylemler devam ediyor. Eylemlerin üçüncü gününde hayatını kaybeden vatandaş sayısı altıya yükseldi ve yaralıların sayısı bini geçti.

Hüsnü Mübarek’in ardından gösterilerin yeni hedefi haline gelen Cemal Mübarek bugün ülkeyi terk ederek Londra’ya gitti

Mısır’da sokak gösterilerinin ardından dengeler, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun eski başkanı reform yanlısı muhalif Muhammed El Baradey’in lehine dönmeye başladı.

El Baradey’in, “Sokak talep ederse geçiş döneminde iktidara gelmeye hazır olduğunu” söylediği belirtiliyor. Baradey, ülkesinde cuma günü düzenlenmesi beklenen büyük gösteriye de katılacağını söyledi.  Baradey yaptığı açıklamada, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in emekliye ayrılma zamanının geldiğini belirtirken, sokak gösterilerine liderlik yapmayacağını, rolünü siyasi değişime öncülük etmek olarak gördüğünü kaydetti. Bu arada, Mısır başsavcısının, ülkedeki hükümet karşıtı gösterilere katılan 40 kişiyi, “rejimi devirmeye” çalışmakla suçladığı bildirildi.

BBC, Radikal ve Bianet’ten derlenmiştir.

AKP ilçe binasına pankart asan öğrenciler gözaltına alındı

AK Parti Kadıköy İlçe binasına üzerinde Başbakan’a hitaben “Erzurum’a kaçsan da peşindeyiz” yazılı pankart asan 4 öğrenci gözaltına alındı.

Alınan bilgiye göre, Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde bulunan AK Parti İlçe Teşkilatı binasının çatısına başka bir binadan geçerek, “Erzurum’a kaçsan da peşindeyiz” yazılı pankart asan 4 kişi, polis tarafından gözaltına alındı.

Öğrenci oldukları öğrenilen 3 kız 1 erkek, “izinsiz afiş asmak” suçundan ifadeleri alınmak üzere Hasanpaşa Polis Merkezine götürüldü. (DHA)

Bir gün herkes terör suçlamasını tadacaktır

İki haber, altı da habere konu olan insan. Beşi bir haberin konusu, bir tanesi ise diğer haberin. Herhalde aynı ortamda bulunma şansları hiç olmamıştır şimdiye kadar. Dünya görüşlerine bakılırsa da olmayacaktır. Karşıt görüşlü olduklarını, birbirlerinin dünya görüşlerinden pek de hoşlanmadıkları, hoşalanamayacakları açık. Fakat, hikayelerinde onları ortaklaştıran bir nokta var.

Zaman sıralamasına uygun bir şekilde tanıyalım bu kişileri. İlk haberin konusu tek bir kişi. Adı, Mehmet Ali Çelebi. Sürmekte olan Ergenekon Davası’nın sanıklarından bir tanesi bu kişi. “3. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Sedat Sami Haşıloğlu, Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi’ye “Telefonunda eşin ve kaynanan diye kayıtlı kişiler var. Ancak sen bekârsın. Bu numaralar da Hizb-ut Tahrir üyesi Mahmut Oğuz Kazancı’nın telefon rehberi ile aynı. Kazancı ile ilişkin nedir?” diye sordu. Bekar olduğunu, Kazancı ve bu numaralarla bir ilişkisinin olmadığını kaydeden Çelebi’nin net ifadesinin ardından mahkeme heyeti, cep telefonunun sinyal kayıtlarının TİB’den alınması ve telefonun da bilirkişi tarafından incelenmesini kararlaştırdı. Bu iddia üzerine mahkemenin talebi üzerine hazırlanan bilirkişi raporuna ulaşıldı. Bilirkişiler Murat Akman ve Ramazan Akkan’ın hazırladığı rapora göre Çelebi’nin telefonunun hafızasında 531 numara kayıtlı. Kişilerin telefona kayıt tarihlerine göre sıralanan rehbere en son kayıt 15 Eylül 2008 tarihinde “Cevo” ismiyle girilmiş. Bu tarihten üç gün sonra yani 18 Eylül 2008 tarihinde Ergenekon operasyonu dâhilinde arandığını öğrenen Teğmen Çelebi, Ankara’da Merkez Komutanlığı’na teslim oldu. Çelebi’nin telefonu incelenmek üzere 19 Eylül’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ulaştı. Telefon, TİB’in sinyal verilerine göre aynı gece 23:52:54 ile 23:54:05 dakikaları arası 1 dakika 23 saniye açıldı ve Emniyetin bulunduğu Vatan Caddesi Fatih Metro İstasyonu’ndan sinyal aldı. Bilirkişi raporuna göre, telefon hafızasının 392 numaralı sırasından başlayarak aynı tarih ve aynı saatte sırasıyla 139 numara kaydedildi.” Yani ne olmuş? Açık değil mi? Daha da ilginç bir nokta var. Neyle suçlanıyor Çelebi? “Silahlı Terör Örgütü Yönetme, Hukuka Aykırı Olarak Kişisel Verileri Kaydetmek”! Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek! İronik değil mi suçlaması? Peki ne isteniyor? Müebbet! Telefonunuz alınıyor, içine 139 tane, sizi zor durumda kalacak numara kaydediliyor. Mahkemede karşınıza bu çıkartılıyor ve sonra bir bakılıyor ki, o numaralar oraya yanlışlıkla kaydedilmiş. Şimdi, artık kim  kimi inandırabilir ki; bu soruşturmalar demokratikleşme ve sivilleşme adına yapılıyor? Bir vesayet rejiminin üstüne gidiliyor? Hukuk, deliller bu şekilde ortaya konuyorsa (ki bunlar kısmen yaygın bir medya tarafından eleştirel olarak izlenen bir davada ortaya çıkanlar), suç ve suçlu yaşam içinde oluşan kavramlar mıdır? Yoksa “yanlışlıkla” yaratılan kavramlar mıdır?

İkinci habere geçelim. Bu haberin konusu beş kişi. İsimleri yok. Bir kaçının adının kısaltması var o kadar. Çok da önemli değil. Geçtiğimiz salı günü, Mehmet Ali Birand, sunduğu haberde çok önemli bir operasyonun yapıldığını duyuruyordu heyecanla. Radyodan dinlediğim için yüzünün aldığı şekli bilmiyorum ama mutlu gibiydi sesi. Ankara’da üniversiteleri karıştırmayı planlayan 5 üniversite öğrencisi tutuklanmıştı. Üniversite karıştırmak nedir? Nasıl karışır? Onları bir tarafa bırakıp devam edelim. Haberde hiç bir araya gelmemiş örgütlerin, işbirliği içine girdiğinden falan söz ediliyordu. Bugün öğrendik ki; işler o kadar da “basit” değilmiş. Şaşırmak için de erkenmiş. Meğer örgütler işbirliklerini öğrencilerin kişilikleri üstünde yapmışlar. “Ankara’da tutuklanan 5 üniversitelinin aynı anda PKK/Kongra Gel, MKP, DHKPC, ve TKEP/L üyesi olmakla suçlandığı anlaşıldı.” Daha bitmedi. Bu şaşırtıcı, kimilerine heyecan verici büyük operasyon öyle bir ciddiyetle yapılmış ki: “Öğrencilerin ifadesi, Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde alındı. 22 Ocak’ta her bir öğrenci için ayrı düzenlenen ifade tutanaklarındaki ‘isnat edilen suç’ bölümüne ‘kopyala yapıştır’ yöntemi ile şöyle yazıldı: “Yasadışı Bölücü PKK/Kongra – Gel, Terör örgütü ve MKP (Maoist Komünist Partisi), DHKP/C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi), TKEP/L (Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist) isimli anayasal düzene yönelik yıkıcı faaliyetlerde bulunan terör örgütleri üyesi olmak, halkta devlete karşı kin, nefret ve isyan hissi uyandıracak şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde eylem ve faaliyetlerde bulunmak, terör örgütlerinin amaç/hedefleri doğrultusunda keşif/istihbarat çalışmaları yürütmek, terör örgütleri adına kitlesel şiddet eylemleri organize etmek ve bu eylemlere katılmak, yasak yayın bulundurmak.” Suç bölümleri, kopyalayıp, yapıştırarak oluşturulmuş!! Bitti mi? Bitmedi! Suçlamalardan bir tanesi de yasak yayın bulundurma: “Öğrencilerin evlerinde ‘yasak’ yayınlara da el konuldu. Delil olarak gösterilen ‘Seçme Yazılar’ için 1979, ‘Türkiye Proletaryası’ isimli kitap için de 1974 yılında toplatma kararı bulunduğu belirtildi.” 32 yıllık ve 37 yıllık kararlar. Nasıl? Etkileyici değil mi?

Sözün özü şu aslında: Artık, suçlu olmak hiç zor değil. Suçlu olmak için bir şey yapmanıza bile gerek yok. Tutuklandıktan sonra, suçlu olabilirsiniz pekala! Bir şekilde, eğrisi doğrusuna denk getirilip, bir örgütün, yetmezse iki hatta üç, dört örgütün üyesi haline gelebilirsiniz. Tüm hayatınızı etkileyebilir bu durum ya da şanslıysanız gündeme gelir ve üzerinize büyüteçler yönelir. Hangi düşüncede olduğunuzun da pek önemi yok. İşte bambaşka iki düşünce. Bambaşka iki konum. Belki birbirlerini de tehdit olarak görüyorlar. Hiç farketmez. Aynı zihniyet ve aynı yöntemlere maruz kalmışlar. Yani, onlar da herkes gibi “terör” suçlamasını tadmışlar. Andy Warhol, herkes 15 dakikalığına ünlü olacak demişti, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısında da “Her canlı ölümü tadacaktır” yazıyor. 2011 Türkiye’sinde de, birgün herkes terör suçlamasını tadıyor.

Yeşil Gazete ve diğer yazılar için: http://www.urbarli.net